Ana SayfaKültür & Sanatİzmir Devlet Tiyatrosu oyuncusu Deniz Burak Mersinli ile kariyeri ve tiyatro üzerine...

İzmir Devlet Tiyatrosu oyuncusu Deniz Burak Mersinli ile kariyeri ve tiyatro üzerine söyleşi

-

 

 

 

 

Deniz Burak Mersinli ile İzmir Devlet Tiyatrosu Konak Sahnesi’nde buluştuk. Konak Sahnesi İzmir’in en güzel tarihi binalarından birine sahip, deniz kenarında, bahçesindeki halka açık kafede vakit geçirmek de salonda seyirci olarak oturmak da ayrı ayrı özel hissettiriyor. Sevgili Deniz Burak Mersinli, benden biraz önce gelmiş, beni sıcak bir şekilde karşıladı. Kahvelerimizi içerken sohbet etmeye başladık. Kendisini oyunlarında izlerseniz enerjisine ve samimiyetine hayran kalırsınız, tanışmak için yanına gittiğinizde ise güler yüzüne ve nezaketine. Ben kendisini birkaç kere Kaşıkçılar’da, Sandalım Kıyıya Bağlı’da ve en son İki Bekar’da izledim. Tiyatro ve oyunlar hakkında oturup konuşmayı çok istiyordum. Tekrar teşekkür ederim kabul ettiği için. Biz uzun uzun konuştuk, eğlenceli bir söyleşi oldu. Sizlere de iyi okumalar.

Tekrar merhaba, bu kez okuyucular için selamlıyorum. Teşekkür ederim kabul ettiğiniz ve zaman ayırdığınız için.

Ben teşekkür ederim. Hemen işin ciddiyetiyle ve resmiyetiyle, ben teşekkür ederim Şimal Hanım çok sağ olun.

Sizi tanıyabilir miyiz? Deniz Burak Mersinli kimdir?

Deniz Burak Mersinli kimdir… Şu an halihazırda İzmir Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu olarak çalışmaktayım. Liseden (normal liseden) mezun olduktan sonra, İstanbul Beykent Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Oyunculuk Bölümü’nden mezun oldum. Eğitimimi orada tamamladım. Onun haricinde, okul öncesinde tiyatroyla lisede ilgim ve alakam oldu. Ankara Müjdat Gezen Sanat Merkezi’nde ufak çaplı bir eğitimim, ve ondan sonrasında da özel bir tiyatroda, Ankara Sanatolya Sahnesi’nde birkaç oyun denemem oldu. Rahmetli Turgay Yıldız Yönetmenimle çalışma fırsatı yakalayıp, kendimi biraz olsun geliştirip, İstanbul Beykent Üniversitesi’ne attım. Ziyadesiyle okulu tamamlayıp, İzmir Devlet Tiyatrosu’na başvurumu yaptım. Şansıma, bir oyunda uygun bir rol buldum. Beni istediler, sağ olsunlar. Sonrasında da serüven başladı ve gelişti. 2016’dan beri de İzmir Devlet Tiyatrosu’nda oyuncu olarak çalışmaktayım. Bu dört yıla 11 tane oyun sığdırdım. Ve, oyunlardan birinde de, Doğan Yağcı Hocam kendisine yardım etmemi istedi ve beni onurlandırdı. Bir tane de yönetmen yardımcılığı demeyeyim ama, asistanlık yapmışlığım var. Bu şekilde kariyerimi geliştirmekteyim. Oyunculuğun daha çok başındayım. Sanatın, bu işin, çok başındayım. Hala öğrenme aşamasındayım, kesinlikle öğrenme aşamasındayım. Öğrenciyim, aslında. Deniz Burak Mersinli kimdir? Hala öğrencidir, diyebilirim.

Anladım… Pekala, lisede en başında tiyatroyla tanışmayı tetikleyen şey ve devamını getirmeye karar verdiğiniz etken neydi?

Tiyatroyla ilk tanışmam aslında liseden de önce… Sanırım 7-8 yaşlarındaydım, çok tatlı, güzel bir sınıf öğretmenimiz vardı. Bize okul sonu gösterileri yaptırırdı. Özel bir hoca tutturup, bir drama eğitmeni tutturup bize güzel skeçler oynatırdı. Orada, bir okul sonu gösterisinde on beş skecin on ikisinde oynayıp, aynı zamanda sunuculuk yapmıştım. Çok yetenekli olduğum söylenmişti. Ve çok sevmiştim yaptığım işi, çünkü ben biraz… Nasıl diyeyim… Yaramaz bir çocuktum. Oyun oynamayı çok severdim, hala da çok severim oyun oynamayı. Çocuklarla da çok iyi anlaşırım. Çocuk ruhuyla oyun oynamanın çok farklı, çok güzel bir şey olduğunu düşünüyorum. Ve, bu ruhu sahneye taşımanın çok daha kutsal bir şey olduğunu düşünüyorum.

