Cinsiyetçilik etrafımızı sarmış durumda. İyileşmeler tabii var, yok değil. Ama yine de toplumsal cinsiyet rollerimizin çemberinde yaşıyoruz. Görünmez bir pelerin gibi sırtımıza giyiyoruz bu rolleri, fark etmiyoruz.
Reklamlarda, dizilerde, filmlerde, sokakta, evde, okulda, çocuk kitaplarında, oyuncak reyonlarında… Sayısız noktada pusu kurmuş cinsiyet rolleri ve cinsiyetçilik. Çocukların sevecekleri oyuncaklara bile karar veriyor bu illet, giyecekleri giysilere, okuyacakları kitaplara kadar her şeylerine karışıyor. Ebeveynler de bunda bir sakınca görmüyorlar genelde. Hâlbuki bir bilseler esas sakıncalı olan neler var!
Daha önce sosyal çevrenin etkilerinden bahsetmiştik. Çocuklarımızı hangi bakış açısıyla sosyalleştirdiğimizin hem çocuğun bireysel hayatına, hem de gelecekte inşa edilen toplumun yapısına etkisini konuşmuştuk. Benzer süreçler küçük yaştaki ve erken ergenlik çağındaki çocukların cinsiyet rollerine maruz kalmaları ile de oldukça yakından alakalı.
Toplumsal cinsiyet rolleri derken ne demek istiyorum peki? Örneğin kız çocuğuna cicili-bicili oyuncaklar, barbiler alırken, erkek çocuklarına silah, araba gibi oyuncaklar almak. (Evet, ilk yaşlardan başlıyor!). Erkek çocukları “hareketli” olabilirken, kız çocukları “cadı” olabiliyor. Ergenlikte kızlar evde durması, daha “sakin”, “hanım hanımcık” olması bir beğeni unsuru iken, erkeklerin “bıçkın” veya “delikanlı” olması adeta dayatılmış bir beklenti haline gelebiliyor. Ailede başlıyor; bilmeyerek de olsa aileler kızların başarısını “çalışkan” olmalarına, erkeklerin ise “yaramaz ama çok zeki” olmasına bağlayabiliyor. Sonra ne olduğunu çok iyi biliyoruz; kadının ve erkeğin evdeki ve toplumdaki yerleri kendileri bile fark etmeden toplum tarafından şekillendirilmiş oluyor, haberimiz bile olmadan! Bebeklerine bakan babaların garip karşılanması gibi!
Efendim, aslında esas konumuz bu değil. Ama bu kadar uzun bir giriş yapmanın da bir sebebi var. Toplumun bakışı böyle iken, varlıkların bihaber olduğumuz ve var oluşlarında birçok sıkıntıyla karşılaşan çocuklar var bu dünyada: Transgender, yani trans cinsiyetli çocuklar.
Trans cinsiyetlilik, eşcinsellik değildir. Trans cinsiyet, kişinin biyolojik cinsiyetinden farklı bir cinsiyet kimliğinin olmasıdır. Yani, kadın bedenine sahip olabilir ama cinsiyet kimliği erkek olabilir. Dünya Sağlık Örgütü 80’li yıllara kadar eşcinselliği hastalık olarak nitelendiriyordu, fakat artık eşcinsellik kitaplarda bir hastalık olarak yer almıyor. Trans cinsiyet için bu henüz söz konusu değil. Mental Bozuklukların Tanımsal ve Sayımsal El Kitabı (DSM- Amerikan Psikiyatri Birliği) bu durumu, cinsel kimlik bozukluğu (gender identity disorder) olarak ele almaktadır günümüzde. Konun uzmanı değilim, ama bu durumu bir akıl hastalığı olarak değerlendirmek için henüz emekliyor olduğumuzu düşünüyorum. Çünkü az sayıda ve yeni de olsa bilimsel çalışmalar henüz bir fikir birliğine varmış değil. Örneğin; Maryland Üniversitesi Tıp Bölümü’nün bir çalışması, beynin cinsiyetinin aslında düşündüğümüz gibi çok kesin çizgilerle kadın-erkek olarak ayrılmadığını gösteriyor.
Ne olursa olsun, trans çocuk bireyler varlar. Bu çocuklar oldukça küçük yaşlardan itibaren, çevre baskısından bağımsız olarak kendilerini başka bir cinsiyette ifade etmeye başlıyorlar. Tabii ki hayat onlar için hiç kolay olmuyor; erkek çocukların anneleri etek giymesine izin vermiyor, kız çocuklara oyuncak araba almıyor ve bu çocuklar okulda hep alay konusu oluyor. Her şeye rağmen ailesinin tam desteğini alan, kendini dilediği gibi ifade eden ve kendisi ile aynı durumda olan çocuklar için bir aktivist haline gelen genç biriyle tanıştırmak istiyorum sizi: Jazz.
Biyolojik olarak bir erkek bedenine sahip olarak doğan Jazz Jennings çok küçük yaşlarından itibaren kendisini bir kız çocuğu gibi ifade etmeye başlamış. İlk başlarda şaşıran aile ise daha sonra ona tam destek vererek hassasiyet göstermişler. Ama Jazz okulda ve çevrede sorunlarla karşılaşmış tabii, örneğin okulda bale elbisesi giymesinin yasak olması gibi. Bazı arkadaşları tarafından da dışlanmış veya alay konusu olmuş. Jazz ailesinin desteğini alabildiği için “şanslı” sayılabilir. Çünkü onun ailesi çocuğuna mavi giysiler alarak veya onun etek giymesini yasaklayarak kendini mutlu hissettiği bir kimliğe kavuşmasını engelleyemeyeceklerini çok hızlıca fark etmişler. Hatta daha da ileri giderek, benzer tecrübeler yaşayan aile ve çocuklara destek olmak için “Transkids Purple Rainbow Foundation” (Trans Çocuklar Mor Gökkuşağı Vakfı) adlı bir vakıf kurmuşlar. Jazz kendi hikâyesini farklı farklı platformlarda sık sık anlatıyor, medyada yer alıyor ve trans çocuklar için olumlu bir örnek oluşturuyor. Obama’ya bile mesajı var: Başına gelenleri, karşılaştığı dışlanma ve yasakları anlatıyor. Jazz’ın kendi hayat hikâyesini paylaştığı bir kitabı bile var. Fakat bu bildiğimiz kitaplardan değil; okul öncesi yaşlara yönelik bir çocuk kitabı: I am Jazz. Jazz kitabını kendi YouTube kanalında da detaylıca tanıtıyor. Bu kitap trans çocuklardan ilk defa bahseden bir kitap olarak ilk olma özelliğini taşıyor. Jazz’ın kendi cümlesiyle: “Bir kadın beynine, bir erkeğin vücuduna sahibim. Bu şekilde doğmuşum.”
Jazz gibi sayısız çocuk ve genç var. Aileler bu konuda bilgilendikçe onlar daha mutlu olacaklar, kendilerini özgürce ifade edecek ve eşit bir yaşam sürecekler.
Biz toplumsal cinsiyet kimliklerine “değişmez” ve “yıkılmaz” gözüyle baktığımızda trans çocukların varlığını kabul etmek, onları kucaklamak ve onlara özgür ve eşit bir gelecek sunmak zorlaşacaktır. Evet, genelden farklılar, ama farklılıklarla yaşamayı öğrenmek ve öğretmek çok önemli. Onların da kendilerini istedikleri gibi ifade etme özgürlükleri var; fakat onlar ne mavi, ne pembe. Onlar mor gökkuşağı çocukları!
Kaynak: Trans Kids Purple Rainbow