Şehir hayatını terk edip yabana göç eden bir avuç insanın oluşturduğu Kırağı dergisiyle tanıştınız mı? Şehir yaşantısını bırakıp kırlara göç edenlerin yabandaki tecrübelerini anlatan ve iki sayı yayımlanan Kırağı; şehirde sıkışıp kalanlara, kentten kıra göç etmek isteyenlere kırın yolunu gösteriyor…
Konuk Yazar: Leyla Özkaynak
Tekelleşen dağıtım ağını reddeden Kır-Ağı ekibi, kafeler ve kitabevleri üzerinden okuyucuya ulaşıyor. Kır yaşamına dair birçok şeyi okurlarına sunan Kırağı dergisinin yazarlarıyla, derginin hazırlık aşamasını ve kır yaşamını konuştuk.
“Okuyanın içini aşkla umutla doldurmalı, ama sahte umutlarla değil” diyerek çıktığınız bu yolculuk nasıl başladı?
Birbirlerini hiç tanımayan ya da çok az tanıyan, yüzü kentlerdense kırsala ya da yabana dönük, ana akım ve merkeziyetçi ilişkilerden kaçınan, birbirlerinden tamamen uzak farklı kırsal bölgelerde konumlanmış yerleşkelerdik. Bazılarımız niyet etse de henüz yaşam alanını oluşturamamıştı ancak bu niyet onlara konargöçer bir form vermişti. Konduğu yer hep toprak, göç yolu da asfaltlardan çok vadiler ve patikalar üzerindendi. Belki de işte bu kişiler aracılığıyla tanıyorduk birbirimizi, ister istemez habercileri olmuşlardı yerleşenlerin. Birebir tanışmasak da hangi civarda kim yaşıyor, neler yapıyor biliyorduk. Farkında olmadan, “kır ağı” oluşmaktaydı zaten bu dokunuşlarla. Gerisi ince bir hamleye bakıyor. Sosyal medya aracılığıyla, dijital (sanal değil) bir mekânda bir araya geldik. Bir araya gelir gelmez niyet de kendini belli ediverdi zaten: Bu ağı bir bağa dönüştürmek. Basılı dergi fikri -niyetlerin elden ele dolaşan maddileşmiş hali- böyle oluştu.
Dağıtım ağınızın sadece belirli kafeler ve kitabevleri üzerinden oluşmasının sebebi var mı? Kırağı’ya kaç kişi ulaşabiliyor?
Kafeler, kitabevleri, sahaflar ve kültürel mekânlar, en önemlisi de kişiler aracılığıyla elden ele dağılıyoruz. Aramızda ortaklaştığımız ilk konu yaygın dağıtım ağına girmemek oldu. Eğer yeni bir bağ ve ilişkilenme yaratmak istiyorsak, yaygın ve tekelleşmiş yollardansa, birbirimize ulaşmanın, ilişmenin patikalarını da örmeliyiz diye düşündük. Dergi dağılırken mümkün olduğunca bu patikaları tercih ediyoruz ve bu somut yol sayesinde epey bir insanla da tanıştık. İlk sayı 1000 adet basıldı ve bunun hepsi birçok şehre, ilçelere dağıldı. Henüz kaç kişiye ulaştı tam olarak bilemiyoruz ama uzun vadede her bir adedinin yeni bir okurun elinde olacağından eminiz.
İlk sayı Ocak’ta, ikinci sayı ise Temmuz ayında çıkmıştı. Okur bir sonraki Kırağı’ya hangi periyotta ulaşacak?
Dergiyi üçer aylık periyotlar halinde çıkaracağımızı niyet etmiş olsak da, en başından beri bunu yapamayacağımızı biliyorduk, daha doğrusu belki de yapmayı tercih etmeyeceğimizi. Bu, derginin oluşum sürecinde izlediğimiz yöntemle de ilgili. Bu süreçte birbirimize, yazılarımıza dokunuyoruz ve sürecin sindirilmesi için zaman tanıyoruz. Böylece kendi zamanını da yaratıyor dergi. Yani, olgunlaştıkça dalından düşüyor.
