Dünyanın her yerinde tarih boyunca kadınlar düzenli kanamalarından dolayı utandırıldılar, yalnız bırakıldılar ve geçerli gerekçeler olmadan tıbbi tedavilere maruz bırakıldılar.
Halası gelmek, muayyen gün, hasta olmak, aybaşı, Ayşe tatilde, kan gövdeyi götürmek, renkli misafir ifadeleri, yüz kızartıcı menstrüasyon konusundan kaçınmak için kullanılan ifadelerden bazıları. İnsan bedeninin bu basit biyolojik işlevini açıkça ve dolaysız bir şekilde konuşmanın zamanı geldi. Siz bugün bunu okurken dünyada 800 milyondan fazla kadın âdet görüyor. Bu kanamalar olmasaydı hiçbirimiz hayatta olmazdık ama buna rağmen menstrüasyon hâlâ en inatçı biyolojik tabulardan biri. Yazarlar ve yayıncılar, hepsi de doğal süreçler olan seks, sindirim ve kan dolaşımı ile ilgili konuşmaları seve seve yapıyorlar ama menstrüasyon hâlâ yasak bölgede.
Menstrüasyon birkaç memelide görülüyor; yani insanlar bu açıdan farklı. Östrojen ve progesteron hormonları yumurtlamayı hızlandırmak üzere birlikte çalışırken rahme gönderilen kan, süngerimsi ve besleyici endometriyumu (rahim astarı) oluşturur ki döllenen yumurta bu astarın içine gömülüp gelişerek bebek haline gelebilsin. Gebe kalınmazsa endometriyum parçalanır ve vajinadan geçerek vücudu terk eder ve âdet kanaması böyle gerçekleşir. İnsan endometriyumunun yoğun olması nedeniyle vücudumuz kanı ve dokuyu köpeklerin yaptığı gibi ememez. Bu sebeple de birkaç gün boyunca beş ila 15 çay kaşığı kadar âdet kanaması çekmekten başka çare yoktur. Âdet ürünleri satın almak ve kullanmak birçok kadın için rahatsız edici ve kullanılan ped ve tamponların imhası da dünya için giderek daha büyük bir çevre sorunu haline geliyor.
Konuyla ilgili literatürde normal bir âdet döngüsünün 28 gün olduğu ve daha uzun veya daha kısa ya da bir şekilde düzensiz olan döngülerin, kadın gebe kalabiliyorsa da anormal olduğu belirtiliyor. Öğrenciyken düzenli âdet döngülerinin ödevlerini hep zamanında yapan, saçları düzgün temiz kızlarda olduğunu düşünürdüm. Benim düzensiz âdetlerim ise belli ki tembel ve dağınık zihnimin bir göstergesiydi.
Bugün kadınlar eskisine göre çok daha fazla sayıda âdet görüyorlar çünkü doğum kontrolü ve biberondan önce kadınlar hayatlarının çoğunu ya gebe olarak ya da emzirerek geçirirlerdi. Ayrıca kötü beslenme ve çok çalışma da 20. yüzyıla kadar çoğu genç kızın 17 ya da 18 yaşına kadar ilk âdetini (menarş) görmesine engeldi. Geçen yüzyılda ise ortalama menarş yaşı 12,5’e kadar düştü.
Menstrüasyonun etrafında her çeşit tabu ve efsane dönmüştür. Antik Yunanlılar, menarşı geç kalmış bir genç kadında kanın kalp etrafında toplandığına ve rahmin vücut içinde dolandığına inanırlardı. Bu durum da şiddetli küfürlü konuşmadan intihar eğilimli bunalıma kadar dengesiz davranışlara neden olabilirdi. 20. yüzyıla kadar kadınlardaki her tür uygunsuz davranış veya bozulan akıl sağlığı için, rahmin Yunanca karşılığından türetilen histeri terimi kullanıldı.