Taa çocukluktan ilginiz oluşmuş, o zamandan beri sevgiyle ve ilgiyle yola devam ediyorsunuz. Peki, bu yolculuk, tiyatro ve oyunculuk sizin için nasıl bir süreçti? İnişler çıkışlar oldu mu?

İnsanlarda şey vardır, bana oyunculukla ilgilenmeyen arkadaşlarım hep şunu der, en azından sevdiğin işi yapıyorsun. Yaptığı işten çok memnun olmayan arkadaşlarımın klişe bir sözüdür. Ya, evet, gerçekten sevdiğimiz işi yapıyoruz. Ben böyle düşünüyorum, yaptığımız işten çok keyif alıyoruz. Oyunculuk, hem sahnede oyun oynadığın hem de bunu ciddiyetle bir iş olarak yaptığında, gerçekten çok keyif veriyor. Sıkılmadığın bir iş, yarattığın, devamlı yeni bir şeyler keşfettiğin bir iş.  Fakat, çocukluğumda yaptığım işin sonrasında çok uzun bir süre tekrar tiyatroyla buluşma fırsatım olmadı. Ailem beni spora yönlendirdi. Daha ziyade, bütün vaktimi spora adıyordum. Sonrasında tekrar tiyatroyu keşfetmem, Yağmur Yılmazoğlu Arkadaşım, sağ olsun, sayesindedir. Gel seni tiyatro kulübüne yazdırayım, bir gör, ne yapabiliyorsun bir bak, bence yaparsın gibi beni teşvik etmişti. Gittim ve hiçbir şey yapamadığımı keşfettim.

Aa! Nasıl olur?

Gerçekten hiçbir şey yapamıyordum. Bir parça nasıl okunur, nasıl vurgulanır, diksiyon nedir, tirat nedir, sahne nedir? Hiçbir şey bilmiyordum. Sahnede nasıl durulur, nasıl bakılır, nasıl yürünür? Bunlara dair hiçbir şey bilmiyordum. Tamamen sıfırdım. Ve… Yapamadığımı gördüm. İnanılmaz derecede yapamıyordum, aşırı kötüydüm. Bir oyun seçmesine gittiğimi hatırlıyorum. Rehberlik öğretmenimiz bir parça vermişti, buna çalış, bunu ezberle, oku demişti. Çalışmadım, ezberlemedim, ama okudum. Sahneye çıkıp sadece parçayı okudum. Sağ olsun, o da gene beni kırmadı, oyuna aldı. Oyuna çalışırken, hiçbir şey yapamadığımı fark ettim tekrar. Bunun üzerine gitmek istedim, yani başarmak istedim, yapmak istedim. Ve üzerine gittim, çok fazla çalıştım, çok fazla denemem oldu. Hala da çalışıyorum, hala da yapamadığımı düşünüyorum, hala da yapmaya çalışıyorum. Bu biraz da böyle bir iş zaten. Yapıyorum diyebilirsiniz ama, sonuçta oyunculuk seyirci için olan bir iş, biraz göreceli. Yapıp yapamadığınızı biraz da seyircinin alkışları karar veriyor. Tabii ki bunun bilincinde oluyorsunuz, bunun samimiyetini hissediyorsunuz, görüyorsunuz ama… Sonu yok. Oyunculuğun sonu yok, yapabilirliğin sonu yok. Çünkü insanın sonu yok. İnsandan yola çıkıp sahneye koymaya çalıştığımız için devamlı çalışıyoruz.

Bu sırada oyunculukta, tiyatroda kendinizi geliştirmenizde en etkili aşamalar neler oldu? Birkaç tanesini paylaşır mısınız?

Tabii… Bir kırılma noktası daha oldu bende. Oyunculuk aslında şöyle bir şey, sahneye çıktığınızda kendinizi geliştirerek oyunculuğunuzu geliştiriyorsunuz. Oyunculuk aslında birinin size anlatmasıyla öğrenebileceğiniz bir şey değil bence. Oyunculuk böyledir dediğinde, yapabileceğiniz bir şey değil. Onu keşfetmek onu algılamak gerekiyor. Onu içimizde bulmamız gerekiyor. Samimiyeti yakalamamız gerekiyor. Ben bu serüvende, okurken, bunu yapamayacağımı düşündüm. Bunu yakalayamadığımı düşündüm ve özgüvenim tamamen kırıldı. Sanırım ikinci sınıftaydım, yaptığım işten memnun olmuyordum, kendimi tatmin edemiyordum, samimi gelmiyordu bana. Sonra İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Profesyonel oyununu izledim. O oyundan sonra bakış açım değişti, o oyunda çok gerçek, çok samimi bir şey yakalamıştım. Sahnede oyuncular inanılmaz samimiydi, inanılmaz gerçekti.

Oyuna özgü bir şey miydi, duruma özgü bir şey miydi?

Oyunculara özgü bir şeydi. Daha ziyade, kişisel bir şeydi. İlham kaynağı oldu. Bu süreçten sonra, şöyle demeye başladım, evet, yapılabiliyormuş. Onlar yapabiliyorsa, galiba ben de yapabilirim. Belki o kadar olmaz, belki o kadar yapamam ama, ben de ucundan yapabilirim diye düşünüp, ben bunu yapmak istiyorum dedim. O an, o oyunu izlediğim an, tekrar özgüven kazandım ve tekrar bu işi yapmak istedim, tekrar işe tutundum. Hala da çabalıyorum, çalışıyorum. Bazen yapabildiğimi hissediyorum. Tabii, her zaman olmuyor bu. Gerçekten, çok samimi olmak gerekiyor sahnede. Ve çok gerçek olması gerekiyor. Bunu yakalayabilmek çok ustalık gerektiriyor, zaman gerektiriyor, çok fazla çalışma ve çok fazla tecrübe gerektiriyor. O yüzden hala öğrenciyim diyorum, ama tabii ki kırılma anları oluyor. Bir oyuncu için, andan ana, sahnede, çıkaracağı karakterde, rolde… Bir kırılma anı yaşayabiliyor ve özgüveni yitebiliyor. Bizi tekrar sahneye koyan, tekrar işe bağlanmamızı sağlayan da mesleği sevmek. Tamamen bu. Mesleği sevdiğin sürece, moralin ne kadar bozulursa bozulsun, tekrar geri dönüyorsun. Benim kırılma noktam oydu, tekrar bağlanmamı sağlayan da Profesyonel oyunuydu.

Burcu Aksakal (Shanette), Serkan Kunter (Jack), Deniz Burak Mersinli (Erkek), Fatma Konu (Kadın), Gizem Güneri ve İlkem Şahiner.

Şimdiye kadar Ankara’da, İstanbul’da ve İzmir’de mi oynadınız?

Ankara’da Sanatolya Sahnesi’nde iki yıllık bir deneyimim oldu. İstanbul’da profesyonel anlamda deneyimim olmadı, sadece eğitim için bulundum. Okul hayatım biter bitmez de İzmir’de işe başladım. 2016’dan beri İzmir’de icra ediyorum.

İzmir’e nasıl geldiniz, neden?

Biraz ailevi sebeplerden, biraz da İzmir Türkiye’nin en güzel şehri olduğu için. Şu anda en fazla göç alan şehirlerden biri, sanırım benimle aynı kanaatte olan bir sürü insan var. Gerçekten yaşanılabilir bir şehir. Ankara’da büyüdüm, İstanbul’da eğitim aldım. İkisinde de yaşamak istemediğimi fark ettim. Ankara fazla gridir, Ankaralılar da söyler, Ankara’ya gidenler de söyler. İstanbul da çok kaotik. İzmir ikisinin arasında, gerçi bu aralar kaotik olmaya daha çok yaklaştı ama…

Evet… Tamam, şimdiye kadar üç aşamaya ayırıyorum: ilkokuldaki skeç deneyimleri, okulda zorlanma dönemi, ve şimdi İzmir Devlet Tiyatrosu’nda çalışma dönemi. Devlet Tiyatrosu’ndaki deneyimlerinizden bahsedebilir misiniz? Bu oyunların size neler kattı?

İlk oynadığım oyun, Oğuz Atay’ın oyunu Oyunlarla Yaşayanlar, Murat Sarı yönetmişti. İlk oyunum olduğu için, yaklaşması ve uyum sağlaması en zor oyundu. Çünkü ufacık bir balıksın, okyanusa atlıyorsun. Hele ki devlet tiyatrosunda… Burada kaç yılını buraya vermiş bir sürü oyuncuyla çalışma fırsatı yakalıyorsunuz, bu insanı onurlandırıyor, kutsal bir görev. Onlar ayaklı kitap, ayaklı ders. Hepsi hoca, hepsi usta. Hepsinden öğrenebileceğiniz çok şey var. Buradaki her oyun, benim için başka bir okul, başka bir ders oldu. Bütün oyunlardan, sahnede, yeni bir şey keşfettim. Çünkü sadece sizin oynadığınız karakterle bitmiyor, etrafınızdaki oyuncuları izleyerek, onların rollerine nasıl yaklaştıklarını gözlemleyerek, nasıl konuştuklarına, nasıl durduklarına, nasıl oturduklarına, nasıl kalktıklarına bakarak gelişiyorsunuz. Beni burada oynadığım her oyun geliştirdi, daha ileriye taşıdı.

