Leyla Gencer, tam anlamıyla öncü kelimesini karşılayan bir isim. Kadın olmanın mücadeleyi beraberinde getirdiği bir sistemin ortasında, sanat tutkusunun peşinden gitmekle kalmadı, bu toprakların hiç alışık olmadığı bir sanat türünün bu coğrafyaya taşınmasına, operanın daha çok konuşulmasına vesile oldu. O, başka coğrafyalarda La Diva Turca diye adından söz ettirip opera aşkının izinde devleşirken doğduğu topraklara da bu sihrin etkisini işledi.
Geç keşiflerimden ve haliyle bu yüzden pişman olduğum isimlerden olan Leyla Gencer, 10 Ekim 1928’de İstanbul’da doğdu. Gencer’in babası, Hasanzade İbrahim Çeyrekgil, annesi ise aslen Polonyalı olan Alexandra Angela Minakovska’dı.
Gencer’in çocukluk yılları İstanbul’da Boğaz, Polonezköy ve Yeşilköy civarlarında geçti. Çocukluk yıllarında annesi ve babası dışında hayatını etkileyen kişi ise bakıcısı Madame Lejeune adlı Fransız bir kontes oldu. Leyla Gencer, ondan çok şey öğrendi, içinde bir yerde kendisini bekleyen tutkusuyla tanıştı.
Leyla Gencer, İstanbul Konservatuvarına başladığı ilk zamanlarda, eşi dışında pek destekçi bulamadı, ailenin ileri gelenleri tarafından eleştirildi. Ama tutkularından geri adım atmayan Gencer, daha konservatuvardaki ilk eğitim gününde La Scala’da sahneye çıkmayı hedef olarak belirledi. Bu arada konservatuvardaki eğitimi süresince, alanındaki en iyi hocalarla çalışma şansı yakaladı. Cemal Reşit Rey’den armoni, Reine Gelenbevi ile ses ve solunum teknikleri ve Muhiddin Sadak’tan solfej eğitimi aldı.
Hayatındaki dönüm noktalarından biri İstanbul’u bırakıp Ankara’ya gidişi oldu. Bir dönemin ünlü opera sanatçılarından Arangi Lombardi’nin şan hocalığı yapmak üzere Ankara’ya gelmesi, Leyla Gencer’in performansını göstermek için hocayı ziyarete gitmesi ve orada kalmasının teklifi üzerine Gencer, çalışmalarına Ankara’da devam etme kararı aldı.
Leyla Gencer Ankara’da ilk olarak 1950 yılında ‘Cavalleria Rusticana’ operasının ‘Santuzza’ rolüyle sahneye çıktı. Bu performans çok sevildi ve Gencer bundan sonra birçok resmi devlet resepsiyonunda sahne aldı.
Başarılarının birbirini izlemeye başladığı Gencer’in 1949 ile 1953 yılları arasındaki Ankara’daki yaşamı ve mesleki hayatı 1953 yılıyla tamamen değişti. 1953 yılında Türkiye ile İtalya arasında gerçekleştirilen kültür antlaşması sonucunda Leyla Gencer Roma’da bir resital vermesi için görevlendirildi.
Roma, Leyla Gencer için bir başka dönüm noktası oldu. Sesiyle dünyanın kapılarını araladı, sayısız opera oyunu sahneledi, dünya temsilleriyle sınırları aşıp dört bir yanı büyüledi. Leyla Gencer, 1950 yılından 1983 yılına kadar dünyanın en önemli sahnelerinde temsiller verdi, en önemli opera kurumlarında görev yaptı.
1983 yılında sahneleri bırakan Leyla, ışığını başkalarına yaymaya karar verdi ve eğitimci olarak yola devam etti. Eğitimin yanı sıra opera üzerine sayısız seminer verdi.
Leyla Gencer’in sanat ve üretkenlikle dolu hayatı 10 Mayıs 2008’de son bulurken geride sayısız ilham verici kayıt ve bir hayat hikayesi bıraktı. Bu dünyaya değişi o kadar değerliydi ki İKSV belgeselindeki şu sözler fazlasıyla derindi o yüzden; “[…] İstanbul Boğazı sessiz bir tekneyi ağırlıyordu. İtalyanlar La Diva Turca’ya nice isimler takmıştı. Bunlardan biri de Il Fiore di Bosforo-Boğazın çiçeği. Ve şimdi, ağır ağır ilerleyen teknede boğazın çiçeği, yeryüzünün en güzel şehri dediği İstanbul’una veda ediyordu. Teknenin emaneti ve görevi çok değerliydi. La Diva Turca’nın vasiyetini yerine getirmek üzere yola çıkmıştı. Küller rüzgâr olup uçuyor, havalanıyor ve gümüş sulara karışıyor. Küller, dramatik soprano bir ses oluyor. Aida’nın, Violetta’nın, Leonora’nın, Tosca’nın, Norma’nın, Lucia’nın, Leyla’nın sesi. Aşkın, azmin, cesaretin, tutkunun, evrenselliğin, çağdaşlığın sesi küller, tüm bir yaşama ve sonsuzluğa dönüşüyor.”
Kaynak:
İKSV Leyla Gencer Belgeseli
Rıza Utku Madak, TÜRK OPERASINDA ÜÇ ÖNCÜ KADIN: SEMİHA BERKSOY, SAADET İKESUS ALTAN, LEYLA GENCER, Yüksek Lisans Tezi.
Görsel kaynağı: İKSV