Ana SayfaGüncelSöyleşiSınırlarını kaldırıp ruhunu bohçasına atan bir gezgin: Hülya Tosun

Sınırlarını kaldırıp ruhunu bohçasına atan bir gezgin: Hülya Tosun

-

“Sınırlarım kalktı benim. Öyle güzel, öyle kendiliğinden oldu ki. Örneğin Beyrut’ta tanıştığım Rima’yla, İstanbul’dan Fas’a uçtuk biz. Arjantin’den gelen Ekvadorlu Margarita’yı da alıp Sahara çölünde dans ettik. Bir gece yarısı, kum tepesinin zirvesine tırmanıp el ele tutuşup yıldızları seyrettik ve aşka dair bir dilek tuttuk biz… İzmir’li Gül, Beyrut’lu Rima, Ekvador’lu Margarita, Fas’lı Said ve ben… Sınırlarım kalktı benim. Öyle güzel, öyle kendiliğinden oldu ki…”

Blogunda hakkında yazdığı yazıyı okumaya başlayınca bile içinizde bir şeyler canlandığını hissediyorsunuz. İncelikle örülmüş bir şal gibi ısıtıyor sizi. O bir “gitme aşığı”. İki haftalık tatil yapabilmek için bir yıl çalışmanın onu mutsuz ettiğini fark ettiğinde karar vermiş Ruhu Bohçada Gezen olmaya… Tüm cesareti olup gidemeyenler adına sordum sorularımı.

Röportajı okuyunca tanışmadığınız birinin satırlardan ruhunuza dokunduğunu hissedeceksiniz. “Güneşe inanman gerekmiyor. Başını kaldırıp ona bakman yetiyor.”  – Don Miguel Ruiz

Ezgi Kurt: Merhaba Hülya, öncelikle çevredeki birçok kişide senin gibi istifa edip gitme isteği olduğunu biliyoruz. Fakat maddi ve manevi yükümlülükler, sorumluluklar, hep bu isteği ertelememize sebep oluyor. Senin bu büyük kararı alma hikâyen nedir?

Hülya Tosun: Çok cesursun diye mesajlar alıyorum bazen. Aslında geriye dönüp baktığımda, cesaretten ziyade büyük bir korku da vardı sanırım. Benim değerlerime hizmet etmeyen, hiç de ait olmadığım bir dünyada, işte, ofiste sonsuza dek sıkışmaktan öyle korktum ki. Yani ayaklarım bir karar aldı ve her sabah inanmadığım dünyaya doğru gitmeyi reddettiler.

Neredeyse, senede yalnızca iki haftalık yıllık izin için yaşıyordum. O iki haftaya keyif aldığım her şeyi, yeni dünyalar keşfetmeyi, ailemi görmeyi, olabildiğince çok seyahat etmeyi sığdırmaya çalışıyordum.  İşten ayrılacağım ve sadece kalbimin istediği şeyleri yapacağım dedim. Yalnızca bir yıl işsiz(!) kalmayı başarsam bir yıl 52 hafta, yani kendime 26 yıllık yıllık izin takarım feleğe diye çıktım yola. Şimdilik üç yıl yani 78 yıllık yıllık izin oldu.

Ruhu bohcada gezen
Hülya Tosun

Ezgi: Son dönemde çok çeşitli gezgin blogger hikâyeleri görüyoruz. Sevgilisiyle, eşiyle yola çıkan var; karavanla ailesiyle gezen var; bisiklet kullanan, otostop çeken, yalnız gezen… Senin en çok keyif aldığın hangisi? Yalnız mı olmayı tercih edersin, yoksa bir başkasıyla bunu paylaşmak mı daha keyifli?

Hülya: Bu soruya cevap vermek benim için biraz zor. Sanki ikisinin de tadı ayrı. Uzun yıllar çoğu seyahatimi sevdiğim bir arkadaşımla yaptım. İşler çok kolaylaşıyor ve bütçe açısından da oldukça avantajlı. Hepsinden de önemlisi, günün sonunda da her ne ise o gün başıma gelen bildiğim tanıdığım biriyle o gülümsemeyi paylaşmanın keyfi muazzam. Bununla birlikte, yakın zamanda ilk yalnız uzun süreli yurtdışı seyahatimden döndüm. Tayland ve Kamboçya’daydım. Ben yalnızlığı hiç sevmem ve hem Türkiye içindeki hem de yurtdışındaki uzun soluklu seyahatlerimde anladım ki, yola yalnız çıksam bile yalnızlığı özellikle ben seçmediğim sürece yalnız olmak zorunda değilim. 40 günlük Tayland Kamboçya yolculuğumda sanırım sadece iki üç günü yalnız geçirdim. Diğer tüm zamanları ise yolda tanıştığım insanlarla paylaştım. Harika insanlar tanıdım. Galiba yalnız çıkmanın bana göre en büyük avantajı ise diğer insanlarla tanışmaya çok çok daha açık olmak.

