Ana SayfaGüncelKonvansiyonel katliamlar 1: Kültür endüstrisinden hikâyeler

Konvansiyonel katliamlar 1: Kültür endüstrisinden hikâyeler

-

Yaşadığımız çağı birkaç kelime ile özetleyecek olsam, “Distopya Öncesi Dönem” adını verirdim sanırım. Ne açıdan bakarsak bakalım, 20. yüzyılda ve öncesinde hayal gücünde beliren senaryoların gerçekleşmesi, artık çok uzun bir zaman sonrasının konusu değil. Öyle ki, aslında bu distopik senaryoların bir kısmı zaten gerçekleşti, bir kısmı ise hazırlık aşmasında. Bu yazıda yer alacak düşünceler, komplo teorileri veya ilgi çekmek isteyen, hayallerden fışkırmış fikirler değil. Bizzat kültür endüstrisi içinde yetişmiş görsel ürünlerden (“sanat ürünleri” falan diyemeyeceğim, teknik açıdan ne kadar iyi olsalar veya ne kadar güzel fikirler içerseler de) çıkardığım kareler olacak. Ayrıca, bahsedeceğim diziyi izlemediyseniz, bu yazıyı okuduktan sonra izlemenizin de, ufuk açıcı olacağı fikrindeyim. Kendimi övmek için söylemiyorum bunu, farklı bir gözle bakmanızı istiyorum o diziye ve anlatacağım filme.

Thomas Robert Malthus adlı, İngiliz din adamı ve iktisatçının teorisi, hemen herkes tarafından bilinir. Kısaca açıklamak gerekirse; geçmiş dönemlerde, doğal veya beşeri sebeplerle sınırlanan insan nüfusu, artık bu sınırların dışına taştı. Söz gelimi, bundan 300-400 yıl öncesine kadar, bir salgın hastalık (veba örneğindeki gibi), bir savaş veya kitlesel açlığa sebep olacak herhangi bir doğal afet, nüfusu sınırlardı. Bu, doğanın otokontrol mekanizmasıydı. Her dönemde, herhangi bir türün popülasyonu aşırı miktarda artarsa, o türü sınırlayacak bir afet ya da başka bir olay meydana gelir, bu şekilde, nüfus artışı veya miktarı, önemli miktarda azalırdı.

Doğal seçilim” denen sürecin bir parçası olan bu mekanizma, insan eliyle bozuldu. Nasıl mı? Artık salgın hastalıklar, neredeyse yok olmaya gidiyor. Tıp aşırı gelişti ve kanser gibi, çok büyük bir hastalık olmadığı sürece, yaşlanmaya bağlı sebepler dışındaki ölümler, en azından gelişmiş ülkelerde, son derece azaldı. Artık büyük savaşlar yok, dünya savaşlarında olduğu gibi, milyonlarca insan birbirini öldürmüyor.

Malthus, bu durumun doğal olmadığını söylüyor. Ona göre kısıtlı olan doğal kaynaklar, insan neslinin üreme hızının sürekli artması sebebiyle, yok olmaya doğru gidiyor. Kendisi pek de sevdiğim bir teorisyen değildir, bu yazdıklarım, onu kesinlikle onaylamıyor. Bu yazıda, Malthus’ün kurduğu teorinin, özellikle Amerika yapımı olan bir dizi ve bir film serisi özelinde, nasıl işlediğini anlatmaya çalışacağım ve bu yapımlara, biraz farklı bir açıdan yaklaşacağım.

Kitlesel katliamlar, her yerde patlak veren savaşlar ve bunların hepsinin, çok sınırlı bir coğrafyada zuhur etmesi. Tesadüf mü? Mantıklı değil. Bölgenin şartlarından ve sosyolojisinden mi kaynaklanıyor? Belki de. Ama biraz daha farklı bir bakış açısıyla, bunların aslında sinema endüstrisinden alınacak mesajlarla da yorumlanabileceğini anlatmak istiyorum.

Hollywood’un sanki günah çıkarırcasına, Wag The Dog filmi gibi, aslında medya endüstrisinin verdiği bilgi kırıntılarının, yalnızca devletin istediği kadar olabileceğini, medyanın ne kadar kolay kullanılabileceğini anlattığı film, bence güzel bir örnek. Daha ben doğmadan önce yapılan bir filmden çıkarılabilecek bu anlamlar, pekâlâ yakın geçmişte ya da bugün üretilen filmlerden ve özellikle, hızla daha da büyümeye, hatta sinema endüstrisiyle yarışmaya devam eden, dizilerden de çıkarılabilir. Sadece iki örnekle başlayacağım, bunları genişleteceğim ve tek amacım, soru sordurmak olacak.

The Purge serisi mesela. Türkçeye “arınma gecesi” adıyla çevrilen film, yakın gelecekteki Amerika Birleşik Devletleri’nde, suç oranlarının aşırı artması sebebiyle çıkarılan bir yasayı anlatıyor. Bu yasa, yılın bir gününde, devlet yetkilileri dışında, istediğiniz insanı öldürmenizi, istediğiniz kadar hırsızlık yapmanızı ve cinsel saldırı dâhil, herhangi bir suçu işlemenizi sağlıyor. Kulağa nasıl geliyor? “Purge” gecesinde, sabah gün doğana kadar, her adli suç, yasal hale geliyor. Ama bu filmlerin en garip ve ilgi çekici tarafları, benim için burası değil. Bundan sonraki yazıda daha uzun bir şekilde değineceğim “New Founding Fathers” (Yeni Kurucu Babalar) kısmı, gerçekten merak uyandırıcı bir mesaj.

