Marie Antoinette’in Versay’da kurduğu masalsı diğer yandan da sahte bir yaşamı barındıran köyü, şimdilerde birçok hayvanın evi…
7 Yıl Savaşları’nda müttefik olan Fransa ve Avusturya ilişkilerini sürdürmek amacıyla Avusturya İmparatoriçesi’nin kızı Marie Antoinette, 1770’te Fransa veliahtı Louis-Auguste ile evlendirildi. Fransa’ya Avusturya arşidüşesi olarak değil, Fransa döfnesi (veliahtı) olarak girdi; böylece Fransa halkı onu daha çok benimseyecekti.
Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler
Louis-Auguste’un taç giymesi, ekmek kıtlığının olduğu döneme denk geldi ve bu dönemde söylenen “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” sözü, nedendir bilinmez Marie Antoinette söylemiş gibi yansıtılmıştır, bazı kaynaklar kraliçenin bunu söylediğine dair bir kanıt bulunmadığını yazar.
Bilindiği üzere Marie Antoinette, aylaklık yapmaya bayılırdı. Buna rağmen Versay’daki kraliyet sarayında yaşamak oldukça cezbedici görünse de tüm o şatafat, koskoca Fransa Kraliçesi olma sorumluluğunun yanında bunaltıcı olabiliyordu. Özellikle de sorumluluklar, kraliçenin pek de umrunda değildi. Aile özlemine bir de sıkıcı arkadaş çevresi eklenince, kraliçe iyice bunalmaya başlamıştı sarayda.
Şampanya içinde yüzmek, en leziz tatlıları yemek, günlerce süren partiler düzenlemek ve kumar (Marie Antoinette çok sık kumar oynamaktaydı.) artık sıkıcı gelmeye başlayınca insan, taşrada şirin ve sakin bir köy yaşamına ihtiyaç duyuyor tabi. Gerçeği göz önüne alırsak, Madam Deficit (Marie Antoinette) Fransızlar arasında pek de popüler değildi, kırsalda rahatça dolaşamıyordu. Neyse ki ülke bütçesine sahip olması ona kırsalı Versay’a getirme imkanı sağladı.
Kır evi bahçesi
Fransızca ismi Hameau de la Reine olan Kraliçenin Köyü, Chateau de Versailles Parkının masalsı bir inzivaya çekilme haliydi ve Marie Antoinette’e özel, Fransa Kraliçesi olmanın yarattığı tüm o stresten kaçması için inşa edilmişti. Mimaride ve bahçe dizaynında natüralizm (doğacılık) akımından etkilenerek yapılan Hamaeau de la Reine, 1782-1783 yılları arasında kraliçenin gözde mimarı Richard Mique tarafından inşa edildi. Mique köyü, 3 bölüme ayırmıştı. Birincisi, taş köprünün güneyinde yer alıyordu ve rüzgargülü, boudoir, kraliçenin evi, bilardo ve soba odasından oluşur. Bu küçük evlerin içi, kraliçelerin misafirleri için cömertçe dekore edilmişti. Köprünün öteki tarafında ise tarım için kullanılan yapılar yer almaktaydı; mandıra, ahır, muhafız evi ve balıkçı kulübesi gibi… Gölün aşağı kıyısında da çiftlikler yer almaktaydı.
12 küçük kır evi
Tahmin edebildiğiniz gibi kraliçenin köyü sıradan değil, aksine tamamen rustik bir köyün canlandırılmasıydı. Kraliçenin kafasını dağıtıp rahatça gezinebileceği çayırlıklarla, göl ve akarsularla, hoş kokulu çiçeklerle dolu bir adada, klasik Aşk Tapınağı ile süslenmişti. Sekizgen bir taraça, mağara ve şelale bile vardı. Köy, beşi sadece “majestelerine”, yedisi ise tarım için kullanılmaya ayrılan tam 12 küçük kır evinden oluşuyordu.
Bu cennet gibi, capcanlı Kraliçe Köyü’nün tasarımı, yarı ahşap ön cephesi ile kamış ve sazdan oluşan çatısıyla, gerçek bir rustik köy olan Hamaeau de Chantilly’den esinlenilerek yapıldı. Natüralizm akımı ve bu “sade” yaşama yakınlık 18. yüzyılda Fransa’ya yayılmaktaydı. Fransız aristokratlar sosyal statülerinin keyfini çıkararak çoban rollerine bürünmeye bayılıyorlardı. Doğal yaşam fikrinde, etkileyici eserleriyle Jean-Jacques Rousseau rol oynamıştı. Tarih ve Sofia Coppola’nın biyografik filmi bize Marie Antoniette’in yalnızca modayı takip etmediğini, modayı kendisinin de yarattığını öğretti.