Ruhu bohcada gezen11

Ezgi: Peki, bir kadın gezgin olmanın ne gibi avantajları ve dezavantajları var?

Hülya: Şimdi bu soruyla karşılaşınca fark ettim ki böyle bir şeyi hiç düşünmemişim. Ya bu konuya hiç dikkat etmemişim ya da belirgin bir fark görememişim. Yani soruya cevabım şimdilik yok. Acaba kadın olmaya dair günlük yaşantımdaki dezavantajlara öyle alıştım öyle normal oldu da seyahatte de aynıları söz konusu olduğundan fark etmiyor muyum? Emin değilim. Avantaj deyince de muzipçe aklıma ilk gelen şu oldu; “Aaa seyahat mi ediyorsun, kadın başına mı?” sorularındaki şaşkın bakışları görmek ve –belki de- bazı kalıpları yıkmak çok keyifli.

Tüm bunların yanında, iki uzun Anadolu yolculuğu yaptım. Her ikisi de çocuklara yönelik keyifli gönüllülükler içindi. Doğrudan kadın olduğum için değil belki ama bir kuruma bağlı olmaksızın, sadece ben olarak yola çıkmak ve gönüllü bir şeyler yapmak istemek hiç de alışık olunan bir durum değil. Bir de üstüne kadın olunca, derdimi anlatmakta, izinler almakta çok zorlandım.

Ruhu bohcada gezen3Ezgi: Bir yolculuğa çıkmadan önce planlama sürecin nasıl oluyor? Nereye gideceğin bir yıl önceden belli mi, plansız bir rotan mı var?

Hülya: Ben yola çıkmadan önce plan yapmayı, uzun uzun araştırmayı çok sevmiyorum. Daha önceki yıllarda bir ofiste çalışırken yeni yıl öncesi, masa takvimleri gelirdi ofise. İlk iş bütün tatil günlerine bakar ve o tarihler için ucuz uçak bileti kovalamaya başlardım. O yüzden mecburen çok önceden belli olurdu nereye ne zaman gideceğim. Kısacık zamanlara birçok şey  sığdırmaya çalıştığımızdan, sağ olsun yol arkadaşım Gül gidilecek yerler, yapılacak şeyleri araştırmayı üstleniyordu ve bir planımız oluyordu. 

Şimdilerdeyse seyahat şeklim oldukça değişti. Zaman konusunda esneğim. Daha az planla yola çıkıyorum ve o azıcık planın bile tamamen değişmesine sonuna kadar açığım. Seyahate başladığım yıllardaki gibi, şurayı mutlaka görmeliyim, şunu mutlaka yapmalıyım gibi kaygılarım da kalmadı. O an içimden ne gelirse, neden keyif alıyorsam onu yapıyorum. En çok yeni insanlar tanımak, onların hikâyelerini dinlemek heyecanlandırıyor beni. Bunu da planlar yaparak değil, gittiğim yerlerde hayatın içine karışarak yaşıyorum galiba.

Ruhu bohcada gezen12Ezgi: Gittiğin yerlerde tanık olduğun hayatlar sana ne öğretti? Kendinde nasıl bir değişim görüyorsun?

Hülya: Çok sevdiğim bir söz var; “Önyargı, taassup ve dar görüşlülüğün en iyi tedavisidir seyahat.” Seyahat ederken bildiğim ve bilmediğim önyargılarımdan tek tek sıyrılmaya bayılıyorum örneğin. Hikâyeleri, tam da yaşandığı yerde, yaşayan insanların dilinden dinleyince, aynı sofraya oturup aynı ekmeği bölüşünce hem önyargılarım kalkıyor hem de insan olma hallerimizi hatırlıyorum. Nerde doğarsak doğalım, hangi kültürle büyürsek büyüyelim sonuçta insanız ve aynı şeyleri hissediyoruzu hatırlamak çok iyi geliyor.

Bana “Tek başına yollara düşmekten korkmuyor musun?” diyorlar. Aslında tam aksine, yollara çıkıp yeni yeni insanlarla tanıştıkça ve ortaklıkları görünce insana, insanlığa olan güvenim tazeleniyor. İlk yazımın ilk cümlesidir: “Sınırlarım kalktı benim.” Gerçekten de dünyanın farklı yerlerini görüp, farklı insanlarla lokmalarımı paylaştıkça sınırlarım kalkıyor benim. Yanlış anlaşılmak pahasına da olsa şunu söylemekten geri duramayacağım, haritanın üzerine çizilmiş çizgiler, birbirinden ayrılan toprakların hiçbir anlamı kalmıyor benim için.

ruhubohcadagezen 1

Ezgi: İşin maddi boyutunu nasıl çözüyorsun? Sponsorların var mı?

