Nazım Hikmet’in Piraye’ye olan aşkını ve bu aşkla birlikte parmaklıklar ardında zorlu bir mücadelenin usta şairi sürüklediği ruh hallerini hayal etmek kolay olmayabilir. Günümüz ilişkilerinden, aşklarından, yaşamı algılayış biçimlerinden Nazım’ı ve Piraye’sini anlamak çok mümkün değildir. Neyse ki tiyatro var. Murat Çidamlı’nın tek kişilik oyunu Piraye, bir mapusluğun dramını, aşkını, kavgasını, haleti ruhiyesini, iniş ve çıkışlarını, sahnelerde seyirciyle buluşturuyor.
Nazım Hikmet ve yaşamı
Nazım Hikmet söz konusu olduğunda rüzgar gibi geçmiş bir hayattan, vasiyetindeki vatan hasretinden ve yıllarca bir halı gibi dokuduğu eserlerinden bahsetmek mümkündür. Oysa onun hapishanedeyken para kazanmak için dokuma tezgahlarının başında geçirdiği anlar, o dönem yaşanan ekonomik zorluklarla birlikte yaşadığı hezeyanlar, uzakta olmanın getirdiği çaresizlikler pek hayal edilebilecek şeyler değildir. Şairin yaşamının bu boyutu tıpkı oyunun açılışında kullanılan, kimsenin farkında olmadığı ceviz ağacına benzer. Piraye oyununun seyircide yaratabileceği etkilerden birisi budur. Başka bir ifadeyle şiirleri kendi zamanına geri çeker. Onları var edildiği haliyle izleyenle buluşturur. Böyle bir buluşmanın izleyenlere katacağı anlamsa içindeki tutkularla bir şairin nasıl devleştiğine gerçekçi bir boyuttan tanıklık etmektir.
Piraye mi şairin gerçekliği mi?
Çidamlı, sahnede eserleriyle devleşen şairi ışık oyunlarıyla, gölge yansımalarla desteklemeyi seçerek izleyeni de bir illüzyonun içine çeker.
Şiirler; hezeyanlar, iç çekişler, isyanlar halinde dile gelirken yani bir devin dört duvarın arasında yaşayabileceği pek çok duygu durum gözler önüne serilirken aslında vatanını sevmenin yürek işi olduğu, şiirin de ancak bir kalbiniz varsa, mümkün olabileceği bir kere daha aktarılmış olur. Yanlış anlaşılmanın dışında olan da budur. Yani yaşadığı yıllarda pek çok suçlamayla yanlış anlaşılan şairin sahneden dile gelerek kendini anlatmasıdır.
Bir anlamda Çidamlı’nın bu oyunla çocukluğuna duyduğu vefayı sahneye taşıdığı ve bunu yaparken yeni kuşaklara da geçmiş diye sunulan ama pek de bilinmeyen bir dönemden bir kesit sunduğu söylenebilir.
Titizlikle çalışılmış, şairin Piraye’si bir şiir şöleniyle izleyene sunulmuştur. Öyle ki Çidamlı, sahnede aralarında neredeyse hiç benzerlik olmamasına rağmen Hikmet’i andırır.
Oysa oyuna adını veren Piraye neredeyse yoktur. Bu anlamda geleneksel bakıştan kopamama halinden bahsedilebilir. Bu süzgeci bir kenara bıraktığımızdaysa Piraye’nin Nazım’dan ayrıldığında takındığı tutuma bir saygı olduğunu söylemek mümkündür.
Sade seyir değil
Kendi adıma şiirlerin dile gelmesini severim. Tek kişilik oyunlarıysa herkese tavsiye etmek mümkün değildir. Piraye, başından sonuna dek izleyeni kendinde tutmayı beceriyor. Bu anlamda şairin dizelerini ezberden okuyan ama onun yaşamını pek de bilmeyenler için özellikle tavsiye ederim. Eskinin aşkları ve sadece bir şairin dizelerinden tanıdığımız Piraye’ye gelince o da Nazım gibi yaşamaya devam etmektedir. Bir orman gibi kardeşcesine…