“There’s nothing inherently liberating in covering up, just as there’s nothing inherently liberating in wearing next to nothing. But the liberation lies in the choice.” -Hanna Yusuf (Nina Friend alıntısı, 2015).
İdeal bir dünyada, eğer kadın kendi iradesiyle çıplak olmak veya burka altında olmak istiyorsa bu kendi şahsi seçimi olduğu için özgürleştirici, kadının ne giydiği veya giymediği kadının seçimi değilse baskılayıcı ve kısıtlayıcı sayılmalıdır. Kısacası, özgürlük seçimde ve iradede gizlidir. Ancak ideal bir dünyada yaşamıyoruz.
Kadının çıplaklığını veya kapalılığını özgürleştirici veya baskılayıcı yapanın ne olduğu birçok başlık altında inceleyebiliriz. Ben bu yazıda 3 temel başlık altında inceleyeceğim. İlki devlet yasakları, ikincisi din, üçünüsü kadının cinsel obje haline getirilmesinin yarattığı çeşitli sonuçlar.
Devlet Yasakları
Kadının ne giydiği çok uzun yıllardan beri politik tartışmaların konusu olmuştur. Örneğin, Batı’daki birçok feminist burka girmeyi kadını baskılayan bir eylem olarak görüyorlar. Hatta, Fransa 2010 yılında kamuya açık yerlerde burka ve hijab girmeyi yasaklayan bir yasa çıkarmıştı. Burka ve hijabların teröristlerin silahlarını saklamak için kullanıldığını ve kadının özgürlüğünü kısıtlayıcı olduğunu savunarak, burka ve hijabları “ulusa yönelik bir tehdit” olarak tanımladılar (Roberts, 2011).
Bu yasağı kişisel irade ve seçim yönünden incelediğimizde; kadının burka giymesinden ziyade, kadına ne giyip ne giyemeyeceğini söyleyen bir devlet daha baskılayıcı sayılabilir diye düşünüyorum. Devletin kadının vücudu üzerinde bu denli söz sahibi olması kadının vücudunun özerkliğini ve mülkiyetini kadından alıp devlete veriyor. Kadının kendi vücuduna dair olan mülkiyeti kaybetmesi de baskılayıcı ve kısıtlayıcı oluyor.
Öte yandan, burka ve hijab giymenin sembolik olarak kadını küçültücü ve baskılayıcı bir anlamı da olabilir. Kadının vücudunu ve cinselliğini saklaması gerektiğini, vücudundan utanması gerektiğini veya dış gözlerden kaçınması gerektiğini ima edebilir. Bu durumda, vücudunu gösteren kadınlar suçlanabilir ve aşağılanabilir. Bütün bu sembolik imalar burkayı baskılayıcı kılıyor diyebiliriz. Bu düşünceye benzer düşünen FEMEN de Fransa’daki yasağı desteklemişti ve burkanın islamist bir baskı olduğunu, kadınların öz iradeleriyle burka giymeyi seçmediğini ve burkanın kadının patriarkal düzende köleleştirilmesinin bir sembolü olduğunu öne sürmüştü (Natalle, 2015).
Burka giymenin devlet eliyle yasaklanmasına benzer olarak, devletler yasa eliyle burka giymeyi zorunlu da kılabiliyor. Bu tek tip bir kültürel ve dinsel normu kadınlara zorluyor ve kadının özgür iradesini hiçe sayıyor.
Burada ikili bir çatışmayla karşılaşıyoruz. Burka giymeyi yasalarla zorunlu kılanlar da yasaklayanlar da, kadınlar adına neyin özgürleştirici neyin baskılayıcı olduğunu söylüyorlar ve kadınlar yerine karar veriyorlar. Ben, asıl baskılayıcı olanın burka giymek veya giymemek olduğunu düşünmüyorum; kadının seçiminin elinden alınması ve toplumdaki cinsel eşitsizlikler ve adaletsizlikler kadını baskılayan asıl olgular. Ancak, kadının seçimi ne derece özgür olabilir? Kadın ne derece kendini yaşadığı toplumdaki kültürel ve dinsel normlardan uzak tutabilir ve kendi kararını verebilir? Bu sorular bizi ikinci başlığa, din başlığına yöneltiyor.
Din
Din kişisel bir inanç sistemi ve seçim olmalıdır, ancak insanlar davranışlarını din ile meşrulaştırdıkları için din daha büyük bir sistemin parçası ve birçok politik tartışmaların konusudur.
Dinin bu politik yönü yüzünden; burka giyen kadını yalnızca ve basitçe kendi dinine göre giyinen bir kadın olarak görmek mümkün değil. Burka giyen kadın; kadının cinselliğini küçümseyen, vücudunu tehlikeli ve utanılacak bir şey olarak gören bir düşüncenin de politik bir sembolü haline gelebiliyor. Kısacası, kadının kendi isteğiyle burka giymesi burkanın özgürleştirici sayılması için yeterli değil, ne inançla giydiği ve neyi sembolize ettiği de özgürleştirici veya baskılayıcı olmasında etkili.
Diğer yönden, kişilerin dini inanışları kadın vücudunu ve giysilerini nasıl gördüklerini de etkiliyor. Bir araştırma, daha dindar olan insanların reklamlardaki çıplak kadınlara yönelik daha olumsuz duygular beslediğini göstermiş (Amor & Ghachem & Garrouch & Mzoughi, 2014). Yani, bazı dindar kesimlerde dekolteli giysiler ve çıplaklık aşağılanacak utanılacak bir şeymiş gibi algılanabilir.
Burka giymenin yasak olduğu bir ortamda burka giyen kadın kendi vücudu üzerindeki kontrolü geri kazandığı için burkası özgürleştirici sayılabilir. Aynı şekilde, kadın vücudunun saklanması veya utanılması gereken bir şey olduğu düşünülen dindar bir ortamda, kadının çıplaklığı da özgürleştirici sayılabilir. Kadının çıplaklığından bahsettiğimizde o çıplaklığın objeleştirilmesinin getirdiği sonuçlara da değinmemiz gerekir. Bu da bizi üçüncü ve son başlığımıza getiriyor.
Kadının Objeleştirilmesi
Burka altındaki kadın bedeni karşısında çıplak bir kadın bedeni, özgürleştirici mi baskılayıcı mı?
Medyadaki cinselleştirmeyi konu alan büyük bir meta-analiz çalışması, kadınları medyada cinsel obje olarak gösteren resimlerinin kadınları ve erkekleri olumsuz yönde etkilediğini ortaya çıkarmış (Ward, 2016). Kadınlar vücutlarından memnun olmuyorlar ve beden algılarında sorunlar yaşıyorlar. Erkekler ise şiddeti daha kabul edilir görmeye başlıyorlar. Örneğin; bu resimlere maruz kalan erkekler cinsel istismar kurbanlarına karşı daha az empati göstermişler, daha fazla cinsiyetçi düşünceler ve davranışlar sergilemişler. Kadınlar ise, gördükleri objeleştirilmiş kadın sporcuları daha az zeki ve daha az becerikli olarak değerlendirmişler. Ayrıca, hem kadınlar hem de erkekler bu objeleştirilmiş resimlerdekileri kadınların daha az duyguları, fikirleri ve kimlikleri olduğunu düşünmüşler.
Bu analizden anlayabileceğimiz gibi, kadın obje haline getirildiğinde duyguları ve zihni olmayan bir nesne haline geliyor, duygusu ve zihni olmayan bir nesneyi üzmek ve ona zarar verebilmek de çok daha kolay hale geliyor.
Bir diğer araştırma Türkiye’deki Cosmopolitan dergisini incelemiş ve kadınların reklamlarda genellikle cinsel kimlikleriyle öne çıkarıldığını ve reklamı yapılan üründen daha fazla vurgulandıklarını ortaya çıkarmış (Güdekli & Çelik, 2014). Bir başka araştırma ise Rolling Stones dergisini incelemiş ve kadınların başarısı artıkça dergi kapağında daha az yer aldıklarını göstermiş (Hatton & Trautner, 2013). Hatta, kapakta yer aldıklarında çoğunlukla cinsel obje haline getirilerek yer alıyorlarmış. Araştırmacılar bu tarz bir objeleştirmenin, başarılı kadınları kontrol ederek ve baskılayarak onların başarılarının tehditini azaltmak için kullanıldığını savunuyorlar. Yani, kadınlar yalnızca vücutlarıyla öne çıkarıldıklarında diğer kimlikleri, kişilik özellikleri, becerileri, yetenekleri, sanatları, ve başarıları geri planda kalıyor ve temsil edilmiyor; böylece kadınlar bir kez daha baskılanıyor.
Öte yandan, kadının cinsel obje haline getirilmesinin bazı kadın grupları için olumlu sonuçları da olabilir. Kadınların cinselliklerinin ön planda olduğu resimler kadınların cinsel kimliklerini kabul etmelerine, vücutlarını olduğu gibi kabul etmelerine, ve yıllardır kadınların vücuduna yüklenen “utanç” duygusunu yenmelerine yardımcı olabilir. Direk dansçılarıyla yapılmış bir araştırma, dansçıların cinselleştirmeden memnun olduklarını ve direk dansının vücutlarını kabul etmelerine ve olumlu bir vücut algısı geliştirmelerine yardımcı olduğunu göstermiş (Pelizzer & Tiggemann & Clark, 2016).
Bu araştırma sonucunu düşündüğümüzde, kadının kendi isteğiyle vücudunu kullanması ve cinselliğini istediği şekilde ifade edebilmesi onu özgürleştiren en temel şey diyebiliriz. Örneğin, 1960’lı ve 80’li yıllarda gerçekleşen cinsel devrim kişinin cinsel kimliğini ve yönelimini özgürce ve normlara bağlı kalmadan ifade edebilmesi üzerineydi, bu devrim birçok olumlu gelişmeye yol açtı. Yeni doğum kontrol yöntemleri çıktı ve eşcinsellik hastalık olarak görülmemeye başladı ve DSM’den (psikolojik hastalık tanı kitabı) çıkarıldı.