MS 79 yılında ölen Yaşlı Plinius şöyle demişti: “Eğer bir kadın adet dönemindeyken soyunarak çıplak kalır ve buğday tarlasında yürürse kertenkeleler, solucanlar, böcekler ve diğer haşaratlar başaklardan dışarı çıkar, âdet gören kadının dokunduğu kovanları arılar terk eder, kazanda kaynayan çarşaflar simsiyah olur, jilet körelir.” Bunu söylediği zaman Plinius, epilepsinin hastaya gladyatör kanı içirilerek tedavi edileceğine de inanıyordu.
Abbess Hildegard of Bingen (1098-1179), şehvet ya da ölçüsüzlük nedeniyle ortaya çıktığına inandığı cüzzamın “mümkün olduğu kadar fazla âdet kanının besleyici özellikleri” içinde yıkanma yoluyla tedavi edilebileceğini yazmıştı. Orta Çağ’da bir erkeğin penisinin âdet kanamasına dokunursa alev alev yanacağına, menstrüasyon döneminde rahme düşen çocukların içine şeytan gireceğine, çarpık çurpuk veya kırmızı saçlı olacağına inanılırdı. Âdet kanamaları yoğun olan kadınlara, bir hayvanın kafasından kopardıkları bir kılı genç bir ağaca bağlamaları önerilirdi. Bu işe yaramazsa sayısal formüller tekrarlarken karakafes otu veya ısırgan çayı içebilirlerdi ya da bir kara kurbağası bulup, yakıp küllerini bir keseye koyarak boyunlarına asabilirlerdi.
Konu öyle bir tabuydu ki Iowa Devlet Üniversitesinden tarihçi Laura Klosterman Kidd, Kuzey Amerika’nın öncü kadınlarının 19. yüzyıldan kalma günlüklerinde, mektuplarında, yük treni kayıtlarında menstrüasyona doğrudan yapılan tek bir atıf bile bulamamış. 1878’de British Medical Journal‘a gönderilen yazılarda âdet gören kadınların domuz pastırmasını çürüteceği iddia edilirken 1916’da medikal kayıt memuru Sir Raymond Crawford, âdet gören kadınların yanında sütün tereyağına dönüşmeyeceğine veya jambonun terbiye olmayacağına çiftçilerin hâlâ inandığını yazmıştı. Pediyatri uzmanı Béla Schick (1877-1967), âdet dönemindeki kadınların derilerinden “menotoksin” denen bitki öldürücü maddeler salgıladıklarına inanıyordu. 1919 yılında da kadınlardan, koparılmış çiçekleri düzenlemelerini isteyerek bu düşüncesini “kanıtladı”. Âdet gören kadınların düzenlediği çiçekler elbette diğerlerinden daha önce solmuştu. Aynı iddia, 1974 yılında, âdet dönemindeki bir kadının saçının kalıcı dalga tutmayacağı şeklinde bir ekleme yapılarak The Lancet‘te yinelendi. Daha 1980’de Shropshire’da bir çiftçinin karısından, âdet dönemindeki kadın, ete dokunursa etin kokuşacağını duydum. Söylediğini sorguladığımda ise bana “Hiç kadın kasap gördün mü?” diye sordu. Doğru, görmemiştim.
Walt Disney eğitici animasyon filmi The Story of Menstruation‘u (Menstrüasyon Hikâyesi) 1946 yılında ilk kez gösterdi ve film Amerika Birleşik Devletleri genelinde 100 milyondan fazla lise öğrencisine izletildi. “Vajina” kelimesini kullanan ilk film olsa da seks veya üremeden söz etmemeyi başarıyordu. Anlatıcı Gloria Blondell, genç kızları âdet dönemlerinde banyo yapma, ata binme ve dans etme konusunda teşvik ediyordu ama temizliğe vurgu yapılması, menstrüasyonun hijyenik bir bozukluk olduğu düşüncesini pekiştirdi.