Dergide yer alan “dünyayı onu kurtarmak isteyenlerden kurtarmalıyız” cümlesi, altını çizdiklerimden biri oldu. Şehri terk edip kırsala yerleştikten sonra hayatınızda neler değişti? Güncelden ya da Türkiye’nin politik gidişatından koptunuz mu?
Şehir-kır ayrımı en çok tartıştığımız konulardan biri. Ortaklaştığımız nokta ise bu ayrımın şehir-kır büyük illüzyonları da içerisinde barındırdığı. Ana akımdan uzak kalmak, ana akımın farkında olmamak anlamına gelmemeli. Tam tersine bu güçlü farkındalık yaşam formlarımızı yarattı. Uzağında durduğumuz şeye artık “şehir” bile demiyoruz. Çünkü kentlerde “yaban”ın sürdüğü gibi, kent dışında da şehir sürüp gider. Bu fiziksel olduğu kadar zihinsel konumlanmalarımızla da ilgili bir konu.
Fiziksel konumumuzun, yani çeperlerde kurduğumuz daha dolaysız ve aracısız bağların bizlere bir güç ve berraklık verdiği doğru. Ama bu coğrafi konumlanma, onu tamamlayan değerlere sahip olmadığımız sürece hiçbir anlam taşımayabilir. Bir bakarsınız, yabana giderken şehir de arkanızdan gelir. Çünkü şehir sizsiniz ya da değilsiniz. Bu kurduğunuz ilişkiler ve bağlarla ilgili. Bu derginin niyeti de tam olarak bu. Bu soruların cevabı derginin ilk sayısındaki birçok içerikte, özellikle de “Kıra Göçene Sık Sorulan Sorular” adlı içerikte epeyce var. İkinci sayıda da ister istemez bu konulara girip çıkıyoruz. Aslında bu soruların yanıtı derginin kendisi. Sıkça tartışılmakta olan bu konulara bağlamından kopuk birkaç cümle yetmediğine göre, önce bu bağlamı oluşturmak gerekiyor. Bu da mevsimler alır. Neyse ki bu mevsimin içindeyiz.”
Derginin “Kıra Göçene Sık Sorulan Sorular” bölümünden;
“Dünyayı kurtarmak mı? Doğayı, insanları? Yeter ki ben onlara zarar vermeyeyim.”
“Dünyayı önce onu kurtarmak isteyenlerden kurtarmalıyız bence, başımıza ne geliyorsa şu ‘Mesih sendromu’ yaşayanlar yüzünden geliyor. Bir tür olarak (Homo sapiens) kendimizi bile kurtarabileceğimizden şüpheliyim. Olabildiğince iktidarsız ve samimi ilişkiler kurarak güzel bir ömür sürsek yeter.”
“Çalışma psikodinamiği üzerine kelam eden Christophe Dejours ‘psikopat’ tanımı kadar ‘normopat’ tanımının da kullanılması gerektiğini söylüyordu. Normopatlar toplumla aşırı uyum göstererek suçluluk ve acıma duygusuyla altüst olmadan hayatlarına devam edebilirler. Neye uyum sağladığımızı sorguluyor, beklenen uyumu sağlamaktansa deli yaftasını kabul ediyoruz.”
“Sadece hayatımız değil sanki kişiliklerimiz de değişti. Şehirde iken saniyelerle yarışırken, şu an hiçbir şey bizim için ‘acil’ ve ‘zorunlu’ değil. Galiba biraz tevekkül kazandık. Yaşadığımız ana ve içinde bulunduğumuz koşullara şükretmesini öğrendik. Kendi gıdamızı üretip kendi evimizi yapabilme güvenini kazandık. Yürüdüğümüz yolun güzel bir yol olduğunu düşünüyorum ve yolumuza güzel insanlar çıktıkça ‘kainatın da bizimle birlikte yol aldığına’ inanıyorum.”
*Kırağı dergisine ulaşmak için Instagram/“kiragidergisi” hesabından bilgi alabilirsiniz.