Ana SayfaGüncelKendi yolunda olmak... Lou Andreas Salome

Kendi yolunda olmak… Lou Andreas Salome

-

Yolundan gitmek, hayatının dönemeçlerinde kendi kararlarını vermek, sesini duyurabilmek ve de en önemlisi “Hayır” demek… İşte tüm bunların hepsini yapabilen, eril kalemlerce başına buyruk diye ithamlarda bulunulan, istemediği erkekler tarafından karalanan özgür bir isim Salomé.

Henüz gençken rahip Hendrik Gillot ile hayatına bir yön aramaya kendisi karar vermişti. Gillot ile yürüttüğü tartışmalarda felsefe ve edebiyata olan aşkını fark etmiş ve bu tutkusunun onu belki de dünyanın en özgür kadını yapacağını daha yolun başında sezmişti. 1800lerin ikinci yarısında özgür bir kadın! Sene 2020, henüz hangi yoldan giderek okuluna, evine ulaşacağını bil(e)meyen ya da bilmesine fırsat ya da izin verilmeyen gençlerimiz… Politikadan, felsefeden ve edebiyattan uzakta yarattığımız görünmez fanuslarda büyüyen taptaze gençlikler… Kendi kararlarını almasın ya da karar alırken psikolojisi zorlanmasın (!) diye hayatları projelendirilmiş, farkındalıkları esasen çok düşük olan tazecik beyinler… Daha sizler, neleri ıskaladığınızı bilemeden programlanmış hayatlarınızı yaşamaya mahkum olan gençler…

Salomé, çoktan karar vermişti henüz 19 yaşındayken hayatının rotasına ve annesine, tabulara karşı gelerek Zürich’e yüksek öğrenim almak üzere gitmişti. O zamanlarda kadınların üniversite okuması Rusya’da yasaktı; ama kendinden emin genç Salomé içindeki o boşluğu sanatla, bilimle, felsefe ile doldurmaya kararlı idi. Salomé burada teoloji, felsefe ve sanat tarihi eğitimi alacaktı ve  24 yaşına geldiğinde ‘Tanrı ile Savaşım’ adlı ilk romanını yazacaktı.

“…Dünya sana hediye sunmaz, inan bana. Bir yaşam istiyorsan, çal onu…Var olmak! Ve düşünmek! Bin yıllarca…”

Ancak 21 yaşına geldiğinde yakalandığı bir rahatsızlık sebebiyle annesi onu Roma’ya götürmüştü. Malwida von Meysenbug annesinin bir arkadaşıydı ve onun Roma’daki evine gelmişlerdi. Malwida, yazar Paul Ree’nin de yakın arkadaşıydı. Ree, Malwida’yı Roma’daki evine ziyarete geldiğinde Salomé ile tanışmış ve bu özgür ruhlu, kıvrak zekalı kadından oldukça etkilenmiş olacak ki; kısa bir süre sonra kendisine evlenme teklifi etmişti. Ancak Salomé evliliği zihinsel olarak gerçekleştirebileceğine inandığından, yine kendi yolunu seçerek, bu teklifi kabul etmemiş ve arkadaşlıklarını devam ettirmek istemiştir. Ree ile beraber yaşamaya karar veren Salomé, annesi ile Rusya’ya geri dönmemiştir. Sene 1800lerin sonu. Salomé kendi iradesi ile İtalya’da bir erkek arkadaşının evinde yaşamaya başlamıştır. Sene 2020 üniversiteli gençlerin beraber kalmalarına yakışıksız sıfatlar yapıştıran profesörler, siyasetçiler… Dünya mı tersine gidiyordu, yoksa biz mi çok geç kalmıştık bilinmez; ancak görünen o ki, tek bir hayatı olan biz insanlar, başkalarının ayıplamaları, yargıları ve düşünceleri ile mi hareket etmeliyiz veya hayallerimizin peşinden, sevgimize, saygımıza inanarak mı devam etmeliyiz? Bu sorunun cevabını siz biliyorsunuz.

Salomé, 1882 yılının Mayıs ayında tanıştığı Nietszche’ye çok büyük acılar çektiren ve çok da ilham veren bir kadın olarak, Irvin Yalom’un “Nietzche Ağladığında” ve Lance Olsen’in “Nietzsche’nin Öpücükleri” adlı romanlarına konu olacaktı. Nietzsche’nin kadın düşmanı olmasındaki en büyük sebebin de o olduğu iddia edilmişti. Peki iddia edenler kimlerdi? Eril zihniyet, Nietzsche’nin kendisi, Salomé’nin annesi? Bir erkek reddedildiği zaman, onunla bir gelecek öngörmeyen kadına sevgisini ve saygısını kaybetmeli miydi? Bir ilişkinin olgunlaşmayacağına inanan taraflardan birinin diğerinin canını sırf reddedildiği için yakması, incitmesi, onu üzmek istemesi ne kadar normaldi? Okuyunca tekrar düşünün bu satırları; makul ve medeni bir şekilde seçim hakkı olan bizlerin kararına saygı duymayanların yaşıyor olması ve sadece istemediğini söylediği, “hayır” dediği için hayatlarını kaybedenlerin olması ne kadar akıl almaz değil mi? Şimdikilerin bazıları, kendisini dizilerden/filmlerden fırlayan bir karakter sanarak “ya benimsin, ya kara toprağın” klişesinde ne kadar ufaldıklarını ve onurlarını kaybettiklerini kavrayamayan bir sığlıkta cebelleşip duruyorlar. Acınası… Oysaki Salomé, Nietzsche ile olan arkadaşlığına bir son vermeyecekti. Özgür bir kadın olarak bedenen değil, zihnen beraberliğe inanıyordu. 