Çok sayıda Çinli sporsever, âdet gören bir kadının yüzebileceğini bilmiyordu
Menstrüasyon ile doğurganlık arasındaki bağlantı anlaşılmadan çok önce de insanlar âdet kanamalarının neredeyse Ay’ın evreleri kadar sık olduğunu fark etmişlerdi. Kaliforniyalı Yurokların inanışına göre bir kadının menstrüasyonu Ay ile veya diğer kadınlarınkiyle eş zamanlı değilse “ay ışığında oturup Ay ile konuşarak” kendisini dengeye getirebilirdi. Cezaevleri, manastırlar ve yatılı okullar gibi yerlerde birlikte yaşayan kadınların âdet dönemlerinin eş zamanlı hale gelmesi, Harvard Üniversitesinden psikolog Martha McClintock’un 1971 tarihli bir çalışmasına tekrar konu oldu ve kadınların bedenlerinin erkek egemenliğine karşı iş birliği yaptığı öne sürüldü. Ancak 2016 yılında Oxford Üniversitesinden tıbbi antropolog Alexandra Alvergne, söz konusu düşüncenin modern feminist kuram nedeniyle yanlı olduğunu ve olasılık istatistiği karşısında savunmasız kaldığını açıkladı; yani iddia, modadan etkilenen yanlı araştırmalardan biri olarak kaldı.
ABD’li çocuk kitabı yazarı Judy Blume, Orada mısın? Benim, Margaret (1970) adlı kitabında âdet dönemlerinden söz eden ilk romancı olarak bilinir. Zamana uyarlanan kitapta Margaret’ın hijyenik bez kemeri, bugünkü ped ile değiştirilmiştir. [Âdet sözcüğünün İngilizce karşılığı olan] “period”un televizyon reklamlarında kullanılması 1985 yılını buldu; 2010’da ise ABD TV kanalları, bir tampon reklamında “vajina” ya da “orası” sözcüklerinin kullanılmasını yasakladı. Reklamcılar bugün hâlâ hijyenik pedlerin ne kadar emici olduğunu göstermek için gizemli mavi bir sıvı kullanıyorlar. Kanadalı şair Rupi Kaur’un Instagram’da 2015 yılında yayımladığı, kendisinin tamamen giyinik olduğu ama pantolonunda bir kan lekesinin görüldüğü fotoğraf, Instagram tarafından iki kez kaldırıldı. Âdet kanına hâlâ “sıvı” ya da “akıntı” denmektedir. Michele Hanson The Guardian‘da “Korku filmlerinde olduğunda kana laf yok ama vajinadan akan kan, tabu oluyor” diye yazmıştı.
Tutumlar değişiyorsa da yavaş yavaş oluyor bu. Rio 2016 Olimpiyatlarında Çinli Olimpik yüzücü Fu Yuanhui, âdet döneminde olduğunu kabul ederek medyayı şaşkınlığa uğrattı. Çok sayıda Çinli sporsever, âdet gören bir kadının yüzebileceğini bilmiyordu. Fakat 2017 yılında Dragon’s Den‘in sunucusu Evan Davis, “nüfusun sadece yarısının kullanacağı hijyenik bir ürün için biri neden postayla ticaret işi kurar ki?” diye sorunca BBC, regl ile ilgili tabuyu desteklemiş oldu.
Levililer‘de âdet gören kadınların temiz olmadığı, dolayısıyla da kocaları bile olsa onların dokundukları her şeyin kirleneceği yazar. Menstrüasyona karşı bu tür olumsuz tutumlar, Hristiyan Kilisesi’nin kadınlar ile ilgili genel itimatsızlığını pekiştirmiştir. Katolik doktrini, [insanlığın] Cennet’ten kovulmasında suçlanması gerekenin Havva olduğunu, menstrüasyon ve onunla birlikte gelen ağrıların da Havva’ya günahını hatırlattığını savunmuştur. Bugün bile birçok insan âdet için “lanet” der. 1916 yılına kadar Romalı Katolik kadınların âdet dönemlerinde komünyon ayinlerine katılmalarına izin verilmezdi. Doğu Ortodoks kiliselerinde bugün bile âdet dönemlerindeki kadınların ayine katılmayıp binanın dışında kalmaları bekleniyor. Nepal’de chaupadi adı verilen ve âdet gören kadınları goth denen tecrit edilmiş çamurdan kulübelere gönderen Hindu uygulaması 2005 yılında yasaklansa da uzak bölgelerde devam ediyor. Japonya’da Şintoizm’de menstrüasyon döneminde kadınların tapınaklara girmelerine ve belirli kutsal dağlara tırmanmalarına izin verilmez.