Kadının cinselliştirilmesinin ve cinselliğini ifade edebilmesinin bir başka olumlu sonucu daha var. Normalde, eşcinsel veya siyahı queer kadınlar gibi marjinalleştirilmiş azınlıklar kendine medyada cinsellikleriyle yer bulamıyorlar, bu da onların az temsil edilmesine ve cinselliklerinin ötekileştirilmesine yol açıyor. Medyada cinsellikleriyle yer alabildikleri zaman cinsellikleri ve cinsel yönelimleri temsil edilmiş ve varoldukları kabul edilmiş oluyor; bu da onları özgürleştiriyor ve güçlendiriyor (Randazzo, Farmer, and Lamb, 2015).
Bütün bu araştırmalar ve fikirleri hesaba kattığımızda, kadını cinselleştiren ve cinsel obje haline getiren resimlerin hem olumlu hem de olumsuz sonuçları olabileceğini görebiliyoruz.
Peki ne şekilde bir resim olumlu sonuçlara yol açar ve kadını baskılamaz? Cevap, resimin ne şekilde ve ne amaçla sergilendiğinde yatıyor. Eğer kadın sadece erkek gözü ve arzusu için obje haline getirildiyse bu cinsiyetçi olduğu için kadını baskılayan bir resim haline geliyor. Hatton and Trautner’a göre (2013), bikinili bir kadın resmi kadını güçlendirici ve özgürleştirici olabilir; ancak eğer kadın parmağını ısırıyorsa, yerde yatıyorsa ve bacaklarını açtıysa o zaman kadın sadece bir cinsel obje halinde sergilenmiş oluyor ve bu özgürleştirici bir resim olmuyor.
Çoğu zaman toplum, reklamlarda erkek gözü ve arzusu için kullanılan kadın çıplaklığını yadırgamıyor ve yargılamıyor. Birçok araba reklamında olduğu gibi… Ancak, eğer kadın kendi isteğiyle kendi için çıplaklığını kullanmaya ve sergilemeye başlarsa o zaman yadırganmaya başlıyor. Örneğin, dekolte giyip süslenmiş ve gece eğlenmeye çıkmış bir kadının yadırganması gibi.
Kısacası; kadını özgürleştiren veya baskılayan yalnızca ne giydiği, çıplaklığı veya cinselleştirilmesi değil. Kadını baskılayan asıl şey; ona ne giyeceğini söyleyen, özgür iradesini ve seçimlerini yoksayan, cinselliğini dilediğince ifade edemediği, cinsiyetçi yargılar ve eşitsizliklerle dolu bir dünya.
Yazının başında belirttiğim gibi; özgürlük seçimde ve iradede gizlidir. Dilerim, bir gün normlardan ve baskılardan uzak herkes için özgür ve eşit bir dünyada yaşayabiliriz.
Kaynaklar:
Amor, N. H. E. B., Ghachem, M. S., Garrouch, K., Mohamed, N. M. (2014). Female Bareness in Print Advertisements: Do Religiousity and Gender Matter?. International Journal of Marketing Studies, 6(3), 97-110. doi:10.5539/ijms.v6n3p97
Friend N. (2015). ‘My Hijab Has Nothing To Do With Oppression. It’s a Feminist Statement’. Retrieved from http://www.huffingtonpost.com/2015/06/24/my-hijab-has-nothing-to-do-with-oppression_n_7653888.html
Güdekli, İ. A., Çelik, İ. (2014). Using Woman in Advertisement as a Symbol of Sex: Cosmopolitan Magazine Example. Journal of Yaşar University, 9(35), 6099-6260.
Hatton, E., Trautner, M. N. (2013). Images of Powerful Women in the Age of ‘Choice Feminism’. Journal of Gender Studies, 22(1), 65-78. Retrieved from http://dx.doi.org/10.1080/09589236.2012.681184
Natalle, E. J. (2015). FEMEN and Feminism Without Boundaries. Women’s Studies in Communication, 38, 380-383. doi:10.1080/07491409.2015.1088293
Pelizzer, M., Tiggemann, M., Clark, L. (2016). Enjoyment of Sexualisation and Positive Body Image in Recreational Pole Dancers and University Students. Sex Roles, 74, 35-45. doi: 10.1007/s11199-015-0562-1
Randazzo, R., Farmer, K., Lamb, S. (2015). Queer Women’s Perspectives on Sexualization of Women in Media. Journal of Bisexuality, 15(1), 99-129. doi:10.1080/15299716.2014.986315
Roberts, A. (2011). Veiled Politics: Legitimating the Burqa Ban in the French Press (A Master Thesis).Georgia State University, US. Retrieved from http://scholarworks.gsu.edu/communication_theses/78/
Ward, L. M. (2016). Media and Sexualization: State of Empirical Research, 1995-2015. The Journal of Sex Research, 53(4-5), 560-577. doi:10.1080/00224499.2016.1142496