Sanat; insanın aklıyla, ruhuyla doğaya ve çevresine dokunuşudur.
John Bramblitt, 2 yaşından itibaren epilepsi hastalığından muzdarip olmuş ve hayatını birçok alanda hastalığı sebebiyle kısıtlamak zorunda kalmış bir insan. 11 yaşından itibaren gözleri zayıflamaya başlayan Bramblitt’in daha da ağırlaşan hastalığı, onun görme gücünü de çalarak 30 yaşında tamamen kör bırakmış. Resim yaparak duygularını tuvallere dökmek isteyen genç adam, kör olmanın getirdiği depresyondan ancak bu şekilde kurtulabilmiş.
Hayatından renkleri çalan bu hastalık, onu daha yaratıcı bir birey olmaya zorlamış. Gözlerini kaybetmesinin ardından girinti ve çıkıntılar oluşturarak dokunma duyusuna hitap eden özel bir boyayla çalışmalara başlamış. Renklerin ayrımını da boyaya dokunarak yapabilen Bramblitt, eserlerini kafasında yaşadığı bir anı madde formuna dökebilmenin mutluluğuyla oluşturuyor. Bu sürecin hayatında ne gibi etkilere sebep olduğunu şu sözlerle aktarıyor:
“Hayatıma dair beslediğim tüm umutlar, tüm planlar yok oldu. Sadece bunalımda değildim, adeta mateme bürünmüştüm. Tüm hayatıma dair her şey, hayatımın her bir parçası ölmüştü ve artık yoktu. Kendimi sıfıra dönmüş gibi hissettim ve kendime güvenim uçup gitmişti. Ancak şu an, yaşadığım tüm zorluklara minnettarım diyebilirim. Hayatta karşılaşılan sıkıntılara, sorunlara bir engel gibi değil bir deneyim gibi bakmanın ne kadar önemli ve güzel olduğunun farkına vardım.”
Umutları ve hayallerini kaybettiğini sanıp yaşama küsmesinin ardından Bramblitt, gün ışığını parmak uçlarında hissederek ruhunu boyalara döküyor. Aklından geçenleri, “fiziksel engellere” aldırmadan katman katman boyalarla bizlere sunuyor.
Kaynak: My Modern Met
Hazırlayan: Esra Aydın