İngiliz teolog Carmody Grey, 2016 yılında Katolik The Tablet dergisinde yayımlanan bir görüş yazısında şöyle diyordu: “Bende ya da herhangi birinde herhangi bir olay aynı düzeyde acı, aksaklık ya da kan kaybına neden olsaydı sosyal ilişkilerimizde büyük etkisi olurdu… Kadınlar kan kaybedip acı çekiyorlar ki başkaları yaşayabilsin, bu kadar basit… Kadınların yaptıkları tam anlamıyla insanlığın yaşaması için kan dökmek.”
Eskiden beri kadınlar âdet dönemlerinin üstesinden nasıl geliyorlar? Başka kanıt olmasa da İnternet sitelerinde tekrarlanıp duran hikâyelere göre Mısırlı kadınlar yumuşattıkları papirüsten yaptıkları tamponları, Yunanlılar da ağaç parçaları etrafına sardıkları sargı bezlerini kullanırlarmış. İşaya Peygamber’in deyişiyle “kirli paçavralar” ve 17. yüzyıl İngiltere’sindeki adıyla “clouts” kumaş, kenevir veya bataklık yosunundan yapılırdı. Kraliçe Elizabeth I’in (1533-1603) iyi kalite Hollanda kumaşından keten “vallope”lerini sabit tutmak için üç tane siyah ipek korsesi vardı. Bacaklardan geçirilen külot ya da pantolon, belden bantla tutturulurdu. Bu da kolay erişime olanak sağlar ve lekelenmeyi azaltırdı. 1886 yılında doğan büyükannem keten bezleri kullanırmış, o bezleri de hizmetçisi elde yıkarmış.
Az gelişmiş ülkelerde âdet bezleri hâlâ belden bir iple bağlanır ve yıkandıktan sonra yatak altında kurutulur veya eteğin altına asılır. Malavi’de öğrenci olan 16 yaşındaki Jennifer Phiri bana âdet dönemlerini nasıl geçirdiğini anlattı:
Annemin parası ancak iki parça yırtık kumaşa yetmişti. O da hiç iyi değildi çünkü her dönem sonunda bacaklarımın üst kısmında yaralar oluyor ve çok acıyordu. Âdet dönemimde ne dans edebiliyordum, ne koşabiliyordum ne de hızlı yürüyebiliyordum ve bazen de giysilerim lekeleniyordu. Okula da pek gidemiyordum, yani bitene kadar evde kalıyordum. Bez havayla temas ettiği için de çok kötü kokabiliyordum.
Birmingham’lı Southalls 1888 yılında tek kullanımlık pedlerini “Karadan ve Denizden Seyahat Eden Kadınlar”a uygun olarak tanıttı ve Amerika’da Johnson & Johnson’ın geliştirdiği Lister’s Towels 1896 yılından itibaren kullanıma sunuldu. Birinci Dünya Savaşı sırasında Fransız hemşireler, yaraları sarmak için kullanılan “selülozlu pamuk” bandajların âdet kanını da iyi emdiğini ve kullanıldıktan sonra yakılabileceğini gördüler. İkinci Dünya Savaşı sırasında İngiliz otomobil üreticisi William Morris, İngiliz silahlı kuvvetlerindeki tüm kadınlar için tek kullanımlık hijyenik ped satın aldı. Bu pedlere “Nuffield’s Nifties” deniyordu. Sargı bezlerine sarılan pamuk, belden elastik bir kemer ile tutturulurdu. Kullanılan pedler genellikle üzerinde kabarık etekli bir kadının resmi olan kese kâğıtlarına konurdu. 1970’li yıllara kadar halka açık kadın tuvaletlerinde metal çöp fırınlarından gelen yanık pamuk kokusu olurdu ya da sifonlar kullanılmış pedlerle tıkanırdı.