Diğer oyunlar hangileriydi?

Daha sonra Gömü, Ağaçlar Ayakta Uyur, Ay Işığı Sirki, Sandalım Kıyıya Bağlı, Kaşıkçılar… Her başka bir oyuna girdiğinizde, başka bir oyuna çalıştığınızda, başka bir kapı açılıyor. Başka bir ekibe giriyorsunuz, oyuncuları tanıyorsunuz, yönetmeni tanıyorsunuz. O yönetmenin yaklaşımı, bakış aşısı geliştiriyor. Sandalım Kıyıya Bağlı bambaşka bir etki yarattı bizde, çünkü oyun içerisinde çok fazla tiyatro tekniği vardı. Yeri geldi hareket tiyatrosu yaptık, yeri geldi antik tiyatro yaptık, mısır tiyatrosu yaptık. Bunların hiçbiri okulda yoktu. Bunların hepsi en az okul kadar deneyim sağlıyor. Özellikle bu konuda Sandalım kıyıya bağlı benim için ayrı önem taşıyor. İzmir’de en sevdiğim oyunlardan biri, ufkumu açtı ve başka bir noktadan bakmamı sağladı.

Kaşıkçılar ve Sandalım Kıyıya Bağlı’yı izlemek çok güzeldi. Ama Sandalım Kıyıya Bağlı’yı izlemek zor oldu, çünkü bilet bulamıyorduk…

Biz de bilet bulamıyorduk… İkisi de bambaşka oyunlar. Seyirci olarak izlemek de bambaşka, oyuncu olarak katılmak da bambaşka. Hepsi de duygusal anlamda kutsal bir yerde duruyor, ne kadar güzel bir işti diyerek bakıyorum.

Deniz Burak Mersinli (Erkek), Fatma Konu (Kadın), Gizem Güneri ve İlkem Şahiner. (Kaynak: İzmir Devlet Tiyatrosu)

Seyirci de kesinlikle böyle hissediyor. İki oyun da farklı hisler bırakıyor. Şimdi, İki Bekar’da görev alıyorsunuz. İki Bekar’dan kısaca bahsediyorum: Çılgın, takıntılı, kendisine iyi geleceğine inandığı bir ilişki uğruna karşısındaki erkeği her yerde takip eden ve bir şekilde kaderi bükmeye çalışan bir kadının, Shanette Millburn (bu karakteri inanılmaz bir hanımefendi olan Burcu Aksakal canlandırıyordu, parıldıyor) ve en az bu özel kadın kadar çılgın, daha asabi, yalnız bir adamın, Jack Fisher (aynı şekilde, çok yetenekli ve çok beğendiğimiz Serkan Kunter beyefendi canlandırıyordu) ilişkisini izledik. Shanette ve Jack’in komik, çalkantılı, şaşırtıcı ilişkisiyle eşzamanlı gelişen ama daha alışılmış ve pürüzsüz ilerleyen bir kadın-erkek ilişkisini anlatan bir ilişkiyi tipini de görüyorduk. Siz bu ilişkideki Erkek tipiydiniz.

Evet, normal bir ilişki tipi. Aslında, İki Bekar oyunu iki ana karakterden oluşuyor, Shanette ve Jack. Kadın ve Erkek karakteri ve dansçılar yok. Sahne geçişlerinde oyunculara yardımcı olmak amacıyla, yönetmenimizin, Metin Sadık Yağcı Hocamın tercihiyle eklendi. Sahne geçişleri, metinde yazan süreler, bazen altı ay bazen iki yıl oluyor. Kostümler doğallık çerçevesinde değişiyor. Onlar kostüm değiştirirken, biz sahneyi dolduruyoruz. Dans ediyoruz, şarkı söylüyoruz. Kadın ve Erkek tipi olarak anları dolduruyoruz, bu bir komedi oyunu olduğu için çok fazla andan ibaret. Anlık tepkiler, jest mimik dolu olan, bu şekilde güldüren bir oyun. Çok fazla söz de var. İki karakter oyun boyunca konuşuyor, anlatıyor, tartışıyor. Kadın ve erkek tipi bu konuşmaların aralarında nüanslar ekleyerek sahneyi dolduran tipler aslında.

Sahneyi doldurmak dediğinizde, bana olduğundan daha azını söylüyorsunuz gibi geliyor. Belki terimlere alışkın olmadığım için, sahip olduğundan daha az anlam yüklüyoruz gibi sanıyorum. Doldurmak deyince, boşluğu doldurmak olarak düşünüyorum. Çünkü seyirci olarak ben böyle algılamadım, aksine anlatımı güçlendiren bir kontrast olarak algıladım ve çok sevdim.

Bu doğallıkta karşılanıyorsa, zaten biz doğru yapmışız demektir. Yönetmenimizin istediği de zaten buydu. Fatma (Konu) ile biz, bir kadını ve bir erkeği oynuyoruz. Hiç sözümüz yok, oyuna çok az dahil oluyoruz. Ona rağmen oyunun içindeyiz, dümdüz durmuyoruz. Kendi içimizde kendi hikayemizi yazıp oraya çıkıyoruz. Metnin içerisinde yokuz. Kendi ilişkimizi yarattık. İlk sahnede sevgiliyiz, ikinci sahnede evlilik kararı almışız, üçüncü sahnede belki evlenmişiz ve finalde artık çocuğumuzda çıkıyoruz sahneye. O iki tip de bir süreç yaşıyor. Sahneye çıktığınızda konuşmayan bir tip de olsanız, sokak lambası da olsanız, sokak lambası olduğunuza inanmanız lazım. Ağacı bile oynasanız nasıl bir ağaç olduğunuzu bilmeniz lazım. Yeşeriyor muyum, çiçek açıyor muyum? Bu doğallığı yakalarsanız, seyirci de o oyunun bir parçası olarak görüyor, siz de böyle görmüşsünüz, biz de doğru yapabilmişiz. Bu yönetmenimizin bulduğu güzel bir çözüm, farklı bir tat kattı. Bizim için de bir tecrübe oldu. Biz de bu şekilde hizmet ediyoruz. Bizim açımızdan önemli olan bu. Bazen sahnenin içerisindeyiz, bazen pas atıyorlar, oyun veriyorlar, bazen biz onlara oyun veriyoruz. Bir bütünlük sağlanıyor, daha da tat katıyor. Daha da dolu görünüyor. Dolduruyor demek istediğim bu.

Tamam… Daha iyi anladım. Oyuna hazırlık süreci nasıldı? Dans etmek ve şarkı söylemek zor mu? 

Burcu Aksakal (Shanette), Serkan Kunter (Jack), Deniz Burak Mersinli (Erkek), Fatma Konu (Kadın), Gizem Güneri ve İlkem Şahiner. (Kaynak: İzmir Devlet Tiyatrosu)

Bir oyuncu olarak dans edebiliyor ve şarkı söyleyebiliyor olmanız gerekiyor. Bu oyunda yönetmenimiz sahne geçişlerinde, bir komedi oyununa uygun, temposu yüksek, o dönemin müziklerine ve danslarına yakışır ve o dönemi, 70’leri anlatır şekilde bir rejiyle bunu gerçekleştirmek istedi. Tarkan Erkan Hocamız müzikleri ve koreografiyi yaptı. Oyunu daha da doldurdu. Bu da yine yönetmenimizin bakış açısıyla onun yaklaşımıyla gerçekleştirdi.

Pratik olmasını şimdi tamamen anlıyorum, doldurmanın ne demek olduğunu da anladım. Ben bu şekilde izlemeyi o kadar çok sevdim ki, pratiklik dediğinizde hala benim üzerimde yarattığı etkiyi karşılamıyor…

Bu oyunu böyle izlediğiniz için bu oyun böyle doğal geliyor. Dansçılar olmadan, erkek ve kadın olmadan, sadece Shanette ve jack olarak izleseydiniz, demek istediğimi daha iyi anlardınız. Belki seyirci gözüyle bakıp, bir şeyler eklemek ihtiyacı duyuyor? Dans eklemek, şarkı eklemek, daha da canlandırmak, daha da keyifli bir hale getirmek istiyor? Mesela müzikal bir film düşünelim… La La Land? La La Land’de sadece replik olsa, aynı film olmazdı. 

