İlki Yasin Arıbuğa ve Sude Belkıs tarafından 2019 yılının Mart ayında Feriköy Antika Pazarı’nda gerçekleştirilen “Son Silinenler” sergisi bu defa kapısını Kadıköy Yeldeğirmeni’ nde bulunan Panorama Kıraathanesi’nde açtı.
Son Silinenler’in, ikinci sergisi Kadıköy’ün en gözde mahallelerinden biri olan Yeldeğirmeni’ ndeki Panorama Kıraathanesi’nde meraklılarıyla buluşuyor 7-8 Aralık tarihleriyle sınırlı kalması planlanan serginin tarihleri, yoğun istek üzerine 15 Aralık’a kadar uzatıldı. Peki neler bekliyor sizi bu sergide? Her şeyden önce altı sanatçının birbirinden “absürt” fotoğraflarını inceleyebilirsiniz ardından bir oralet sipariş edebilir, oranın müdavim müşterileriyle tavla ya da okey oynayarak saatlerinizi geçirebilir bunların yanındaysa ikram edilen lokum, çiğ köftesi ve tuzlu fıstıklardan atıştırabilirsiniz.
Son Silinenler hikayesi ilk olarak Sude ve Yasin’in bir sergide gördükleri fotoğrafı beğenmeyerek “Bu ne böyle benim son silinenlerim bile daha güzel.” şeklindeki konuşmalarıyla başlıyor. “Alternatif mekanlarda alternatif sergi” anlayışını benimseyerek ilk sergilerini 17.03.2019 tarihinde Feriköy Antika Pazarı’nda açıyorlar. Pazarda açmalarının nedeniyse Sude’nin Yasin’e “Senin fotoğrafların anca pazarda satılır” diye takılmasına dayanıyor. Pazarda, fotoğrafları 20 TL’den satıyorlar ve gelenlere kır pidesi yanında ise fanta ikram ediyorlar. Ancak, yaşanan yoğunluk sebebiyle çevredeki pazarcıların yoğun baskıları üzerine sergiyi erken toplamak zorunda kalıyorlar. [1] Sonrasında Sude ve Yasin, ekiplerine Ece Bayar, Erdem Varol, Meltem Kaya ve Ufuk Pehlivan’ı da ekleyerek yeni bir sergi yeri arayışına girişiyorlar. Gittikleri kıraathanelerden bazıları direk reddediyor, bazılarıysa para talep ediyor ancak sonrasında geldikleri Panorama Kıraathenesi’ nde oldukça iyi karşılanmaları ve gelenlerin çay içmelerinin yeterli bulunmasıyla sergi hazırlıklarını hızlandırıyorlar. Seçtikleri absürt fotoğrafları sadece sanatçı isimlerine göre ayırarak gelişigüzel bir şekilde kıraathanenin uygun yerlerine yerleştiriyorlar ve kıraathaneyi bir anda gelen ziyaretçilerle birlikte bir sergi alanına çeviriyorlar.
Kıraathane sahipleri de durumdan oldukça memnun gözüküyor. 30 yıllık bir işletme burası aslında. Hatta bir dönem kadınlar da geliyormuş kıraathane sahibinin damadı Mehmet’in söylemlerine göre, ancak bir dönem kapalı kalınca onların da “ayağı kesilmiş”. ” İyi oldu keşke daha önceden yapsaydık” diye ekliyor Mehmet sergi hakında fikrini sorduğumuzda. Çünkü o, mekana gençlerin de gelmesini istiyor, buna ek olarak kıraathanenin sadece erkeklerin mekanı olmaması gerektiğini savunuyor. Gelenlerin nasıl karşıladıklarını sorduğumdaysa, garipseyenler olduğunu söylese de bu mahallede yaşayan insanların zaten gençlere alışık olduğu serginin ilk yapıldığı günden sonra “Ee bugün kimse yok mu?” diye soranların olduğunu belirtiyor. Gerçekten de sergide gelenlerin çoğunlukla genç kadınlardan oluştuğu düşünülürse onlarla tezat oluşturan yaşlı erkek müşteriler pek de rahatsız gözükmüyorlar; çoğu oyunlarına olduğu gibi devam ediyor hatta bazıları sergi ziyaretçileriyle okeye bile oturuyor. Ancak, gelen sayısı çoğaldıkça kıraathanede oturan diğer eski müşteriler hiç bir şey söylemeden sessizce mekandan çıkıyor. Yine de mekanın sahibi Yılmaz Abi, “Ben sizden memnun kaldım, siz de benden memnun kaldıysanız sorun yok” diyerek sergiye karşı olumlu tutumunu yansıtıyor.
Absürt sokak fotoğraflarından oluşan Son Silinen’ lerin asıl amacı alternatif mekanlarda alternatif bir sergi deneyimi yaratabilmek. Sude’ ye göre bu yürüyen bir sergi gittiği yeri sergi yapıyor. Gelen tepkilerden oldukça memnun olan ikili, farklı projeleri olsa da bir sonraki etkinliğin “demlenmeleri” gereken anlamlı bir sürenin ardından gerçekleşeceğini belirtiyorlar.