Sahte roller, yaşamlar
Versay Sarayı’nda saray mensuplarıyla çevrili olmanın stresinden kaçarak, kendisini, bu şirin ve mükemmel köyde, sade köy yaşamında buldu kraliçe. Tüm Fransa, kraliyetin yoksullaştırdığı köylülerle çevriliyken, kraliçe burada genç bir çoban gibi giyinip sıradan bir köylüymüş gibi davranarak köylü rolünü oynayabiliyordu. Her ne kadar kraliçenin asıl amacı rol yapmak değil de gerçekten rahatlamak, kafa dinlemek olsa da bu alaycı görünen davranış, Fransız Devrimi’ne giden yolda bardağı taşıran son damla olacaktı. Yıllardan beri kraliçenin müsrifliği, aşırı harcamaları yoksul halkı rahatsız etmekteydi. Kraliçeden hoşlanmayan birtakım kişiler tarafından dedikodular yayılmaya devam ediyor, hatta bazı dergiler onun hayvanlarla ilişkiye girdiğini iddia ediyordu. Tabii ki bu iddiaların hiçbiri kanıtlanmadı. Le Godmiché Royal dergisi kraliçeyi mastürbasyon yaparken resmetmişti. Hal böyleyken Marie Antoinette halkın gözünde iyice düşmüştü.
Kraliçe bir tabloda yaşıyormuşçasına davranmanın tadını çıkarıyordu. Bu köyün pastoral resmedilmesi için, ahırını hayvanlarla doldurup hayvanlara bakmaları ve köyün sakinleri gibi davranmaları için “sıradan” insanlar bile getirtmişti. Marie Antoinette, çocuklarıyla birlikte çoban köylüler gibi giyinip kusursuz dünyasında yaşayabiliyordu böylece. En yakın arkadaşları da onun bu süs köyüne, sıradan bir hayat sürüyormuş gibi davranmaktan keyif aldıkları yere geliyorlardı.
Ekonomik buhran dönemindeki savurganlığı yüzünden Marie Antoinette’e karşı halihazırda bir kızgınlık vardı ve eğlence hayatını çevreleyen gizlilik, hedonizm ve skandal şüphesine yol açtı. Marie Antoinette’in sevgilileri olduğu ve kendi sürreal köyünde onlarla buluştuğu dedikodusu çıktı. Savurganlık ve inceden alaycı köylücülük oynamak ona pek de yardımcı olmadı.
Cennetimsi görünümüne rağmen köy, kraliçenin tuttuğu çiftçiler tarafından idare edilen, üzüm bağları ve sarayda servis edilen sebze ve meyveleri yetiştirdikleri bahçeleri olan gerçek bir çiftlikti. Kraliçenin talimatına göre İsviçre’den getirilen hayvanlar çiftlikte yetiştirilirdi. Bu sebeple sıklıkla “İsviçre Köyü” diye de anılmıştır.
Hizmetçiler tarafından kontrol edilen ve temizlenen inek ve koyunları sağdığı köy yaşamı, kraliçe için adeta bir sığınaktı. Hasır şapka, elinde hafif bir makas ve kumaş elbise içinde sözde köylü gibi giyinip nedimeleri eşliğinde özel olarak Manufacture Royale tarafından tasarlanan Fransız porselenleri kullanıyordu.
Fotoğraftaki Boudeoir, köyün en küçük yapısıydı ve “Kraliçenin küçük evi” olarak adlandırıldı. Marie Antoinette oraya tek başına ya da bir iki arkadaşıyla giderdi. Boudeoir İkinci İmparatorluk süresince hafiften değiştirildi fakat küçük yapısı günümüze dek ayakta kalmıştır.
İç tasarımdaki Rokoko tarzı kraliçe ve arkadaşlarına arzulanan konforu ve lüksü sağlarken, köy dışarıdan oldukça doğal ve rustik bir görünüme sahipti. Yapı tamamen çit ve duvarla çevrelenmişti ve sadece kraliçenin samimi arkadaşları girebiliyordu.
Değirmen, 1783-1788 tarihleri arasında inşa edildi fakat iddia edilenin aksine tahıl öğütmede hiç kullanılmadı. Değirmentaşı, Büyük Göl’den gelen akıntıyla hareket ediyordu ve sadece dekor amaçlıydı. Değirmende ise herhangi bir mekanizma veya taş kullanılmıyordu. İç tasarımı sade ve düzenliydi. Köyün en canlı yapılarından biriydi. Binanın her cephesi farklı dekore edilmişti. Değirmen ayrıca çamaşırhane olarak da kullanıldı.
Devrim süresince kadın düşmanlığı, milliyetçilik ve sınıf polemiği önceleri içinde pastoral bir Boucher tablosunu canlandırdıkları zararsız oyun evleri gibi görünen köyü sardı. Kraliçe, saltanatı boyunca uçarılıkla suçlanıp iğnelemelerin, kıskançlıkların ve dedikoduların hedefi oldu. Fransız halkının gözünde kraliçe sadece gönlünü eğlendiriyordu burada.
Devrim sırasında köy zorlu zamanlar geçirdi. Binalar, uzun süre ayakta kalmaya dayanıklı yapılmamıştı ve hava şartlarından kötü etkilendiler. Napolyon, 1810-1812 yılları arasında restorasyon çalışmaları başlattı. John Rockefeller’dan gelen bir bağış sayesinde 1930’lardaki ikinci restorasyon kampanyası ile köy tamamen yok olmaktan kurtarıldı. Köyün bir kısmı 20. yüzyılın sonunda bazı binalar özgün görünümlerine döndürülerek tekrar restore edildi. 19. yüzyılda neredeyse yok olan çiftlik kısmı ise 2006’da tekrar inşa edildi ve günümüzde Hayvan Hakları Kuruluşu (Foundation for Animal Welfare) tarafından korunan birçok hayvanın evi olmuştur.
Kaynak: thevintagenews , wikipedia.org, chateauversailles.fr