Kesinlikle katılıyorum, ben de bunu ifade etmek istiyorum ama kelimelerde buluşamadık. Şunu düşünüyorum, eğer orada siz olmasaydınız, Kadın ve Erkek tipleri olmasaydı, sadece Shanette ve Jack’in ilişkisine odaklanacaktım. Ne kadar ilginç insanlar, diyecektim!  Orada sizi de görünce, arkada başka bir ilişkinin, normal bir ilişkinin de devam ettiğini görüyorum. Bu kez düşünmeye başlıyorum, karşılaştırıyorum: bu ilişkinin diğer ilişkiden farkı ne, bu insanların o insanlardan farkı ne, ne kadar farklı görünüyorlar, biri ne kadar çabasız ve diğeri ne kadar zor görünüyor, Shanette ve Jack ayrı ayrı ve birlikte olduklarından daha da komik görünüyorlar.

Jack ve Shanette’ten yola çıkıp, Kadın ve Erkek tipine bakıp, hepsini tartıp, kendinize ve kendi ilişkilerinize bakıyorsunuz. Oyun aslında bir komedi oyunu ve aslında oturup düşündükten sonra bütün ilişkileri gözden geçirtebilecek bir oyun.

Değil mi? Ben de öyle düşünüyorum. Karakterler çok sempatik. Sivriler ve uygun olmayan tipler ama sempatik geliyorlar, anlayış gösteriyoruz, ilişkilerinin iyi gitmesini istiyoruz. Mutlu sonla bitmesini istiyoruz. İlginç bir şekilde mutlu sonla da bitiyor. İlginç, çünkü hep uzaklaşıyorlardı birbirlerinden. Ama en sonunda kavuştular, dans edildi, şarkılar söylendi ve mutlu sonla bittiği izlenimi verildi. Sarıldı herkes. Ama… Oyun bittikten sonra, bir huzursuzluk kapladı içimi, bir rahatsızlık geldi. Neden olduğunu anlayamadım. Düşündüm, düşündüm. Neyin huzursuz ettiğini buldum. Mutlu gösterilen son gerçekten mutlu bir son olmayacak hissiydi.

Zaten son replik şuydu, Shanette Jack’e soruyor, biz mutlu olabilecek miyiz? Jack de bütün hayatın bunu merak etmekle geçecek, boş ver diyor. İlişkiler de böyle. Oluyor, ayrılıyorlar. Tam anlaşıyorlar, kopuyorlar. Bütün serüvenlerini yaşayıp kendi benliklerine ulaştıktan sonra birbirleriyle anlaşmaya başlıyorlar.

Aynı insanlar da olmuyorlar artık.

Kesinlikle. Önce kendi varlığını oluşturma çabasındasın, tamam, diyorsun, hazırım. Bu sefer de ilişkideki sen olarak yeni bir serüvene başlıyorsun. Bu serüven hiç bitmiyor. Dedikleri gibi, bütün hayatımız bunu merak etmekle geçiyor. İnsanlar böyle, değişiyor ve farklı durumlarda farklı tepkiler veriyorlar. Ne olacağı hiç belli olmuyor. Hele ki Shanette ve Jack gibi farklı tipler söz konusuysa. Kafanızdaki huzursuzluk da o yüzden olabilir, ikisi de çok uçuk tipler, bunlar olmaz mı acaba demek.

Deniz Burak Mersinli (Erkek), Fatma Konu (Kadın) (Kaynak: İzmir Devlet Tiyatrosu)

Olabilir, doğru. Rahatsız etmesinin bir sebebi de şuydu: karakterler iyi niyetli olsa da, bencil yaklaşımlarından ötürü birbirlerine zarar veriyorlardı. Zarar vermelerini gördüğümüzde, bunu komik bulduğumuzda, güldüğümüzde ve karakterlere sempati duymaya devam ettiğimizde, acaba kötü özelliklerini ve birbirlerine zarar vermelerini geçerli hale mi getirdik? Kabul edilebilir mi oldu?

Kesinlikle. Belki yazarın anlatmak istediği bu… Bazen hepimiz Shanette ya da Jack olabiliyoruz. Biz izlerken, yaa çok yanlış yapıyorlar, diyoruz ama kendi ilişkimizde nasıl davranıyoruz? Bu katarsisi yaşatmak istiyor olabilir. Belki yaptığımız yanlışları ve nasıl yapmamamız gerektiğini söylüyor. İlk randevuda nasıl davranmamamız gerektiğini Jack özetliyor, smokin giymedi diye de bir insana bu kadar yüklenilmemesi gerektiğini Shanette gösteriyor.

Acaba gülmememiz mi gerekiyordu? Daha acımasız mı olmalıydık? Acaba kendimize karşı da daha acımasız mı olmalıyız böyle konularda? O kadar uçuk ve o kadar sivri şeyler vardı ki, bunlar bize hayatın parçası gibi geliyor en sonunda.