Son Hiçleşenler
Yasin çalışmalarını “benim çektiklerim çok değerli değil; altı üstü fotoğraf” diye tanımlarken Ece “değersiz değerli fotoğraflar” olarak görmektedir çektiklerini. Ece’ye göre çöplerin fotoğraflarını çekerek bu şekilde değerlendirmek ileri bir dönüşüm için de önem arz etmektedir. Fotoğraflar Yasin’in deyimiyle kirli şeyleri yansıtsalar da rahatsız etmemektedir. Kıraathanenin müşterilerinin kendi aralarında konuşmalarındansa pek beğenmedikleri ya da umursamadıkları anlaşılmaktadır. Ziyarete gelenler fotoğraflara bakarak uzun zaman geçirmektense oradaki deneyimi yaşamayı yeğliyor gibi gözükmektedirler. Çay söylemekte, okeye dördüncü aramakta ve aralarda çektikleri fotoğrafları sosyal medyaya yüklemektedirler. Yani, izleyici izleyen olmaktan çıkarak performansın parçası haline gelmektedirler. Öte yandan kıraathanenin müşterileri de serginin bir parçası gibi nesneleştirilmekte ve çekilen fotoğrafların otantik bir motifi haline gelmektedirler adeta. Ancak bu durum benim düşünceme göre çeşitli riskleri barındırmaktadır.
Serginin gerçekleştiği kıraathane, özellikle son yıllarda mutenelaştırmanın yoğun olarak gerçekleştiği Yeldeğirmeni’nde bulunmaktadır. Mutenalaştırma politikalarıyla belli bir bölgede yaşayan halk, kentsel dönüşüm gibi bahanelerle yerinden edilerek kültürel ve ekonomik sermayesi daha yüksek insanlarla yer değiştirilmektedir. Yeldeğirmeni benzer bir dönüşümü çok yakın bir zamanda yaşamaya başlamış ve açıkça görünebileceği gibi günden güne mekanların ve bölgede yaşayan insanların değişimiyle yaşamaya da devam etmektedir. Eskiden farklı amaçlarla kullanılan pek çok iş yeri günümüzde kafeye dönüşmüş ve aylak sınıfın, hipsterların uğrak yeri haline gelmiştir. Söz konusu mahallede arda kalan halkın az sayıdaki mekanlarının da bu sergiyle olduğu gibi amacının dışına çıkılarak kullanılması onların da dönüşeceğinin habercisidir. Öyle ki, serginin yapıldığı kıraathanenin, çok kısa bir sürede mahalleye yeni yerleşen insanların takıldığı bir yer haline gelmesi hatta üçüncü nesil kahveci olması işten bile değildir.
Sergi, sanat yapılacak alanın sınırlarını kırarak onu gündelik alana taşımaktadır. Benzer şekilde çalışmalarıyla sergiyi oluşturanlar ise kendilerini sanatçı olarak tanımlamamaktadır. Yasin ve Sude’ye güncel sanat hakkında ne düşündüğümüzü sorduğumuzda görüşlerinde ortaklaşarak, “ Güncel sanata bir eleştirimiz yok, umrumuzda bile değil” demişlerdir. Alternatif bir şey oluşturduğu ileri sürülürken bu şekilde bir yaklaşımı benimsemelerinin biraz ironik aynı zamanda absürt olduğu açıktır. Ayrıca sanatın alanları aşarak gittiği yeri sergi yapması, kullanıcıların sosyal medyanın dışına taşarak çoğunlukla telefonla çektikleri fotoğraflarla birer sanatçıya dönüşmesi bizi sanatın demokratikleştiriciliği üzerine düşündürmektedir. Ancak bana göre bunun bir demokratikleşmeden çok bir hiçleşme olduğu söylenebilir. Çünkü söz konusu sergi de dahil olmak üzere benzer örnekler, kitsch kültürünü ön plana çıkararak eleştirinin değersizleşmesi riskine yol açmaktadır.
Günümüzde pek çok sanatçı, adeta her şeyin hiçleştiği, imgelerle sarılmış ıssız bir adada kendi kendilerine konuşmaktadır. Ve aslında bu konuşmalar sırasında sistemin ekmeğine yağ sürmektedirler. Bansky’nin tablosu (protest bir eylemle de olsa) 1.3 milyona satılmakta, diğer tarafta 120 bin dolara satılan duvara bantlanmış bir muz alıcı bulmaktadır. Bu ve bunun gibi örnekler sanatın topyekûn piyasaya teslim olduğunu, hiçleştiğini, tüm gücünü yitirdiğini düşündürtmektedir. Peki, manzara böyleyken başka bir sanat mümkün müdür?
[1] https://www.youtube.com/watch?v=wj3y6EBmBsE, Erişim Tarihi:09.12.2019