Hem ekofeminizm hem vegan feminizm kadınların, doğanın ve hayvanların üzerindeki ataerkil kapitalist baskının nasıl ortak sömürü hikayeleri ortaya çıkardığını yıllardır tartışıyor. Üstelik bunu, sadece bu akademik çalışmaların ya da bu düşüncelerin etrafında gelişen aktivist hareketlerin ışığında değil, gündelik yaşantılarımızda karşımıza çıkan örneklerden de anlayabiliriz. Nitekim Gina ve Dina’yı rahatça öldüren, Karaburun kumsalına düşünmeden beton döken, hayvanların yaşam alanlarına saldırıp onları öldüren, kadınların yaşamı üzerinden pazarlıklar yapan tastamam aynı sistem değil mi?
İstanbul Sözleşmesini tırnaklarıyla kazıyarak elde eden bu coğrafyanın kadın hareketi, Osmanlı’dan günümüze Ermeni, Kürt, Rum, Türk, Yahudi, Alevi kadınların bir arada yürütülen bir mücadele tarihine sahip. Dernek ve basın ile başlayan, lobi çalışmalarından sokak eylemlerine taşan feminist mücadelenin kazanımlarından biri olan İstanbul Sözleşmesi, tahrik indirimi gibi yollarla uygulatmayan bir yönetimin imzasıyla geçersiz sayıldı. Aynı imza, kanal İstanbul projesine de atıldı. Yani tek bir imzayla hem kadının hem doğanın katli normalleştirildi.
Aynı şekilde Kuzey Ormanları ve diğer doğal alanları tehdit eden, yok eden bu zihniyet, hiçbir savunu hareketinin sesini dinlemiyor. Öyle ki Kuzey Ormanları Savunması, yıllardır doğanın sömürüsünü, yanlışları ve mücadeleyi gündeme taşıyor ama ne yazık ki buradaki mücadele de yok sayılıyor ve burası da rant ile yok ediliyor.
Tahakkümün kaderdaş eylediği bir başka tür de hayvanlar. Doğal alanlara insan müdahalesiyle yaşam alanları daraltılırken av ihaleleriyle ölüme gönderiliyor. Her ne kadar iptal kararları alınmış gibi görünse de yeni ihaleler ile hayvanların spor adı altında öldürüldüğü bir düzen kuruluyor.
Benzer düzen kadınlar için de yaşam hakkını, özgürlüğünü görmezden gelen farklı bir plan yapıyor. Türcülük ve cinsiyetçilik işte tam da burada kesişiyor. Avcılık ihaleleriyle hayvanların yaşam hakkı nasıl umursanmıyorsa 6284 Sayılı Kanunu kaldırmak üzerine yapılan pazarlık da kadının varlığını, özgürlüğünü umursamıyor. Bunlar hep iç içe mevzular ve ardı ardına geliyor. Kadının, doğanın ve insan olmayan hayvanların üzerindeki tahakküm, sömürüyü ve şiddeti normalleştirirken tüm özgürlükleri pazarlık konusu yapabiliyor.
Yüzyıllardır süren ataerkil kapitalist ve insan üstünlüğüne dayanan bu sistem elbette ki iktidar değişikliğiyle ortadan kalkmaz ama seçime giden bizlerin sanıyorum ki şunu düşünmesi gerekiyor. Haklarımızı savunmamız, derdimizi anlatmamız için daha demokratik bir ortama ihtiyacımız var. Anca o zaman kadınların gasp edilen haklarını, talan edilen doğayı, hayvanların bizden aşağı olmadığını sesimiz kısılmadan anlatabiliriz. Aksi takdirde bizi neyin beklediğini muhaliflerin idam edildiği, kadınların zehirlendiği İran’dan, oy kullandığı için parmağı kesilen Afgan kadınlardan, kız çocukları okusun dediği için vurulan Malala’dan hepimiz tahmin edebiliyoruz.