1929’da Denver’da osteopat Earle Haas iki karton tüp ile pamuğu tampon şeklinde sıkıştırarak iç “katamenyal cihaz”ı icat etti. Dört yıl sonra Tampax’ın patentini 32.000 dolar karşılığında Gertrude Tendrich’e sattı; Tendrich de dikiş makinesi ve hava kompresörü kullanarak tampon üretti. 1980 yılında tamponda pamuk yerine daha emici olan selüloz kullanılmaya başlandı ve bu değişiklik kadınları tek bir tamponu çıkarmadan daha uzun süre kullanmaya teşvik etti. Çok geçmeden de ölümlü toksik şok sendromu (TSS) vakaları görüldü. Üreticiler kullanılan ilk malzemeye geri dönünce menstrüasyonla bağlantılı TSS’nin görülme sıklığı azaldı.
Neil Armstrong’un Ay’a ayak bastığı yıl olan 1969’da hijyenik pedi, kemer olmadan külot üzerinde tutacak bir yapışkan icat edildi. Ardından sızıntıyı azaltmak için “kanatlar” ve plastik kaplamalar eklendi ve pedler daha emici fakat doğada çözünürlüğü daha az olan petrol bazlı poliakrilattan süper emici jeller ile yapıldı.
Malavi’de genç kızların menstrüasyon nedeniyle bir ayda okula gitmedikleri gün sayısı, sıtma nedeniyle gitmedikleri gün sayısından daha fazla.
Doğurgan her kadın her yıl yaklaşık 250 ped ya da tampon kullanıyor; yani Birleşik Krallık’ta yok edilmesi gereken 3.750 milyon ped veya tampon artı 300 milyon plastik paket veya kutu var. Pamuk ve kereste üretiminde ve sonra da ürünlerin imalatında, nakliyesinde ve son olarak da imhasında kullanılan enerji miktarı ile ilgili araştırmalar yapılması gerekiyor. Tek kullanımlık pedlerin ve tamponların doğada yok olması 800 yıl kadar sürebiliyor.
Doğa dostu bir yöntem daha yeni icat edildi ve bunu bir kadın yaptı. Âdet kabı (menstural cup), yumuşak silikondan üretiliyor ve vajinanın içine yerleştirilerek kanı topluyor, birkaç saatte bir çıkarılıp yıkanıyor. Her âdet döneminin sonunda kaynar su içinde temizlenerek sonraki döneme hazır hale getiriliyor. Her kap 10 yıla kadar kullanılabiliyor; böylece aynı süre için 2.500 ped veya tampon atığından kurtulmayı sağlıyor. “Bugüne kadar âdet kaplarından çok az insanın haberi oldu çünkü 10 yılda sadece bir kez alınan bir ürünün kârı çok az.” diye açıklıyor Cup Effect’in İngiliz kurucusu Mandu Reid. “Pek çok kişi Afrikalı kadınların bunu kullanmayacağını çünkü ‘kültürlerine uygun olmadığını’ söyledi. Oysa biz tanıştığımız kadınların ve okula giden genç kızların neredeyse hepsinin hassas bir eğitim aldıklarında denemeye gönüllü olduklarını gördük.” Âdet kapları ABD ve Avrupa’da giderek daha yaygın oluyor ve Uganda, Malavi, Kenya ve Tanzanya’da Peace Corps gönüllüleri ve okula giden genç kızlar tarafından kullanılıyor.
