Bazı filmler hayattandır, animasyon olsa da gerçek hayat gibidir. Ve ona o kadar sıkı sarılmak istersiniz ki, ayrılmaz zor olur. İşte aslında böyle bir filmden bahsediyoruz. Ma Vie de Courgette / Kabakçığın Hayatı, Oscar’ın Yabancıları kapsamında Başka Sinema’da izleyenlerle buluştu. Ne yalan söyleyeyim ilaç gibi geldi.
İlk olarak Cannes Film Festivali’nde izleyicinin karşısına çıkan ve ağmaktan kıpkırmızı hale getiren film, daha sonra da Annency gibi yurtdışında ve bizim festivallerimizde gösterildikten sonra vizyona girdi. Birçok kısa filmin ve animasyon filmlerin yaratıcısı ve yönetmeni olan Claude Barras’ın yönettiği film, İsviçre ve Fransa ortak yapımı ve 66 dakika.
6 yaşında çok ufak, sevimli, utangaç ve mavi saçlı bir çocuk olan Icare yani takma adıyla Kabak, annesiyle yaşamaktadır. Umursamaz, çocuğuna kötü davrandığını anladığımız ve sürekli bira içen annesi, bir gün bir olay sonucu ölür. Yalnız başına kalan Kabak’ı polis, yetimhaneye götürür. Yetimhanedeki çocuklar dalga geçtiğinden ve ortama uyum sağlayamadığı için ilk günleri zor geçer Kabak’ın. Daha sonra alışan Kabak, bir gün yetimhaneye gelen Camille ile bir bağ kurar. Aynı zamanda onunla sürekli ilgilenen komiser Raymond ile de başka bir bağ kurmuştur. Minik Kabak, belki de ailesinde yaşadığı mutsuzluğu bu bağlarla mutluluğa çevirecektir.
Dolu dolu, sımsıcak ve hayattan kareleri bir araya getiren, stop-motion tekniğinde olan bir animasyon izliyoruz. Kabak, hayatta herkesin başına gelebileceği bir olay yaşıyor, olaylar bunun üzerinden gidiyor ve bağlanıyor. Kabakçığın Hayatı, diğer animasyonlara göre hikâyesi ve senaryosu ağır işleyen bir yapım. Ama bu ağırlık bizi hiç sıkma noktasına getirmiyor, aksine temaya da çok yakışıyor. Olaylarda sadece komiserin Kabak’a olan bağına bir türlü inanmakta zorlanıyoruz. Çünkü komiserin kurduğu bağ bir anda ortaya çıkıyor ve çok belirtilmiyor. Bu durumun biraz daha açıklanması gerektiğini düşünüyorum.
Kabak’ın Camille ile kurduğu bağ ise aşk ve arkadaşlık arasında gidip geliyor. Bu zaten küçük yaştaki karakterler için güzel kurulmuş bir bağ olmuş. Kabak karakteri oluşturulurken de çok dikkat edilmiş. Mavi saçları, kırmızı burnu ve kulağı ve çenesindeki ben en dikkat çekici fiziksel detayları. Karakteristik yapısı da çok değişik. Sessiz sakin, ailesi onun büyük bağı, onlardan parçalara bir şey olunca çıldırması, arkadaşlıklar… Camille karakteri de güzel bir yan rol. Onun hikâyesine tanıklık da ayrı bir güzel.
Filmde yer alan ögeler de enteresan. Stop moiton tekniğinde çekilen filmde aslında hayatta ve çevremizde olanlar hiç unutulmamış. Metro gibi, su gibi, haya durumu (özellikle kar beyazın muhteşem gösterimi), salıncak gibi, yeşillik, çiçek… Hayatın birçok parçasının böylesine yaşanırcasına olması ve hareket etmesi çok güzel geldi. Stop motion tekniği ile önceden yapılmış filmler tabii ki var, hatta daha iyilerini de gördük diyebiliriz. Bu teknik yapımı en zor tekniklerden bir tanesi. Kabakçığın Hayatı, bu teknikle yapılmış filmlerin belki de en iyisi değil, ama en iyileri arasında yer alan ve farklı olan bir yapım.
Seslendirme konusunda da iyi çalışılmış. Ayrıca beni de Fransızcaya yeniden âşık etti. Film için seçilen tema müzikleri de filmi güzel bir hale getiren, güzel etkenlerden bir tanesi.
Kabakçığın Hayatı hayatın birçok yanlışlığını gösteren ve bu yanlışları yapanlara ders verme niteliği taşıyan; hayatın güzelliklerini de içinde barındıran hayat dolu bir animasyon. Başlıkta da belirttiğim gibi, filmi izlerken -Teletubbies’lerin dediği gibi:- “Sarılın sımsıkı!” Ve bırakmayın, zaten bırakamayacaksınız emin olun…