Hülya: Her şeyden önce yaşamım çok sade ve harcamalarım çok az. Kredi kartımı bilet almak dışında kullanmıyorum. Alışverişi minimum düzeyde tutuyorum. İhtiyacım olan birçok şeyi; telefon, bilgisayar, kıyafet, yolculuk, armağan ve takas yoluyla sağlamaya çalışıyorum. (Bir de annem harika kıyafetler dikiyor) İhtiyacımdan fazlasını tüketmemeye, biriktirmemeye çalışıyorum. Yolculuklarda da mümkün mertebe evlerde misafir olup konaklama masraflarını azaltıyorum, marketlerden pazarlardan alışveriş yapıyorum. Dolayısıyla yaşam ve seyahat masraflarım tahmin edilenden çok daha az.

Tüm bunların yanında da işten ayrıldığımdan beri her seyahatte küçük ya da büyük –bazen de hiç ummadığım yerlerden- destekler geldi. İlk uzun Anadolu seyahatimizin bir kısmı sosyal dönüşüm için bireysel projeleri destekleyen bir uluslararası STK tarafından desteklendi. Masal anlatmak üzere köyleri dolaştığım seyahat, tamamen tesadüfen tanıştığım bir İngiliz tarafından desteklendi. Bir arkadaşımla tatil için birkaç günlüğüne  İstanbul’a gelmişti. Benim de vaktim olduğundan onlara İstanbul’u gezdirmiştim. Laf arasında bir sonraki hayalim de çocuklara masal anlatarak dolaşmak demiştim. Hem işten ayrılış ve sonrasındaki kalbimi takip etme yolculuğum hem de yeni hayalim olan masal yolculuğu onu öyle çok etkilemiş ki sessiz sedasız yolculuğuma sponsor olmuştu. En son yaptığım Tayland ve Kamboçya yolculuğumda ise biletim 20-30 arkadaşımdan gelen desteklerle alındı.

ruhubohcadagezen 2

Ezgi: Son zamanlarda sosyal medya kendini tanıtmanın, anlatmanın en iyi yolu haline geldi. Sen sosyal medyayı ne kadar önemsiyorsun?

Hülya: Yolculuklarımın yanı sıra bana en çok keyif veren şey yol hikâyelerimi “Ruhu Bohçada Gezen” sayfamda paylaşmak ve bunu sosyal medya üzerinden yaptığım için sosyal medyayı önemsiyorum. Bana umut ve cesaret veren, önyargılarımı kıran her hikâyeyi paylaşmak istiyorum ve paylaşıyorum. Sosyal medyanın büyük bir gücü var. Özen gösterdiğim şey ise bu gücün beni ele geçirmesine mani olmak. Şiddetsiz İletişim’in kurucusu Marshal Rosenberg’in çok sevdiğim bir sözü var; “Oyun olmayan hiçbir şeyi yapma.” Ben de paylaşımlarımı yaparken sık sık bu sözü kendime hatırlatıyorum ve keyif aldığım şeyleri paylaşmaya çalışıyorum.

Ruhu bohcada gezen9Ezgi: Gittiğin şehirlerde çocuklarla buluşup onlara başka çocuklardan mektuplar götürdün. Bu projenden bahseder misin biraz? Başka projelerin de var mı?

Hülya: Çok keyifli iki Anadolu yolculuğuydu.  İlki Bohçamda Anadolu ismini verdiğimiz ve arkadaşım Burcu ile üç ay boyunca köy köy dolaştığımız bir yolculuktu. Mersin, Maraş, Siirt, Diyarbakır, Dersim, Rize Artvin ve Kars’ın köylerinde misafir olduk, hem köylülerin hikâyelerini dinleyip bir blog’da bu hikâyeleri paylaştık hem de çocuklarla üç gün boyunca etkinlikler yaptık. Engelli hakları, doğayla bağlarımız, “Nasıl bir dünya istiyoruz?”a dair etkinliklerin yanı sıra bir çok da oyun oynadık. Sonunda da etkinlikleri yaptığımız çocuklardan, şehirden şehire, köyden köye mektuplar taşıdık.

İkinci yolculukta ise tek başımaydım. İki buçuk ay süren bu yolculuk Antakya, Urfa, Mardin ve Diyarbakır’ı kapsadı. Köy okullarına gidip gönüllü olarak çocuklara masallar anlattım ve yine okuldan okula, köyden köye çocukların mektuplarını taşıdım.

ruhubohcadagezen 3

Ezgi: Bu yolculuklarda seni etkileyen bir olayı bizimle paylaşabilir misin?