Ne yazık ki milyonlarca kadın hâlâ her ay menstrüasyon ile ilgili pratik, ekonomik ve kültürel engellerle mağdur oluyor. Dünyanın dört bir yanında ailelerinden ayrı yıkanmak zorunda kalıyorlar, yemek yapmaları, arkadaşlarıyla buluşmaları ve kocalarıyla aynı yatağı paylaşmaları yasaklanıyor. Malavi’de birçok insan hâlâ menstrüasyonun kadının kocasını kısır yapacak, hatta öldürecek bir hastalık olduğuna inanıyor. Kendilerine büyü yapılması korkusu, adet dönemindeki kadınları, tohum ekmekten, bebeklerini emzirmekten, âdet bezlerini dışarıda kurutmaktan alıkoyuyor. Malavi’de genç kızların yarısından fazlası âdet dönemlerinde bir ya da iki ders kaçırırken yüzde 15’inin okula gitmediği gün sayısı dönem içinde üç günden fazla ki bu sayı sıtma nedeniyle devamsızlıktan daha yüksek. Yıllık hijyenik ped ihtiyacı, aylık ortalama gelir olan 340 doların yüzde 15’ine mal olunca Malavi’de âdet gören 4 milyon kadının yüzde 95’i paçavra, yaprak ya da ot kullanılıyor. Malawi Girl Guides Association (Malavi Genç Kızlara Rehberlik Derneği) artık faaliyetleri arasında menstrüasyon eğitimi de sunarken okul çağındaki genç kızlara ve mültecilere birer tane âdet kabı ile onu sterilize edebilmeleri için birer metal tava veriyor.
Birleşik Krallık 1973 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğuna katıldığında erkek politikacılar; vergiden muaf tutulan bebek bezleri, erkeklerin tıraş bıçakları, helikopterler veya timsah etinin aksine menstrüasyon ürünlerinin “gerekli olmayan ürünler” olduğuna karar verdiler. 2014’te Laura Coryton İngiltere’de hijyenik ürünlerin üzerindeki verginin kaldırılması için bir imza kampanyası başlattı. “Âdet dönemleri lüks değildir. Müsriflik yapmayı seçebilirsiniz. Âdet görmek ise seçim değildir” diye yazmıştı. “Tampon Vergisi Kaldırılsın Kampanyası”na 320.086 Birleşik Krallık vatandaşı imza verince o zamanın başbakanı David Cameron İngiliz hükûmetinin “tampon vergisi”ni kaldıracağını ilan etti.
Fakat 2017 Şubat ayında Coryton şöyle yazıyordu: “Brexit sorunlarıyla birlikte bu değişiklik en geç 2018 Nisan ayına kadar uygulanacak. Çok kötü.” Sonra da verginin kaldırılıp âdet tabusunun etkisini yitirmesini sağlamak üzere Period Watch (Âdet Nöbeti) adlı projeyi başlattı. Avustralya’da yüzde 10’luk tampon vergisine karşı “Drop It Coz It’s Rot” (Vergiyi Bırak, Çünkü Bayat) diye bir kampanya var. ABD’de yalnızca 11 eyalette vergi yokken Kaliforniya âdet gören kadınlardan yılda 20 milyon dolar kazanıyor.
2014 yılında Birleşmiş Milletler, 28 Mayıs’ı yıllık Menstrüasyon Hijyeni Günü ilan etti. Bu tarihin seçilmesinin nedeni, ortalama bir âdet döngüsünün beş gün sürmesi ve 28 günde bir olmasıdır. Peki, BM neden “hijyen” sözcüğünü de eklemişti? Nedeni, 21. yüzyılda bile menstrüasyonun “kirli” görülmesi miydi? Ben o güne Dünya Menstrüasyon Günü demeyi tercih ediyorum. O gün artık dünyanın her yerinden 380 ortak kuruluş tarafından kutlanıyor. Menstrual Matters, Period Positive, The Bloody Waste! ve Ragtime Revolution benzeri, âdet konusuna adanan yüzlerce İnternet sitesi ve Facebook grubu var.
Menstrüasyon konusundaki en büyük ikilem, hem kadınlığın ve doğurganlığın göstergesi olması hem de utanç ve rahatsızlık kaynağı olması. Son yıllarda çoğu kadının hayatı ekonomik, politik ve sosyal açılardan iyileşti. Ama menstrüasyon sırasında fiziksel olarak daha rahat olsak da hayatımızın normal bir parçası olan bu konu hakkında konuşmaktan hâlâ utanıyoruz. Keşke kalabalık bir trende şöyle haykırabilmek için çok yaşlı olmasaydım: “Ağır bir âdet dönemi geçiriyorum. Bana yer vermek isteyen var mı?”