Çevre bilimi ile ekoloji genelde eş anlamlar gibi kullanılıyor. Oysa bu yapılan bir hatadır. Ekoloji, canlılarının hem kendi aralarındaki hem de çevreleriyle olan ilişkilerini tek tek veya birlikte inceleyen bilim dalıyken, çevre bilimi ise çeşitli bilim dallarını içerisinde toplayan, insan doğa ilişkilerini ve çevre sorunlarını inceleyen uygulamalar ve disiplinlerarası bilimdir.
Çevre tahribatı denince, insanların aklına genelde doğanın kirlenmesi (hava, su, katı atıklar, enerji, toprak, yeşil örtü, gürültü) ile alakalı konular geliyor. Oysa kentleşme dediğimiz bir kavram var. Kirlenme dışında da birçok sorun (konut, gecekondu, ulaşım, yeşil alan) çevrede yer alır. Hava ve su kirlenmesi, kıyıların ve yeşil alanların tahribatı, kentlerin kirliği, trafik tıkanıklığı, yaya haklarının çiğnenmesi, hızlı nüfus artışı kentleşmenin doğrudan sonuçlarıdır. Tüm bunlar doğanın kirlenmesine doğrudan etki ediyor. Kentleşme problemleri çevre sorunlarından, bana göre, en önemlilerinden biri.
Çünkü gelecek kuşaklara sürdürülebilir kentler bırakamazsak yaşayabileceğimiz alanlar kalmayacak. Sürdürülebilir kentler de çevre ile barışık şekilde hayata devam etmek ile sağlanır. Bu yüzden kentleşme hassas bir konudur ve titiz çalışmaları içeren şehir planları gerekir.
Kentlileşmek, hukukun üstünlüğüne bağlı, başkalarının haklarına saygılı, kentinin ve çevresinin değerlerine eylemli olarak sahip çıkmasını kendisi için bir yurttaşlık görevi olduğunun bilincine varmış olmak demektir. Birey olarak kendi öz çıkarlarıyla toplumun kısa ve uzun erimli çıkarları arasında kendiliğinden denge kurabilecek düzene erişmiş olmak demektir. (Ruşen Keleş)
Çağdaş bir toplum; toprak, kent ve çevre değerleri üzerinde, gelecek kuşağın haklarını da güvence altına alır. Ciddi bir planlamaya dayanmaması, günübirlik tutarsız ve çelişkili yaklaşımlar sağlıklı ve dengeli kentleşmeye engeldir. Tüm bunların bir sistem içinde ilerlemesi devlet ve belediye gibi tüzel kişiler aracılığı ile gerçekleşir. Elbette, kentleşmede sürdürülebilirliğin sağlanmasını salt devlet ve onun kurumlarına bırakmamak gerekir ki günümüz belediyelerin birçoğu rant peşinde koşarak birçok yaşam alanını yaşanmaz hale çevirdiğini görebiliyoruz. Kısacası, düzensiz kentleşme çevre sorunlarını da beraberinde getirir.
Türkiye’de ise kentleşme, köylünün kente taşınmasıdır. Eğer köylü yeterli geçim kaynağı, olanağı, sağlık veya güvence bulamazsa bulunduğu topraklardan kente göç eder. Bu durumda köylerdeki topraklar işlevsiz kalır. Kentlerde fazla nüfus artışı göç edenlerin sadece bir kısmının iş bulabilmesine neden olur. Birçoğu aslında yine işsiz kalarak yeni sorunların kaynağı olur. Ayrıca, kentlerin bir kısmında kaçak yapılaşmalar baş gösterir.
Kentlerdeki sorunlar insan davranışlarına yansıyarak; insanın çevresine yabancılaşmasına neden olur. Kent içindeki yaşamların kaos ile birlikte devam etmesi, birçok kent sorununun insanlar için normalleşmesi, yeşil alanların azalarak beton kalıplar içinde canlıların yaşaması, kentli insanı adeta şizofren bir yapıya büründürür.
Bu kentler, ne diğer nesiller için sürdürülebilir ne de bizler için sağlıklı. Oysa, ekolojik ve sürdürülebilir kentler imkânsız değil.
Kaynak:
Ruşen Keleş, Kentleşme Olgusu
Bülent Tokuçuoğlu, Çevre Sorunları ve Kentleşme, Çevre Dergisi, Ocak/Şubat/Mart 1993, Sayı:6, Sf:19/21
Kolektif, Ekoloji, Anadolu Üniversitesi Yayını, No: 1964, Eylül 2009