Amerika Birleşik Devletleri’nin, Britanya’ya karşı bağımsızlığını kazanması ve bağımsız bir devlet olmasını sağlayan “Founding Fathers of The United States” (Birleşik Devletlerin Kurucu Babaları) olarak bilinen yedi kişi var. Bunlar; John Adams, Benjamin Franklin, Alexander Hamilton, John Jay, Thomas Jefferson, James Madison ve George Washington.

Bazılarını tanıyoruz, örneğin; dolar banknotlarının üzerinde bulunan George Washington, Thomas Jefferson ve Benjamin Franklin, adını en azından bir kez duyduğumuz kişilerdir herhalde. Diğerleri, çok fazla bilinen kişiler değil. Bu ifadeye, sonraki yazıda daha geniş biçimde değineceğim. Sadece, o yazının bir çerçevesi halinde bahsetmem gerekti burada.

Purge serisinin ilk filminden itibaren görebileceğiniz gibi, bu yasa, tamamen ekonomik olarak üst sınıfta olan kesime hitap eden bir “eğlence” olarak düzenlenmiş. İnsanların şiddet güdülerini doyurmalarını ve bu sayede, yılın geri kalan günlerinde suç işlememelerini istemiş, “Yeni Kurucu Babalar”. Zaten tamamen sınıf savaşı üzerine kurulan filmde, bir de fakir kesimin, zenginlerin kurbanı olması, aslında günümüz “demokratik” devletlerinin bir hicviyesi gibi değil mi?

Revolution dizisi ise, dünya üzerindeki elektrik kaynağının “gizemli” bir şekilde yok olmasıyla başlayan bir dizi. Dünyayı önce karanlığa, sonra kaosa, en sonunda ise çağlar öncesine gönderen bir süreç bu. Aslında, içinde yaşadığımız bu düzenin, ne kadar kırılgan olduğunu da gösteriyor. Bu diziye de, serinin ilerleyen yazılarında değineceğim, ama bir spoiler vererek, bu dizinin ikinci ve son sezonunda da, aynı Purge serisinde olduğu gibi, “New Founding Fathers” ifadesi kullanılıyor.

İlk sezonda, Amerika’ya 15 yıl süren kaos süresinin ardından egemen olan iki devlet yıkılıyor. Ardından, Teksas bölgesine, kendilerine “yurtseverler” (patriots) diyen bir grup Amerika askeri geliyor, ki bunların da, elektrik kesintisinden bir süre önce, Küba’daki Amerika üssüne yerleşen grup olduğunu görüyoruz.

Bir film serisi, bir dizi. Filmde, daha çok zenginlere hitap eden bir “spor” olarak, suç işlemenin, bir gece için, serbest kalması işleniyor; diğerinde, dünya çapındaki bir elektrik kesintisi. İkisinde de, “New Founding Fathers” ifadesi, hikâyenin içindeki onlarca mesajdan biri olarak geçiyor. Herhangi bir teori yok, sadece, dikkatimi çeken ve kafama takılan noktaları anlattım bu yazıda ve diğer yazılarda da anlatmaya devam edeceğim.

SON YAZILAR

Yeni nesil ne diyor?

Her şey bir konuşmayla başladı. Bir arkadaşım yeni nesil sözcüklerden bahsediyordu. Konu hakkında konuştukça konuştuk. Dedim, bir yazı yazayım ben de, dergide de bulunsun. Çünkü...

“Gerçeği görüyoruz! Anayasa değişikliğine HAYIR diyoruz!

Feminist ve LGBTİ+ örgütlerin biraraya gelmesiyle kurulan Hepimiz için Anayasa Koordinasyonu "Birbirimizin elini bırakmıyoruz! Hiçbirimizi geride bırakmıyoruz! Anayasa değişikliğine HAYIR diyoruz!" başlıklı açıklamasıyla tüm toplumu...

Hataylılar 6 Ekim’de Meclis’te: #HatayıGör

6 Şubat depremlerinde en büyük yıkımı yaşayan Hatay'da depremin üzerinden geçen 8 aya rağmen hiçbir şey değişmedi. Barınma, beslenme, eğitim, sağlık ve ulaşım gibi en...

Akbelen Ormanı TBMM Olağanüstü Genel Kurulu İçin Bilgi Notu

Geleceğini düşünenler Akbelen için mücadele ediyor. Yaşam Savunucuları TBMM'nin Akbelen gündemi ile olağanüstü toplanması için çağrı yapmış ve eklemişti: Koltukları boş görmek istemiyoruz! Direnen yaşam...
Yusufcan Artural
Yusufcan Artural
Bir elinde totemlerin, diğer elinde tabuların şah damarlarını kavramak isteyen, sınırsız ve sınıfsız bir ''Homo Semioticus''. İllüzyon deryasında, var olmayan gerçeği arayan, sorgulayan, değiştiren, büken bir yürek işçisi. Zihnin isyanı, yüreğin duygu deryası. Bitmeyen bir romanın, emekleyen yazarı.

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol