Latin Amerikan edebiyatının usta yazarlarından biri olan Gabriel Garcia Marquez’in Kırmızı Pazartesi ismiyle çevrilen, gerçek bir hikâyeye dayanan kitabı öyle bir tema işliyor ki okurken gözlerinizin önündeki benzerlikle, yaşattığı o tanıdık hayret hissiyle derinden etkilenmemeniz mümkün değil.
Kitap ülkemizde “İşleneceğini herkesin bildiği bir cinayet” alt başlığıyla yayınlandı. Kitabın asıl isminin kaynak alındığı bu cümle öyküdeki en vurucu duruma bir gönderme niteliğinde aslında.
“Santiago Nasar, onu öldürecekleri gün, piskoposun geleceği gemiyi karşılamak için, saat sabah 05.30’da kalkmıştı” diye başlıyor kitap. Kimin ne zaman öldürüleceğini daha en başından, ilk cümleden öğreniyorsunuz. Buna rağmen okumaya devam ediyorsunuz çünkü Santiago’dan başka “herkesin bildiği” bu cinayetin nasıl işleneceğini merak ediyor, sayfalar ilerledikçe insanların kayıtsızlıklarına hayret ediyorsunuz.
Kırmızı Pazartesi bir namus cinayetini konu alıyor. Vicario kardeşler, kız kardeşlerinin bekaretini aldığını var saydıkları Santiago’yu öldürüp onurlarını temizlemeyi amaçlıyorlar. Evlenmeden önce cinsel ilişki yaşayan kadın onuruna leke sürmüş olarak görülüyor ve eğer bir kadın bu şekilde onurunu lekelerse erkek akrabaları bu konuda bir şey yapmak zorundalar. Bu onlar için çok büyük bir sorumluluk, mutlaka ailelerine sürülen bu onur lekesini temizlemeliler. Bu yüzden erkek kardeşlerden erkek olmaları ve gerekeni yapmaları bekleniyor herkes tarafından. Garip değil mi? Taaa Güney Amerika’da, Kolombiya’da da oluyormuş böyle şeyler.
Kitabı okurken şaşırıyorsunuz, nedir bu kadar, birinin canına kıyacak kadar önemli olan şey diye ama yaşadığımız ülkede, belki de yaşadığımız şehirde, hâlâ, belki şu anda birileri birilerini sırf bu saçma neden yüzünden katlediyor.
Bunlar bildiğimiz, tanık olduğumuz gerçekler bizim. Hayretle okuduğumuz şeyler aslında çevremizde yaşanılan olaylar. İşte bu yüzden Kırmızı Pazartesi’yi okurken olanları çok yadırgamıyorsunuz aslında. Sonra bunu fark edince durumun ne kadar vahim olduğunu da anlıyorsunuz aynı zamanda. Bunu yadırgıyor olmanız gerekiyor çünkü, bu normal bir şey değil.
Yine de namus cinayetlerine yabancı olmadığımız için kitap etkileyiciliğini ikiye katlıyor ülkemizdeki okuyucular gözünde. Bu olayların gerçekten yaşandığını sadece birkaç yerden duymuş insanlar için pek bir şey ifade etmeyebilir bu kitap, bunu bir kurgu olarak düşünüp çok da derinden etkilenmezler. Fakat biz anlatılanları anlıyor, yaşadığımız yerde olup bitenlerle benzerlik kurup hikâyeye daha yakın hissediyoruz kendimizi. Empati kurabiliyor ve eğer böyle bir facia bizim şehrimizde, kasabamızda, mahallemizde olsa kaç kişi buna tepki gösterir, kaçı kapılarını kapatıp perdelerini çekier ve yokmuş gibi davranır sorgulayabiliyoruz.
Bu sebepten dolayıdır ki Kırmızı Pazartesi, ülkemizde daha bir kırmızı, kıpkırmızı…