Kendi kendini eleştiren bir türün temsilcileri bizler; günümüze kadar hatalarımızın farkına varıp bu hataları gerektiğinde telafi ederek, aynı hatalara düşmeyerek geldik. Kültürleri, ahlak anlayışlarını ortaya koyduk. Değer yargılarımızın hep daha barışçıl, daha vicdani olduğunu düşündük. Genellikle de yanıldık. Anlayışımız, bencillikle bezenmiş olduğundan, keyfiyetimiz için birçok masum varlığın gerekirse yaşamına kadar kast edebildik. Etmeye de devam ediyoruz.
Toplumsal yaşamın kontrolü amacıyla oluşturduğumuz örgütlü kurumlarımız ve yasalarımız, oluşturulan hayal ürünü bir dünyayı temsil ediyor adeta. Birçok doğrumuz, gerçekliklerden çok uzak ve çoğunlukla acımasız. İlerleyişin kelime anlamını çok fazla karıştırdığımız ortada. Bizleri bugünlere getiren merakımız, zaman zaman düşüncesiz ve gaddar bir tür olmamıza da neden oldu. Gücümüzün yettiği her canlıya, var olduğumuzu hissettiriyoruz. Bu varlığımızı en çok hisseden canlıların yaşam savaşı verdikleri bir yer var: Hayvanat bahçeleri.
Tabii yaşam alanından koparılan binlerce hayvan; parmaklıklar ardında, insanların beğenisine sunulmuş durumda. İnsanların, kendilerini iyi hissetmesini sağlamak, merakını gidermek gibi görevler atfedilmiş bir durumda, tecrite zorlanmakta. Hayvanat bahçelerini ziyaret eden çocukların dahi anladığı şey, kafesler ardında yaşamaya zorlanan canlıların mutsuz oldukları gerçeği.
Esaret altında sürdükleri yaşamın karşılığında karınlarının doymasının yeterli bir mükâfat olarak görmemize rağmen; rüzgarı hissedebilmek, doyasıya koşabilmek, kendi türünden arkadaşlarıyla oyunlar oynayabilmek gibi yaşamı değerli kılan her şeyi göz ardı ediyoruz. Hayatta kalmanın yaşam için yeterli olacağı yanılgısına düşmüş durumdayız. Bu yüzdendir ki, günümüzde esaret altındaki kaplan sayısı vahşi doğadakinden fazladır.
Hayvanat bahçeleri varlık nedenlerini birkaç ifade ile aklamaya çalışıyorlar:
- İnsanları doğa ile ilgili olarak bilgilendirmek, doğaya ve yaban hayata sevgilerini arttırmak,
- Ziyaretçilerin bu alanlarda eğlenmesini sağlamak,
- Nesli tehlike altında olan türleri korumak.
- Bulunduğu coğrafyadaki yaralanmış canlıları iyileştirmek ve tekrar doğaya kazandırmak.
Günümüzde nesli tehlikede ve bakıma muhtaç canlılar mevcut. Bu canlılar için rehabilite merkezleri, koruma alanları, doğal yaşam parkları gibi alanlar yapılmakla birlikte, hayvanların mecbur kalınmadıkça kafes içerisine konulmadığı bilinen gerçekler arasında. Ayrıca, hayvanat bahçeleri doğal yaşam alanında yaşayan varlıkları, evlerinden kopararak gösterime sunmaya odaklı bir ağ geliştirmiş durumda.
Güney Asya veya Afrika’da birçok yasadışı örgüt, hayvanların sergilemek veya şaklaban olarak kullanmak ve merkezlere satmak için vahşi canlıları yakalamaktadır. Yakalanan hayvanlar, maruz kaldıkları yolculuklarda çoğunlukla yaşama gözlerini yummakta, birçoğu da psikolojik sorunlar ile boğuşmak zorunda kalmaktadır. Hayvanat bahçelerinde tamamen doğal olmayan yöntemlerle oluşturulmaya çalışılan ısı, barınak, oyun alanlarında hayvanlar gelişimlerini sağlıklı tamamlayamamakta ve ciddi sağlık problemlerine maruz kalmaktadırlar.
Antalya’nın sıcağında penguen, Ankara’nın soğuğunda tropik kuşların varlığı ne kadar normal olabilir? Hepimizin bildiği çok meşhur bir fotoğraf vardır. Duvardaki buz kütlelerinin çizimine bakan kutup ayısının fotoğrafı. İşte o kutup ayısı esaret altında yaşamına son verdi. O kutup ayısı özgürlüğün ne anlama geldiğini biliyordu. Peki, ya bizler? Güneşi içinde hissedemeden yaşama gözlerini yummak… Bir hayvanat bahçesi ziyaretinde küçük bir çocuk babasına dönüyor ve diyor ki “Baba bu hayvanlar neden kafes arkasında, bir suç mu işlemişler?” İnsani saflığın, temsili ifadeleri…
Gary Smith hayvan esareti ile ilgili çok güzel bir cümle sarf etmiştir:
“150 yıl önce köleliğin biteceğini savunsaydın saçmaladığını söylerlerdi. 100 yıl önce kadınların oy verme hakkının olduğunu söylediğinde sana gülerlerdi. 50 yıl önce Afrika kökenli Amerikalıların kanunlar önünde eşit haklara sahip olması fikrine itiraz ederlerdi. 25 yıl önce eşcinsel haklarını savunduğunda sana ‘sapık’ derlerdi. Bugün hayvan köleliğinin sona ereceğini iddia ettiğimizde bize gülüyorlar, ama bir gün gülemeyecekler.”