Kesinlikle, doğru bir yaklaşım. Güldürürken düşündürüyor. İlişkilere bu çerçeveden bakıp kendi ilişkini düşündüren bir oyun. Bu çelişkiyi yaşatıyor. Komik, ve inan, ben görevliyim, arkada devamlı dinliyoruz, görev icabıyla dinliyoruz ama izliyoruz da aynı zamanda, bize de düşündürüyor. Ben de kendi ilişkilerimden pay çıkarıyorum. Kadın ve erkek tanımlamalarını düşünüyorum. Burada hata yapmışız, gerçekten böyle yaklaşıyoruz, diyorum. Seyirciye de bunu yaşatıyor. Gülsek mi ağlasak mı? Güldüğün taraf Shanette ve Jack, gülmek istemediğin taraf kendi içindeki  tarafın, maalesef. İnsan kendine daha zor gülüyor. O yüzden tiyatro var.

Çok güzel söylediniz. Shanette ve Jack’in geliştiğini gördük bu sayede. Kadın ve Erkek tipleri de bir yoldan geçtiler, daha normal bir yoldan geçtiler. Onlar için de mutlu olacaklar ya da olmayacaklar diyemeyiz. Acaba bu mutluluk kadın erkek tipleri için de geçerli midir? Mutluluk bir son mu oldu?

Bu da bir bilinmezlik. Onlar çocukla Paris’te bir balayı yapıyor olabilirler. Birçok farklı ilişki türü var, çocuklu olup mutsuz olan, çocuğu olmayıp mutlu ilerleyenler de var. Bu tamamen oyundan çıktıktan sonrası, oyun aslında Jack Shanette’i öptüğünde bitiyor, final dansı, ve perde. Oyun orada bitti. Konu bitti. Geri kalan bütün konu, bütün serüven seyircinin kendi hayatında başlıyor. Bunları düşünüyor olmanız, Jack ve Shanette mutlu mu, Kadın ve Erkek tipleri mutlu mu, hala katarsisi yaşıyor olduğunuzu gösteriyor. Aslında, çocuğum olsa, ben bu Kadın ve Erkek tipinde bir ilişkide olsam mutlu olabilecek miyim, veya ilişkiye Shanette ya da Jack gibi yaklaşsam mutlu olabilecek miyim diye düşünüyorsunuzdur belki. Hep bir arayış içindeyiz, son repliklerde dedikleri gibi, sen hep bunu arayacaksın, boş yere merak etme diyor yani. Herkes için böyle. İlişkiler çok özel, bütün ilişkiler kendine özgü. Yürüyüp yürümeyeceğine de onlar karar veriyor.

Şunu söyleyebiliriz, Jack Shanette’i öptüğünde oyun bitiyor ama bizim kafamızdaki ilişkiler ve ilişki fikri sonu olan bir şey değil. Dolayısıyla, mutluluk da bir mutlu son değil.

Tabii, mutlu son da klişe, son diye bir şey de yok. Tiyatroda, bu oyunda, son sahne Jack’in Shanette’i öptüğü son sahne olduğu için mutlu son diyoruz. Mutlu ayrıldıklarına inanıyoruz. Gerisi bilinmezlik.

Pekala… Şimdi oyunlar devam ediyor. Bundan sonrası için planlarınız veya hayattan beklentileriniz var mı?

Devlet Tiyatrosu’nda oynadığım başka oyunlar da var. Yeni oyunlar repertuara alınırsa, o oyunların prova süreçlerine başlayacağım. Oyunlar prömiyer yapana kadar provalara giderim. Bu süreç içinde turne, festival olursa onlarda görev almaya devam edeceğim. Kısa vadeli bir planım yok.

Uzun vadede göğüslemeyi sabırsızlıkla beklediniz bir zorluk var mı? 

Kişisel olarak hep bir süreçten geçiyoruz, maddi ve manevi bir zorluk içindeyiz. Hayatın içerisinde olduğumu hissediyorum, yaşadığımı düşünüyorum. İleride ne yaşarım diye bir beklentim yok. İki üç yıl öncesinde bunu sorsaydınız şunu istiyorum diyebilirdim, şu anda süreci yaşıyorum. Burada öğrenmeye devam ediyorum, her sezon yeni oyun, yeni ekip. Daha da ileride, beş on yıl sonra, idealist olarak ne yapmak nerede olmak nerede durmak istiyorsun diyecek olursanız, o da bir bilinmez, süreci yaşıyorum. Nasıl bir iş çıkacağı, nasıl bir fırsat çıkacağı belli olmuyor. Biraz kişisel, biraz özgüvenle alakalı. Oyunculuğunun farkında, kendinizi daha başka işlerde daha fazla çalıştığınız bir iş temposu içinde görmek istiyorsanız, bu kişisel bir durum. Ben devlet tiyatrosunda sanatsal ve idealist bakış açısıyla yeterli tatmini yaşıyorum. Oynadığım oyunlarda edindiğim tecrübelerde ve edineceğim tecrübelerle tatmin oluyorum. Gayem kalıcı olarak çalışabilmek. Sinema da oynamayı isterim. Sinema filminde rol almayı, kendimi ekranda görmeyi isterim. Böyle bir hayalim de var. Şu anda Devlet Tiyatrosu’nda pişmeye devam ediyorum. Evet, tekliflere açığız, her oyuncu gibi.

