Büyüknohutçu ailesinin katledilmesi, devlete karşı kıt kanaat olanaklarıyla dişini tırnağına takıp ormanını, suyunu, toprağını korumaya çalışan insanlara yönelik bir tehdit olarak görülüyor. Devletin tüm kurumlarıyla gerekeni yapıp bu kara lekeyi temizlemek gibi bir sorumluluğu vardır. Çünkü devletin en tepesindeki siyasilerden başlayıp, onların gazıyla galeyana gelen bir güruh, Ali Ulvi Büyüknohutçu gibi yaşamı savunan insanları kolaylıkla Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen vatan haini, dış güçlerin maşası gibi aşağılık bir dille ve cahilce suçlayabiliyorlar. Aksi halde dağlarında eşkıya gibi rantçıların dolaştığı bir ülkede o dağları koruyacak kimse kalmayacak.
Antalya’nın Finike ilçesi Kızılcık Yaylası’ndaki dağ evlerinde yaşayan Ali Ulvi ve Aysin Büyüknohutçu çifti iki gün önce evlerinde av tüfeği ile vurularak vahşice öldürüldü.
Antalya’yı yasa boğan cinayetin ardından aileyi yakından tanıyan herkesin aklına gelen ilk soru, cinayetin arkasında kimin olduğuydu…
Olay yerine gelen jandarma ve Savcının yürüttüğü soruşturma kapsamında, son günlerde Büyüknohutçu çiftinin evinin çevresinde görülmeye başlayan 31 yaşında Ali Yamuç şüpheli olarak gözaltına alındı. Yamuç, ilk ifadesinde cinayeti kendisinin işlediğini itiraf etti. İddiaya göre işsiz olduğunu ve bu cinayeti para için işlediğini anlattı…
Büyüknohutçu’nun avukatı ile yaptığımız görüşmede, olayla ilgili tüm ayrıntıların soruşturmayı yürüten ilgililere aktarıldığı, soruşturmanın derinleştirilmesi için talepte bulunduklarını öğrendik…
Şimdilik tüyler ürpertici bu vahşi cinayetin nedeniyle ilgili bildiklerimiz, şüpheli Ali Yamuç’un iddialarıyla sınırlı. Ancak olayın ayrıntılarını ve arkasında başka bir azmettiricinin olup olmadığını adli makamların açıklamalarının ardından hep birlikte sabır ve metanetle bekleyip öğreneceğiz.
Ancak çok yönlü bir yurtsever olan ve siyaseten çevreye, tüketici sorunlarından barınma hakkına kadar pek çok alanda verdiği mücadele ile tanınan Ali Ulvi Büyüknohutçu ile eşinin öldürüldüğü Alacadağ’a biraz daha yakından bakmakta yarar var…
Emeklilik günlerini Alacadağ’daki evinde ve bahçesinde üreterek geçirmek isteyen Büyüknohutçu, burada birçok insanın hayali olan bir hayat kurdu. Sebzeden yumurtaya, baldan salçaya, makarnadan ekmeğe ihtiyaçları olan her şeyi kendileri üretiyor, fazlasıyla da tanıdıklarının ihtiyaçlarını karşılıyorlardı.
Ancak yıllar önce Büyüknohutçu ailesinin cenneti yavaş yavaş mermer tozuna bulanmaya başladı. Dünyada çok az sayıda kalan ve Antalya’nın bu bölgesinde yoğunlaşan sedir ağacı toplulukları ve diğer nadir orman ağacı türlerini kapsayan Alacadağ’ın 427 hektarlık bir bölümü 1990 yılında “Tabiatı Koruma Alanı” olarak koruma altına alınmıştı.
Bölgede 2000’li yılların ortalarından itibaren ardı ardına açılmaya başlayan mermer ve taş ocakları, hem sedir topluluklarının bulunduğu Alacadağ Tabiatı Koruma Alanı’nın sınırına dayandı hem de Büyüknohutçu ailesinin de yaşadığı bölgeyi tehdit etmeye başladı.
Nadir orman ağacı türleri ve anıtsal ağaçlarıyla gözümüz gibi korumamız gereken bu bölgedeki mermerci kıyımına yürek dayanacak gibi değildi. Finike’nin o ünlü portakalının yetiştiği ovayı çevreleyen yamaçlarda onlarca kilometre uzaktan bile görünen dev yaralar açılmaya başladı.
Finike portakalının mermer ocaklarına karşı varolma mücadelesini defalarca haberleştirdik:
(http://www.atlasdergisi.com/gundem/finike-portakali-tasa-karsi.html)
(http://haber.sol.org.tr/kent-gundemleri/muhtarin-tas-ocagi-isyani-mermer-icin-ormani-kestiler-oylece-birakip-gittiler-haberi)
(http://www.ulusalkanal.com.tr/yurt/rant-icin-tarih-ve-inancimiz-hancerleniyor-h21742.html)
İşte Kızılcık Yaylasında bir tetikçi tarafından eşiyle birlikte vahşice katledilen Ali Ulvi Büyüknohutçu, devletin korumadığı bir milli servet olan sedir ve çam ormanlarını, portakal ve nar bahçelerini, dereleri ve su kaynaklarının korunması için gecesini gündüzüne katıp cesurca bir mücadele yürütüyordu.
Yasalara aykırı biçimde ve denetimden uzak çalışan mermer ocaklarına karşı açtığı davaları kazanıyor, kimi usulsüz çalışan ocakların izinleri iptal ediliyordu. Daha yakın zaman önce o ocaklardan birinin işletmecisi, Büyüknohutçu’ya 100 bin liralık manevi tazminat davası açmıştı.
Yakın zaman önce dostlarına bölgenin ünlü yaylalarından biri olan Ördübek’te bir mermer ocağı açılmak istendiğini, bununla ilgili yetkililerle görüşmek istediğini anlatmıştı…
Kısacası onlarca mermer ocağının ablukası altındaki dağları, ormanları korumak için büyük bir savaş veren Ali Ulvi Büyüknohutçu, adi bir cinayetin kurbanı oldu. Tıpkı korumak için çırpındığı o ulu ağaçlar gibi vahşice öldürüldü.
Yarın tüm sevenleriyle birlikte onu ebediyete uğurlayacağız. Ancak bu adi cinayetin tüm ayrıntıları çözülene ve sorumları hak ettiği cezayı alana kadar gözümüzü kırpmadan nöbette olacağız.
Büyüknohutçu ailesinin katledilmesi, devlete karşı kıt kanaat olanaklarıyla dişini tırnağına takıp ormanını, suyunu, toprağını korumaya çalışan insanlara yönelik bir tehdit olarak görülüyor. Devletin tüm kurumlarıyla gerekeni yapıp bu kara lekeyi temizlemek gibi bir sorumluluğu vardır.
Çünkü devletin en tepesindeki siyasilerden başlayıp, onların gazıyla galeyana gelen bir güruh, Ali Ulvi Büyüknohutçu gibi yaşamı savunan insanları kolaylıkla Türkiye’nin kalkınmasını istemeyen vatan haini, dış güçlerin maşası gibi aşağılık bir dille ve cahilce suçlayabiliyorlar. Ancak bürokratik oligarşinin çöreklendiği masa başından ve kentlerin kısır gündeminin arasından görünmeyen arazideki yıkımın ulaştığı boyut dehşet vericidir.
Bugün yaşam alanlarını korumak için çırpınan insanların dilinde dolanan bir söz durumu özetlemeye yetiyor: “Eskiden devlet ormanı vatandaştan korurdu. Şimdi aramızda para toplayıp ormanı devletten korumak için uğraşıyoruz!”
Ağır OHAL koşullarında acısını içine gömen insanların ülkesi haline getirilen Türkiye’de, bu ülkeyi çıkarsızca seven yaşam savunucularının hiç olmadığı kadar yan yana gelmeye, devletin de yıkıma karşı tepkisini dile getiren insanlara karşı sükunetle dinlemeye ve gereğini yapmaya ihtiyacı var.
Aksi halde dağlarında eşkıya gibi rantçıların dolaştığı bir ülkede o dağları koruyacak kimse kalmayacak.