“Kesinlikle kendi hayatımı yaşayabilirim. Ve ne olursa olsun bunu yapacağım. Böyle davranarak hiçbir ilkeyi temsil etmiyorum; ama çok daha güzel, benim içimde olan bir şeyi, tamamen yaşamın sıcaklığı olan, neşe dolu ve kaçıp gitmeye çalışan bir şeyi temsil ediyorum.”

Sene 2020. Sadece Türkiye’de 234 kadının öldürüldüğünü bir faiz oranı gibi açıklayan bakanlar, erkeklere “kendinize gelin” diye ayar çekiyor. Kanun, yasa, hak, hukuk … 1800lerin kadınları daha mı özgürlerdi yoksa bizim zamanımızın yanında. Yılın neredeyse her günü katledilen hayatlar… Kendi hayatını özgürce yaşamana izin vermeyen, yaşam hakkını koruyamadığın bir dünya. 

Lou Andreas Salomé, 1900lerin başında, 50 yaşına geldiğinde psikolojiye ilgi duymaya başlamış ve Weimar Psiko-Analitik Kongresi’ne katılmıştır. Sigmund Freud ile yolları bu dönemde kesişir. Birbirlerinin zekasına ve görüşlerine hayran olan Freud ve Salomé 25 yıl boyunca mektuplaşırlar. Freud, “korkunç bir zeka… Onun yanına yaklaşan herkes, varlığının samimiyetinden ve uyumundan çok güçlü bir biçimde etkilenirdi; kadınlara özgü zaafların hiçbirinin hatta insani zaafların bile çoğunun onda bulunmadığını, yaşamı boyunca bunları aşmış olduğunu fark ederdi” demiştir. Sene 2020 kaçımız hangi zaaflarından arınabiliyor? Şimdi söyleyeceklerim çok ilkel kalacak Salomé ve Freud’un yanında. Hangi kadın eşit işe eşit ücretle hayatını geçindirebiliyor? Hangi kadın mahalle baskısı, toplum baskısı, devlet baskısı yaşamadan istediği ile görüşebiliyor, istediğini giyebiliyor, istediğini okuyabiliyor, istediği ile konuşabiliyor ya da istediği ile ev arkadaşı olabiliyor? Hangi kadın hayallerinin peşinden, gelecek kaygısı bir yana, yaşamını tehlikeye attığı hissine kapılmadan, sırtında çantası yola çıkabiliyor? Daha pek çok cümle yazabiliriz buraya. Esas sorum şu: Peki biz neden Salomé kadar özgür değiliz? Özgür olduğuna inandığımız neden bir avuç insan var? 

Kendi hayatlarımızı, özgürce yaşayabildiğimiz günlerde …

İyi uykular Salomé…

SON YAZILAR

Yeni nesil ne diyor?

Her şey bir konuşmayla başladı. Bir arkadaşım yeni nesil sözcüklerden bahsediyordu. Konu hakkında konuştukça konuştuk. Dedim, bir yazı yazayım ben de, dergide de bulunsun. Çünkü...

“Gerçeği görüyoruz! Anayasa değişikliğine HAYIR diyoruz!

Feminist ve LGBTİ+ örgütlerin biraraya gelmesiyle kurulan Hepimiz için Anayasa Koordinasyonu "Birbirimizin elini bırakmıyoruz! Hiçbirimizi geride bırakmıyoruz! Anayasa değişikliğine HAYIR diyoruz!" başlıklı açıklamasıyla tüm toplumu...

Hataylılar 6 Ekim’de Meclis’te: #HatayıGör

6 Şubat depremlerinde en büyük yıkımı yaşayan Hatay'da depremin üzerinden geçen 8 aya rağmen hiçbir şey değişmedi. Barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi en...

Vakıf üniversitelerinde neler oluyor?

Üniversiteler tüm bileşenleriyle, emeğin ve bilginin kendini her an yeniden var ettiği mekânlardır. Üniversiteler eskiden beri hep toplumun aklı ve vicdanı olarak görülmüştür. Bu günlerde...

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol