“İnsanlar iki çeşittir Firdevs, köleler ve efendiler”
Neval El Seddavi’nin 1975 yılında yazıp 83’te “Woman at Point Zero- Sıfır noktasındaki Kadın” adıyla yayımladığı, Mısır’da adam öldürmek suçundan idama mahkum edilen hayat kadını Firdevs’in biyografisi, kuşkusuz okuru etkisi altına alan bir kadın hikâyesi.
Seddavi, Mısırlı kadın mahkumlarda nevroz konulu araştırması sırasında Kanatır Cezaevi’nde tanıştığı Firdevs’i tüm gerçekliğiyle gözler önüne seriyor. Firdevs’i, üç bölümden oluşan bu kitabın ilk bölümünün son anlarına dek bir reddediş olarak görüyoruz. Sevgi Soysal’ın “Tante Rosa bir kapı dışarı bırakılmadır” dediği gibi “Firdevs, bir tümüyle reddetmedir” diyebiliriz. Kimseyle görüşmek istemeyen, yemeğine dokunmayan, konuşmak istemeyen, idam cezasını müebbete çevirmek için af dilekçesi yazmaya yanaşmayan, ölmeyi beklemeyi öldürülmeyi beklemeye tercih etmeyen bir kadın. Tümüyle reddedişin, külliyen kayıtsızlığın ete kemiğe bürünmüş hali. Kabullenme olarak görülmemesi gerektiği için “reddetme” olarak vurguluyorum.
Kitabın ikinci bölümünde Firdevs’in soluksuz anlattığı hayatına tanık olmak: Okul, evlilik, fahişelik, “saygıdeğer” bir iş, tekrar fahişelik şeklinde basitçe özetlenebilir. Ne var ki Firdevs’in “sıfır noktasındaki kadın”lığının içinizde bıraktığı ağırlığın yanında bu basitçe özetlemeler yetmeyecektir.
Firdevs’in fahişeliğe son verip içini ezen saygıdeğerlik kavramıyla sil baştan hayata başlama isteği, başarması ve hüsrana uğraması bir çeşit “Asiye Nasıl Kurtulur?”dur. “Sen saygıdeğer değilsin”in üzerine söylenmiş şu cümlelerle: “Artık dünyada hiçbir şey, o gece o adamın söylediği iki sözcüğü işitmeden önceki halime döndüremezdi beni. O andan itibaren başka bir kadın olmuştum. Eski hayatım geride kalmıştı. Bedeli ne olursa olsun, ister açlık, ister soğuk, isterse en ağır yoksulluk olsun, hangi işkencelerden, hangi acılardan geçersem geçeyim, geri dönmek istemiyordum. Bedelini hayatımla da ödeyecek olsam saygın bir kadın olmalıydım” Öyle ki yukarıda bahsettiğim gibi Firdevs’in hikâyesi, sonu hariç, bir tür, Vasıf Öngören’in Asiye Nasıl Kurtulur’udur. Müjde Ar’ın o eşsiz gözü karalığında Asiye’nin “Para geçti elime para! Hiç unutmam, bir kilo eti tek başıma yediğimi”yle Firdevs’in “Tavukların parlak bir ateşin üzerinde kızardığı vitrine bakarken birkaç kez yutkundum. Gözlerimi oynaşan alevlerden, demir çubukta dönen tavuklardan alamıyordum. Güneş ışığından yararlanabilmek için pencere kenarında bir masa seçtim ve iri, nar gibi kızarmış bir tavuk ısmarladım. Oturup yavaş yavaş, her lokmayı sindire sindire yedim. Ağzım şekerleme atıştıran bir çocuğunki gibi doluydu; tavuğun güçlü, lezzetli bir tadı, ilk kuruşumla aldığım macunun tadına benzer tuhaf bir tatlılığı vardı” sözlerinde muhakkak bu iki kadını birleştiren bir şey var. Et yemenin insana dayatılmış, kanıksatılmış, psikolojimize gizliden sızdırılmış yanılgısına, tekabül ettiği güç ögesine de buradan değinilebilir. Birazdan bahsi geçecek olan efendilik hususunda, efendilik hissiyatının kazanımında bir araç olarak etin kullanımına da işarettir bu.
Kitapta “yol gösterici” Marzuk, “İnsanlar iki çeşittir Firdevs, köleler ve efendiler” diyor. Firdevs’in Marzuk’a karşı “O halde ben köle değil, efendilerden biri olmak istiyorum” demesindeki efendilik, birkaç sayfa önce mırıldandığı şarkıda geçtiği gibidir:
“Hiçbir şey beklemiyorum/ Hiçbir şey istemiyorum/ Hiçbir şeyden korkmuyorum/ Özgürüm…”
Lale Müldür’ün yazdığı, Yeni Türkü’nün söylediği gibidir Firdevs: Destina, “Yaşamdan çok ölüme yakın olduğun için/ Seni bu denli yıktıkları için”dir.
Firdevs’in kitaptaki son sözlerine gelince, cesaretinden ödün vermeyen ve ‘sıfır noktası’na yakışan bir konuşmayla içinize bıraktığı öfkeye son şeklini veriyor:
“Gerçeği hiç zorluk çekmeden anlatıyorum. Çünkü gerçek kolay ve yalındır. Bu yalınlığın içinde de vahşi bir güç yatar. Yaşamın vahşi, ilkel gerçeklerine ancak yıllar sonra süren bir savaşımın sonunda varabildim. Çünkü insanlar yaşamın yalın ama çirkin ve güçlü olan gerçeklerine varamazlar pek. Gerçeğe ulaşmak, artık ölümden korkmamak demektir.”