Hülya: Urfa’da bir okul. Gencecik bir okul müdürü. “Ben de dinlemek istiyorum masalınızı” dedi. Sınıfa girip en arka sıraya oturdu. Masallara başlamadan önce, hayal dünyasına giriş yapabilmek için gözlerini kapamaya davet ederim çocukları, ben bir müzik çalarım ve hep birlikte bir ağaç olmayı hayal ederiz. Gözlerini açınca da tek tek sorarım “Sen ne ağacı oldun, neredeydin, mevsim neydi?” diye. O sınıfta o gün en arkada oturan genç müdüre de sordum. Çocuklar hepsi aynı anda en arka sıraya döndü ve nefeslerini tuttu. Genç müdür “Ben bir çınar ağacı oldum, öyle büyüdüm öyle büyüdüm ki kocaman gölgemde tüm çocuklarım özgürce oynayabildi” dedi. Yola çıktığım ve Urfa’ya gittiğim için daha iyi biliyordum artık, oralarda bir ağaç gölgesinin kıymetini. Ama ondan da önemlisi, bir sınıf dolusu çocuğun, kocaman açılmış gözleriyle en arka sıraya dönüp, bir müdürün gözlerini kapatıp, kendini müziğe bırakıp, bir ağaç olmayı hayal ettiğine tanık olmasını görmek bence paha biçilmezdi.

Ruhu bohcada gezen7Ezgi: En çok görmek istediğin veya yaşamak istediğin yer neresi?

Hülya: Eskiden olsa en çok Latin Amerika’yı görmek istiyorum diye yanıtlardım. O zamanlar hâlâ seyahat etmenin çok da kolay olmadığını ve sadece birkaç yer seçmek zorunda olduğumu sanırdım. Şimdilerdeyse dünyanın kalan her yeri listede. En çok görmek istediğim değil belki de daha önce görmek istediğim yerler olmaya başladı.

Ezgi: Gelecek planların nelerdir?

Hülya: Ben de gelecek planı pek olmuyor. Yaşam şeklim değiştiğinden değil aslında, rutin bir hayatım varken de böyleydi. Üç-beş yıllık kalkınma planlarım hiç olmadı. O zaman da, bu zaman da daha çok hayallerim var. Dünyanın geri kalanına gitme hayali zaten var biliyorsunuz. Bunun yanında 4-5 yıldır hayatıma giren, kalpten iletişim araçları var. Bana çok iyi gelen, insanların yargılardan uzaklaşıp kalpten iletişim kurabildiği, birbirlerini yalnızca insanlık halleriyle görebilip gönülden kucakladığı bu iletişim araçlarını paylaşmak için yola çıkmak, farklı şehirlerde atölyeler düzenlemek istiyorum. Hatta şu anda da bu hayalin ilk adımı için, bir ay sürecek Anadolu seyahatimin ilk durağı Antakya’dayım. Başka Türlü Tanışalım Mı? ismini verdiğimiz atölyeleri önümüzdeki günlerde Mersin, Adana ve Konya’da düzenliyor olacağız.

SON YAZILAR

Dimitris Sotakis: “Kurgu söylemek istediklerimi söylemek için bir anahtar”

Dimitris Sotakis’ten ilk olarak Büyük Hizmetkar romanını okudum. Yarattığı heyecanla hemen diğer kitaplarına yöneldim. Bu arada arkadaşlarım da kitaplarını okumaya başladı. Yazı dili, anlatımı, romanlarına...

Your Stage + Art: Müziğin evrenselliğini kutlayan bir sahne

Bugün paylaşımcılığın ve özgürleşmenin buluştuğu ortak noktadan, müzikten konuşacağız. Your Stage + Art, müziğin insanları bir araya getirme gücüne inanan, müzisyenlere eşit ve özgür şartlar altında müzikseverlerle buluşma imkânı sunmaya çalışan bir oluşum. Sanatla ilgilenen herkesin yeteneklerini...

Belgeselci Ben Fogle ile vahşi yaşam ve belgesel serisi üzerine söyleşi

Adını ilk kez Castaway isimli televizyon programında duyuran ve şu anda Vahşi Yaşama Dönüş (Return to the Wild) adlı programı sunan Ben Fogle, dünyanın dört...

Depremzedeler Ankara’ya göçüyor ama barınamıyor

Depremden etkilenen 11 ilin halkı Türkiye’nin çeşitli kentlerine göç etmeye başladı. Depremzedelerin yoğun olarak geldikleri kentlerden biri olan Ankara’da başlarını sokacak bir ev bulmaları oldukça...
Ezgi Kurt
Ezgi Kurt
Kısa filmleri olan sinema okumuş bir grafik tasarımcı. Analog fotoğraf makinesi meraklısı. Dijitallikle dolu modern hayat içinde bir vintage sevdalısı. Bir çingene atasözü olan “Evde oturan erken ölür”ü kendine motto edinip sürekli “nereye gitsem acaba” diye ucuz bilet kovalayan minyon kadın.

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol