Sakallı Celal o dönemde yaşayan İstanbul halkının efsanesi haline gelmiş bir kişi. Pejmürde görünüşünün altında zamanını aşan bir kişilik yatıyor. Tabiri caizse belki de eski İstanbul bohemi. Paşa babasının bağlantılarıyla ömür boyu rahat bir hayat sürmeyi asla seçmemiş, zaten rahat yaşamak gibi de bir derdi yok.
İnandığı şeyler var ve bunu gerçekleştirmek ister, okullara öğretmenlik başvuruları yapmasının nedeni belki de budur. Gittiği yerlerde bağnazlığı yenmeye çalışmış, aklı ön plana çıkarmayı kendine düstur edinmiş. Halk ise bu türlü uygulama ve fikirlere o denli kapalıdır ki her seferinde onu okuldan ve çevreden uzaklaştırmayı ne yazık ki başarırlar.
Anlatılanlara göre oldukça donanımlı biri, her yerde söyleyeceği bir şey muhakkak olur ve sohbetine doyum olmazmış. Zaten devrin önde gelen bilim ve düşün insanları yakın arkadaşları. Hayatında sadece bir evi olmuş onu da gerisinde bırakıp çekip gitmiştir, böyle maddi şeylerin önemi yoktur onun gözünde. Açık sözlü ve sözünü sakınmayan, yeri geldiğinde karşısındakini incitse bile gerçekleri söylemekten asla çekinmeyen biri.
Efsanevi oluşu çeşitli olaylarla anılıyor, bunlar söylentiden öteye geçmediği ve netlik taşımadığı için gerçek olduğu da iddia edilemiyor yalan olduğu da. Ama hazırcevaplığı ve zekâsıyla anlatılanlardan her biri onu bir fıkra kahramanına çeviriyor.
Anlatılanlar arasında çöpçü maaşlarını protesto etmek için sokakları süpürdüğü de yazıyor, devlet erkanından biriyle eğitim konuşmak için gittiğinde bununla sohbet edilmez diyerek kalkıp gittiği de. Daha neler neler var bu söylenceler arasında. Kalıplaşmış ve hayatta sık sık duyduğumuz bazı anonim sözlerinde ona ait olduğu yazıyor. Onun için yazılan gazete yazıları oldukça ilginç her biri aynı şikâyeti dile getiriyor neden onu tanıtmak için bir şey yapılmıyor türünden serzenişlerle dolu. Onun sahip olduğu bu ilginç kişiliğine rağmen elde edilen bilgiler ne yazık ki çok az ve sadece bir kitap yazılabilmiş.
Yaşamı hakkında ulaşılabilenler ise şu şekilde;
Ayşe Melek Hanım ve Hüseyin Hüsnü Bey’in üçüncü oğlu olarak dünyaya gelir Mahmut Celal. Babası bahriye nazırlığına kadar yükselmiş çalkantılı bir dönem yaşayan Osmanlı’nın iktidar hırsı yüzünden görevinden azledilerek de nasibini almış biri. Annesi Ayşe Melek Hanım modern bir kadındır ve kadınların okula bile gönderilmesinden çekinilen bir dönemde lise mezunu olma şansını yakalamıştır. Ağabeyleri Kemal ve Cemal deniz subayı olmuş, kardeşi Nihal’i aynı lisede okuduğu dönemde talihsiz bir şekilde kaybetmiş, kız kardeşi Cemile evliliği sebebiyle ülkeden ayrılmak zorunda kalmış, en küçük kardeş Bilal ise savaş sebebiyle eğitimine devam edemese de kardeşlerine nazaran daha olaysız ve düzenli bir hayat sürmüştür.
Okumaya küçük yaşta meyletmiş Mahmut Celal evdeki bütün kitapları karıştırır ve her gün okula ne zaman başlayacağı sorularıyla evdekileri bunaltınca daha fazla beklemek istememiş ev halkı. Okumayı öğrenmesi ve Fransızca derlerine başlaması bu sebeple pek erken olmuş. Kemal ve Cemal abisi tarafından Galatasaray Lisesi’ne yazılıyor. Bu okulu her zaman çok seviyor Celal, en güzel dostlukları, arkadaşlıkları burada yaşıyor, çok iyi bir eğitim alıyor. Diplomasını ise yanan okulundan kalan ufak tefek binaların birinde alıyor.
21 yaşında mezun olduktan sonra okul müdürü Tevfik Fikret’in kapısını çalar. Ondan okulda muitlik yapmak için izin ister. Tevfik Fikret kabul eder ve en alt sınıftakileri okutması için onu görevlendirir. Bu cevaba içerlemiştir Celal bunu anlayan Tevfik Fikret neyi olduğunu sorar. Celal ise üst sınıfları okutabilecek yeterlilikte olduğunu söyler. Tevfik Fikret bunun üzerine şunu söyler; “Bu hayatta hiçbir şeye zirveden başlanmaz. Basamaklar, hak edildikçe ağır ve emin adımlarla çıkılır… Senin verilmeyi beklediğin son sınıf öğrencileri belli bir yaşa ve formasyona ulaşmış gençlerdir okul çatısı altında ne verilebilmiş ise verilmiştir. Eklenecek pek bir şey kalmamıştır. Oysa küçük çocuklar ufak fidan gibidir. İşin daha başındadırlar. Onlara bir şey vermek, son sınıflarla haşır neşir olmaktan çok daha zordur ve çok daha fazla bilgi ve beceri gerektirir. Ben sende bu bilgi ve becerinin işaretlerini ve ‘öğrenci nitelikleri’ daha öğrencilik yıllarında gördüğüm için en ufak sınıfları uygun gördüm…” der. Celal bu haberi duyunca kuşkusuz sevinmiştir.
Görevine devam ettiği sıralar Tevfik Fikret tarafından bir öneri gelir. Yurt dışına öğrenci gönderilecektir acaba Celal de gitmek ister mi? Siyaset Bilimi okumaya gitmesine rağmen o makine mühendisliği bölümünü istemektedir. Bir yılı aşkın devam eder Fransa’daki okuluna. Fransa’da vaktini boşuna harcamamış, müzeleri gezmiş, kütüphanelerden yaralanmış ve aydın kişilerle sohbet etme fırsatı yakalamıştır. En sonunda “Yeter devletin parasını yediğimiz, millete borcumuzu ödeyelim” diyerek ülkeye dönmüştür. Fakat önemli bir farkla o günden sonra ün yapmış o bilindik sakallarıyla. Bir daha kestiğini de gören olmamış.
Ülkeye döndüğünde yine Tevfik Fikret’in kapısını çalmak ister fakat arkadaşlarından uyarı gecikmemiştir. Galatasaray’daki özgürlükçü hava yüzünden Tevfik Fikret’ten bazı çevreler haz etmemektedir. Bu rahatsızlık daha sonra okuldan görevinin son verilmesiyle son bulmuştur. Bir müddet sonra Maarif Nazırı Emrullah Bey’in yanında alır soluğu öğretmenlik yapmak istemektedir. Nereye gitmek istediğini soran nazıra, Üsküp cevabını verir. Böylece Fransızca ve Felsefe öğretmeni olarak gider. Açık sözlülüğü ve bilime her zaman destek vermesi yüzünden halk tarafından pek sevildiği söylenemez. Öğrencilerin futbol oynaması için bir saha yaptırınca kıyamet kopar. Sakallı Celal görevinden alınır. Bu akıbet Kastamonu’da da başına gelir.
Birinci dünya savaşı yıllarında Ankara Sultanisinde müdür yardımcılığı yapar. Ankara’ya neden geçtiği tam olarak bilinmese de Anadolu’ya silah yardımı yapıldığı söylenir. Ders programından değişiklikler yapar, din derslerini azaltır. Bu, tepkilere yol açsa da bu kez savuşturmasını bilir. Okula bir gün yazı gelir, gelen yazıda son sınıf öğrencilerin acil olarak okuldan mezun edilmeleri hatta onunla birlikte üçüncü sınıfları da bir formaliteyle mezun etseler çok iyi olur türünde bir yazıdır bu. Sakallı Celal bu yazıyı okuyunca oldukça sinirlenir ve şu yazıyla istifasını verir: “… Ankara sultanisi ‘boyacı küpü’ olmadığı cihette Vekaletin talebi kabili tatbik görülmemiştir. Hem bendeniz, Cumhuriyet’in ilanıyla birlikte ‘mucize’ devrinin sona erdiğini sanıyordum. Demek ki yanılmışım… İstifamın derhal kabulünü veya Vekalet emrine alınmama emirlerinizi arz ederim efendim. Mahmut Celal.”
İstanbul’da bir müddet vakit geçirir. Gördüğü bir ilanla Aydın’a geçer.o artık çok istediği makinelerle uğraşmaktadır, makine şefidir Sakallı Celal. Gençlere yeni harfleri öğretmiş, makineler hakkında bilgilendirmiş, yurt dışından getirttiği kitaplarla incir ıslahı üzerine okuyup ilerletmeye çalışmış. Bunların dışında ağır işlerde çalışmakta ve makineleri tamir etmektedir. Bulduğu küçük buluşlarla ikramiye alıyor düzenli bir maaş ödeniyordur. Hali vakti yerindedir Sakallı Celal’in kendisine ait olan ilk ve tek evi burada yaptırır.
Günler böyle sakin ve huzurlu geçerken bir işçiye para verdiği için komünist olarak suçlanarak evini polisler basar. Evin altını üstünü arayan polislere ne aradığını sorar Sakallı Celal, belgeleri arayan polise ben size yerini göstereyim diyerek başını göstererek “işte burada hepsi bunun içindedir” demiştir. Çok sevilen Sakallı Celal’in başına bunların geldiğini öğrenen halk polisi valiye şikâyet etmiş ve görevinden alınmıştır. Bu olaydan sonra parmağını bir makine dişlisine kaptırınca işaret parmağı kopar dikilir fakat o günden sonra parmağı kıvrılmaz. Sakallı Celal deyişiyle o günden sonra “komünist” parmağı olmuştur. Bu olay üzerine yazılan bir yazı bence okunmaya değer.
“… Zavallı ilim ve zavallı fikir! Sen sakallı Celal gibilerine bir lokma ekmek vermedikten sonra bizim gibi çömezleri nereden besleyeceksin?
… Bizde alim yetişmiyor diyorlar yetişene ne yaptık ki yetişeceğe hayrımız dokunsun! Kelimenin bütün manasıyla ‘okumuş’ Sakallı Celal, bir lokma ekmek için elini makineye kaptırarak hastane köşelerine düşerse gençliğe, hangi müreffeh ilim adamımızı numune diye göstereceğiz? Heyhat!”
Bu olayların ardından Aydın’dan ayrılmaya karar vererek önce Ankara’ya oradan İstanbul’a geçer. Yirmi yılı aşkın süre muhtelif işlerde çalıştıktan sonra bile ne emekli aylığı ne de parası vardır. İstanbul’da bir öğrencisi tarafından bir apartmana yerleştirilir. Bu apartmanda 12 yıl kalacaktır. Ama kimseyi evine davet etmeyecektir, bazı yakın arkadaşları evinin yerini bile bilmemektedir. Ama o neredeyse her gün bir eve konuk gider, herkes Sakallı Celal’i çok sevdiğinden ağırlamak için de birbiriyle yarışır dense yanlış olmaz.
Hayatının son dönemi ise Bomonti’deki bir okulda geçiyor. Bu okulun kütüphanesiyle ilgilendiği için küçük bir miktar para aylık da alıyor. Orada münzevi şekilde herkesten uzak bir hayat süren İlhan Şevket Aykut’ta bulunuyor.
Bir gün davet edildiği bir evde en sevdiği yemekler yapılmış bekleniyordur. Tarih 6 Haziran 1962’dir. Fakat Sakallı Celal o akşam yemeğe gelmez mutlaka acil bir işi vardır yoksa neden gelmesin denir ama iç huzursuzluğu olduğu kuşkusuz. Ertesi sabah erken saatte gidip okula bakarlar kapıyı açtıklarında Sakallı Celal’i ne yazık ki ölü bulurlar. Cenazesi 8 Haziran’da çok sevdiği okulu Galatasaray Lisesinden kaldırılır muazzam bir kalabalık uğurlar onu ve çok sevdiği hocası Tevfik Fikret’in yakına gömülmek ister.
Kardeşlerinden farklı olarak seçtiği soyadı ise Yalnız‘dır. Mezar taşında ise ;
“Celal YALINIZ”
“Bağban Bir Gül İçin Bin Hare Hizmetkar Olur” yazıyordur.
Kaynak: Orhan Karaveli- Sakallı Celal (Pergamon yayınları)