“Demek ki yolda durmak mümkün olmuyordu;
böyle bir hürriyet yoktu.
Sadece sürüklenme,
kalabalığın arasına kapılma hürriyeti vardı.”
Tutunamayanlar
Oğuz Atay, 12 Ekim 1934‘te İnebolu’da doğdu. Babası Kastamonu kökenli hukukçu ve CHP eski milletvekillerinden Cemil Atay‘dır.
Oğuz Atay’ın çocukluk ve ilk gençlik dönemleri üzerinde, annesi ilkokul öğretmeni Muazzez Atay kadar etkili olmasa da, hayatının önemli kararlarını babası yüzünden ertelediği bilinir.
Lise yıllarında resim ve tiyatroya duyduğu ilgiye ve resim öğretmeninin onu sanat akademisine yönlendirme çabasına rağmen, babası onu doktorluk veya mühendisliği yönelmesi gerektiği konusunda katı bir şekilde uyarır.
Hemen hemen tüm eserlerinde izleri görülebilecek olan ve Oğuz Atay’ın hayatı boyunca içine sindiremeyeceği bu mesleki yönelim; yani mühendislik, aslında onun lise son sınıfa kadar derslerinde göstermiş olduğu yüksek başarının kaçınılmaz sonucu gibidir de…
İlkokul sıralarında içine kapanık, kendini kitapların dünyasına kaptırmış bir görünüm sergiler. Arkadaşlarıyla iletişim kurmakta zorlanır. Onlardan farklı davranışlar sergiler. Ama kişiliğinin en belirgin özelliklerinden olan saydamlık ve içtenliğinden de vazgeçmez. Öyle ki ilkokulda öğretmeninin sınıfa sorduğu “İçinizde kardeşini kıskanan var mı?” sorusuna, sadece Oğuz “Evet.” yanıtını verir.
“Unutulacaklardır.
Bir gün bütün değer yargıları değişecek
ve
yargılananlar yargıç,
eziyet edenler de suçlu sandalyesine oturacaklardır
ve onlar o kadar utanacaklar,
o kadar utanacaklardır ki
utançlarının ve suçlarının ağırlığı yüzünden
ayağa kalkamayacaklardır.”
Tutunamayanlar
Ortaokul yıllarında ise yavaş yavaş dünya edebiyatından yazarlarla tanışmaya başlar, öğrendiklerini aktarmak için bir arkadaşıyla okulda duvar gazetesi çıkarmaya çalışır. Aynı dönemde Milli Eğitim Bakanlığı Batı klasikleri çeviri serisinden çıkan kitapları arka arkaya okumaktadır.
Dostoyevski, hayatı boyunca kopmadığı güçlü bir dayanaktır onun için. Tutunamayanlar romanı hakkında verdiği bir röportajda da sevdiği yazarların başına Kafka ve Dostoyevski‘yi yerleştirir.
Lise son sınıfta edebiyatın yanı sıra tiyatroya da ilgi duyar. Ve okulda sahnelenen, Shakespeare‘in “Hırçın Kız” isimli oyununda, Petruchio rolünü başarıyla oynar.
Bir diğer tutkusu olan resim, yine lise sıralarında ilgi duyduğu bir alandır. Resim öğretmeni onun çizimleri beğenmekte, resme yönelmesi konusunda tavsiyelerde bulunmaktadır.
“Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor.
Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor,
anlıyor musun?
Bütün hayatımca bu cam kırıklarını
beyin zarımın üzerinde taşımak
ve
onları oynatmadan
son derece hesaplı düşünmek zorundayım.”
Tehlikeli Oyunlar
Üniversite yıllarında, sosyal konulara ilgi duymaya başlar. Marksizmle tanışır. Marx‘ın, Hegel‘in, Lenin‘in kitaplarını okur. Atay’ın İstanbul’daki solcu çevreyle olan yakın birlikteliği, askere gittiği tarih olan 1957 yılının aralık ayına değin kesintisiz sürer. Ankara’da Asker arkadaşı Cevat Çapan, Vüsat O. Bener‘le tanıştırır onu.
Ankara’da bulunduğu süre boyunca sık sık Vüsat O. Bener’in evine gider, onunla uzun uzun sohbetlere girişir, ruhsal dünyasını ortaya koyar; sıkıntılarını paylaşır. Daha sonra yazacağı ilk romanı Tutunamayanlar‘ın ilk okuyucusu da Vüsat Bener olur böylece.
Ankara’da bulunduğu kısa sürede Atay, dönemin etkili dergilerinden Pazar Postası‘nın grubuna da dahil olur. Marksist eğilimi olan bir gruptur bu. Askerlik görevi dışındaki zamanının çoğunu bu grupla da geçirir, ülkesinin kurtuluşu için aynı görüşteki insanlarla güç birliğine girer.
Dönemine göre, sosyalizmin çok ölçülü ve sakınımlı koşullarda tartışıldığı bir dergi olan Pazar Postası’nda ilk imzasız yazılarını yayımlatır ve Batı’da yayımlanmış sosyalist içerikli makaleleri çevirerek işçiler ve devrim konularını başlıklara taşır.
İnsanın kişilik sorunsalı Oğuz Atay’ı yaşamının her döneminde ilgilendirir. Ve belki de aynı tutumla, Tutunamayanlar’ın Selim’ine de, “Kendini çözemeyen kişi, kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.” cümlesini kurdurur.
1959 yılında askerlik görevini bitirip İstanbul’a döner ve Denizcilik Bankası’nda mühendis olarak işe girer. Aynı dönemde beklenmedik bir gelişme olarak, Cemil Sait Barlas da, Pazar Postası’nı İstanbul’a taşır. İstanbul’da yayımlanan ilk sayısından itibaren Atay, aktif bir şekilde derginin yazı işlerinde yer alır. Bu nedenle de Pazar Postası’nın İstanbul’da çıkan sayıları Oğuz Atay’ın izleriyle doludur.
“Mahkemede, suçlu sandalyesinde, bilerek ya da işledikleri suçu bilmek zahmetine katlanacak kadar dahi düşünmediklerinden bilmeyerek, eziyet eden, hor gören, aşağılayan, ihmal eden, aldırmayan, unutan, kötüleyen, alay eden, (…) değer vermeyen, kalbi temiz olmayan, (…) her zavallıdan daima bir rütbe, bir kademe, bir sınıf yukarıda olanlar, (…) her zaman ve her yerde her sınıftan ve her ideolojiden ve her düşüncede insanlar arasında daima ön safa geçerek aslan payını kendine ayıranlar ve ayırır ayırmaz insanlarla aralarına aşılmaz duvarlar örenler, (…) insanları insanlardan ayıranlar, arkadaşlık dostluk sevgi ile uzatacakları sıcak bir elleri olmayanlar, yani elsiz gözsüz akılsız kalpsiz ve kansız gerçek sakatlar yani onlar onlar onlar… karşımıza oturacaklar (…) Ve biz onlara diyeceğiz ki, hesaplaşma günü geldi. Şimdiye kadar yalnız din kitaplarında yargılandınız. Biz fakirler, zavallılar, yarım yamalaklar, bu kitapları okuyup teselli bulurken içinizden güldünüz.”
Tutunamayanlar
İlk roman
Tutunamayanlar‘ı 1968’de yazmaya başlayan Oğuz Atay, 1970 yılı TRT roman yarışmasına yetiştirir dosyayı. Dosya beklediği gibi ödül alır. Kitap iki cilt halinde 1971 yılının aralık ayında ilk kez yayımlanır. Tabii siyasal çalkantıların dorukta olduğu 1970’li yılların Türkiye’sinde hemen hemen hiç ilgi görmez Oğuz Atay’ın romanı. Ancak, bu avangard yapıtıyla, daha önce kapısı aralanmış olan modernizme de ardına kadar kapıları açar.
Ardından Tehlikeli Oyunlar‘ı yazmaya girişir ve 1973 yılında yayımlanan kitap, dönemin koşulları içerisinde yine ilgi görmez.
1975 yılında ise üniversiteden hocası Mustafa İnan’ın biyografisini yazarak farklı türde bir eser ortaya koyar. “Oyunlarla Yaşayanlar” isimli tiyatro oyunu ve “Korkuyu Beklerken” isimli öykü kitabının ilk baskısı da yapılır aynı dönemde.
1976 yılının Kasım ayı sonlarında grip, yüksek ateş ve baş ağrısıyla kendini gösteren beynindeki tümör, 13 Aralık 1977‘ye kadar yaşamasına izin verir.
“…Tutunamayanlar’a genellikle yakıştırılan bunaltının aksine, ben çok eğlenmiştim bu kitabı ilk kez okuduğumda. Bunaltı bence yaşadığımız coğrafyadan geliyor. Tutunamayanlar da bu bunaltıyı alıp ondan çok devrimci bir şey çıkarıyor: Kahkaha. Bu da bizim topraklarda iyice belirgin hale gelen bir özellik. Elemi ve kederi alıp gülmeceye çevirmek. Bu kadar acıyla ve felaketle baş etmenin yollarından biri.
…Ne olursa olsun, nerede karşımıza çıkarsa çıksın, mutlaklık iddiasının gülünçlüğünü ortaya çıkarmak için yapmış bunu. Bunun da siyasi bir pozisyon olduğunu hatırlamak gerekir. Romana adını veren tutunamayanların pozisyonudur bu. “
(Meltem Gürle, Birgün)
Kaynak: Yapıtları ve Yaşamıyla Oğuz Atay