Hep oyunlardan, oyunculuktan konuştuk. Seyirciye söylemek istediğiniz bir şey var mı?

Kimin okuyacağına bağlı olarak, seyirciye şunu söylemek isterim, yaptığımız iş emek sarf ettiğimiz bir iş, baştan var ediyoruz, prova ediyoruz, sıfırdan yaratıyoruz. Meşakkatli bir iş, saygı duyulması gereken bir iş. Seyircinin tiyatrodan ve oyuncudan beklentisi vardır elbette. Benim oyuncu olarak, tiyatrodan bütünüyle ve seyirciden beklentim nedir? Seyirci tiyatroyla bir bütün. Seyirci olduğu sürece tiyatro var. Seyirci izlediği sürece oyuncu oynuyor. Bu bütünlüğü seyircinin de kavramasını istiyorum. Seyircinin de oyuna hizmet ettiğini bilmesini isterim. Sinema filmi izlemek gibi değil, tiyatro canlı, samimi, gerçek. Oyuncu gerçek olmaya çalışır, bir olmaya çalışır. Seyirci oyuna karşı sorumluluğunu yerine getirmeyince oyuncu da motivasyonunu kaybeder. Seyirci de bütünün bir parçasıdır, bunu hissetmeli, bu oyuncuya da geçmelidir. Oyuncunun da vazifesi bu aynı zamanda, seyirciyi dahil etmeli. Bilinçsiz bir şekilde gelip tiyatro izlenebiliyor, oyun ne anlatıyor, oyundaki kişiler kim bilinmeden geliniyor. Bu benim için üzücü bir durum. Seyircinin tiyatroya hizmet ettiğini biliyor olması gerekiyor. Tiyatroya yaklaşırken hep oyunculuk merak edilir, yönetmenin bakış açısı merak edilir, çalışanların ne düşündüğü merak edilir. Ama seyirci de merak edilmeli, seyirciye de pay düşüyor, izleyerek ve bütün olduğunu bilerek.

Tekrar teşekkür ederim, benim hazırladıklarım bu kadardı, çok zevkli bir söyleşi oldu. İyi ki varsınız.

Siz iyi ki varsınız. Bu kolektif bir iş, siz olmazsınız tiyatro da olmaz.

 

 

 

İzmir Devlet Tiyatrosu oyunlarını ve programını takip etmek için: İzmir DT

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

SON YAZILAR

Shakespeare, Kafka, Orwell, Dostoyevski ve günümüz

Okuyanın okuduğundan, yazanların okunmadığından hemen herkesin kitapların pahallılığından yakındığı günümüz sularında edebiyat sandalında bir gezintiye ne dersiniz?

Your Stage + Art: Müziğin evrenselliğini kutlayan bir sahne

Bugün paylaşımcılığın ve özgürleşmenin buluştuğu ortak noktadan, müzikten konuşacağız. Your Stage + Art, müziğin insanları bir araya getirme gücüne inanan, müzisyenlere eşit ve özgür şartlar altında müzikseverlerle buluşma imkânı sunmaya çalışan bir oluşum. Sanatla ilgilenen herkesin yeteneklerini...

Edebiyat tekeli ve kırık kalemler

Ülkemizde okuma alışkanlığının çok fazla olmadığını biliyoruz. Bunun için çevremize bakmamız bile yeterli ama gelin sayılara da bir göz atalım. TÜİK’in 2023 yılında yaptığı araştırmaya göre...

İşçi Filmleri Festivali başlıyor

18. İşçi Filmleri Festivali, 14-19 Ekim tarihleri arasında Ankara’da sinemaseverlerle buluşacak. 14 Ekim günü saat 18.30’da Kavaklıdere Sineması’nda oyuncu Gözde Duru’nun sunuculuğunu yapacağı açılışta Sputnik’te...

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol