Geçen sene Paris’te Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Konferansı düzenlenmeden önce çevre kirliliğine dikkat çekmek için 27 Eylül günü Paris’te “Arabasız Gün” ilân edilmiş, şehir merkezindeki yollar yayalara ve bisikletlilere bırakılmıştı. Araç trafiğinin yüzde 42; hava ve gürültü kirliliğinin ise yüzde 35 oranında azaldığı bu günde, Parisliler bu uygulamanın düzenli olarak devam etmesi için taleplerini çeşitli gösterilerle dile getirmişti.
Paris halkının bazı yerlerden Eiffel Kulesi’nin bile görülmesini engelleyecek kadar tehlikeli seviyelere ulaşan hava kirliliğine göstermiş olduğu bu tepkiyi dikkate alan Paris Belediye Meclisi, konuyu gündemine taşıyarak bir oylama gerçekleştirdi. Oylama sonucunda, Paris Belediye Başkanı Anne Hidalgo, 1667 yılında açılmış olan ve yılda yaklaşık 20 milyon turistin ziyaret ettiği “dünyanın en güzel caddesi” olarak nitelendirilen Champs-Elysées Bulvarı’nı talepler doğrultusunda ayda bir defa araç trafiğine kapatma kararı aldıklarını açıkladı.
Daha az gürültü ve hava kirliliğini hedefleyen uygulama, bu yıl 8 Mayıs günü itibarıyla başladı. Artık her ayın ilk pazar günü Champs-Elysées Bulvarı araç trafiğine kapalı olacak. Anna Hidalgo, “Paris nefes alıyor” sloganıyla bu uygulamanın yayıldığını ve birçok caddenin eş zamanlı olarak araç trafiğine kapatılacağını duyurdu.
Paris’i daha yaşanabilir kılmaya çalışan tüm bu çabalara rağmen, gitgide kalabalıklaşan ve insana yaşam alanı bırakmayan bu bunaltıcı düzene ayak uydurmak istemeyenler, Paris’i terk ederek daha yeşil ve küçük yerlere yerleşme kararı alıyorlar. Bunun en çarpıcı örneği, geçtiğimiz günlerde kişisel bloğunda Paris’ten ayrılma kararını çizimleriyle süslediği etkileyici bir mektupla duyuran ressam Muriel Douru oldu.
Douru’nun Paris’e hitaben yazdığı mektubu şu şekilde;
“Sevgili arkadaşım,
20 yıldır birlikte yaşıyoruz, oldukça yaşlı bir çift sayılırız. Bu yüzden sanırım seninle çok açık konuşabilirim. Bana bugüne kadar çok fazla mutluluk verdin; senin sayende iş buldum, aşkı tanıdım, harika dostlar edindim.
Seni ilk gördüğümde beni büyülemiştin. Tarlaların ortasında, hiçbir özelliği ve çekiciliği olmayan bir kasabada yaşadığım ergenlik bunalımı hemen son bulmuştu. Seninle büyük şehrin enerjisini, kültürünü, gece hayatını tanıdım ve her an yeni şeylerle tanışmanın güzelliğini yaşadım. Büyük şehrin bize sunduğu tüm imkânları sonuna kadar birlikte sömürdük.
Sein-et-Marne’de kaybolmuş küçük bir kasabanın yollarından geçip senin tekin olmayan kollarına atıldığımda yaşadığım şok beni çok güçlü bir kadın yaptı.
Dünyanın dört bir yanından gelen bir sürü insan sende yaşıyordu ve ben seni tam da bu yüzden çok sevdim. Senin sayende New York’tan, Polinezya’dan gelen insanlarla yolum kesişti. Portekizli, Kanadalı arkadaşlar edindim, Fransa’nın her bölgesinden insanlar tanıdım.
Her zaman çok misafirperver oldun, herkese kucak açtın. Birileri daha iyi imkânlarda eğitim görmek isterken ya da iş ararken onlara kollarını ilk açan sen olmadın mı? Her ne kadar çoğu, Fransa ekonomisinin yarısını tek başına yönetiyor olman dolayısıyla bu kararı alırken çok mutsuz olup alışveriş sepetlerini en iyi şekilde doldurma derdine düştüyse de sen sakın buna üzülme! Ben, her şeye rağmen sana olan aşkım yüzünden burada kalanlardan olmaktan hiç pişmanlık duymadım.
Müdavimi olduğum mekânların ve bu 20 yıllık birlikteliğimizde hiç gitmediğim yerlerin var. Erkek arkadaşım orada oturduğu için her gün arşınladığım ve çok sevdiğim; ama ayrıldıktan sonra bir daha hiç adımımı atamadığım sokakların var. Seni tam olarak tanıyamadan, ayrılacağımızı söylemek çok tuhaf geliyor. Eğer birlikte kalmaya devam etseydik, beni şaşırtmaya devam edeceğini bilmek şimdiden ayrılık acısını perçinliyor.
20 yaşımda, ertesi sabah okul olmasına rağmen gittiğim Rex Club’daki beyaz geceleri hiç unutmayacağım. İklim değişikleri ve terör son bulsun, eşcinsel evlilikler serbest olsun, Le Pen seçimleri kazansın diye katıldığım gösteri yürüyüşlerini hep anımsayacağım. Bize başka bir dünyanın mümkün olduğunu gösteren, 11 Mayıs 2015’teki (Charlie Hebdo) o akıl almaz buluşmamızı asla unutmayacağım.
Bunlar kolilerimde beraberimde götüreceğim sana dair anılarım. Daha paylaşacak bir sürü şeyimiz olsa da yakında seni terk ediyorum. Çünkü ne kadar çok verirsen, o kadar çok alırsın; alan, hava, güneş, ağaç, deniz, hayvanlar ve doğa…
Yaşadığım hayatın kalitesini arttırmak için çaba sarf etmeni çok bekledim; ancak harekete geçmek için çok büyük, değişmek için çok ağırsın. Ve ben artık seni yok eden, soluduğum havayı kirleten milyonlarca araca katlanamıyorum. Güneşli bir öğleden sonra, korkunç trafiğe sıkıştığımız için arkadaşlarım ve kızımla 5 saatte 15 km yol almış olmayı anı olarak biriktirmek istemiyorum. Başka türlü bir hayat mümkünken, bu kıymetli zamanı boşa harcamak ve bu kadar stresi çekecek olma fikri insanı deli ediyor!
Seni, sana benzeyen ama senden daha küçük ve daha güvenilir olan biri için terk ediyorum. Bana yaşlandığımı söyleyeceksin, haklısın. Senin artık ait olmadığın, daha yavaş ve sakin bir hayatı arzuluyorum.
Sevdiklerime iyi bak, seni keşfedenleri şaşırtmaya devam et. Terk edildiğin için üzülme; çünkü yerin asla doldurulamaz. Seni ziyaret etmek için sık sık geri geleceğim.
Sevgiyle,
Muriel.”
Başlık Fotoğrafı: Reuters/ Philippe Wojazer
Kaynak: Le Figaro, Huffington Post