Güney Afrika, New London Tabiat Müzesi’nde görevli Marjorie Courtney Latimer, o yıl Noel tatilinde nöbetçi olduğu için zooloji tarihine adının geçeceğini düşünmemişti. 22 Aralık 1938 günü, saat 10 civarında müzenin telefonu çaldı. Karşısında liman müdürü vardı ve kendisine limana gelen “EL8” isimli balıkçı gemisinde şimdiye kadar eşine rastlanmamış bir balığın bulunduğunu bildiriyordu.
Latimer bu konuda uzman değildi ancak, gemiye gitti ve yakalanan köpek balıkları arasında 1-1,5 metre boyunda, zırh gibi pulları olan mavi bir balık gördü. Bilgisi ve hissi ile çok önemli bir olayla karşılaştığını anladı. Güney yarımküre yılın en sıcak günlerini yaşıyordu. Bu balığı değil dondurmak, muhafaza edebilmek için bile en ufak bir olanak yoktu. Müzedeki hayvan örneklerinin korunduğu yöntemleri bilmiyordu ve müzenin bütün uzmanları izindeydiler.
Latimer o anda adını zooloji tarihine geçiren kararı verdi ve New London şehrinin cenaze tahnit işlemlerini yapan bir adama balığı mumyalattı. Latimer, bu balığın 600 milyon yıl önce yaşadığı anlaşılan bir fosilin canlı örneği olduğunu bilseydi, bütün iç organlarını atan bir mumyalama yöntemini seçer miydi onu bilmeyiz; ama zoologlar ve paleontologlar Latimer’i bilimsel bir cinayet işlemekle suçladılar. Buna rağmen balığa bilim dünyasında verilen ad Latimeria oldu.
Balığın özelliği, hava ile çalışan ciğerlere, kara omurgalılarına benzer bir omurgaya, memeli hayvanlara özgü kafatasına, burnunda hava alma deliklerine, yürüme görevini yerine getiren kollara ve ayaklara sahip olmasıydı. Latimeria’nın 200 metrenin altında yaşayan bir balık olduğu, başka bir Latimeria 14 yıl sonra Madagaskar açıklarında yakalanınca anlaşıldı. Özel yöntemler kullanılarak son yıllarda akvaryuma alınabilen bu balığı Madagaskar yerli halkı çoktan tanıyor ve adına Kombessa diyorlardı.
“Fosil” kelime anlamı olarak, çok uzak tarihlerde yaşamış canlıların korunmuş kalıntıları olmasına ve Latimeria balığı çoktan soyu tükenmiş hayvanlar listesine alınmasına rağmen, hala yaşayan bir örneğine rastlamak şaşırtıcı olmuştu. Evrimini erken jeolojik devirlerde tamamlamış ve bugünkü hayvanların prototipi, başka bir değişle atası olmuş; fakat özel bazı koşullarla tipin örneği günümüze kadar gelmişti. Biz bu tiplere “yaşayan fosiller” diyoruz.
Başka bir örnek olarak Avustralya’daki “Kivi” kuşlarını ele alalım. Kivi kuşları şekil olarak kuşa benzer, tavuk büyüklüğündedir ancak bu hayvanın ne kanadı, ne de kanada benzer bir organı vardır. Uzun eğri gagasının ucunda burun delikleri ve tüy yerine gelişmiş kılları kuş tanımına girmesini zorlaştırır. Kivi yumurtlar ve yumurtası kendi gövdesiyle hiç orantılı değildir ve ağırlığının çeyreği kadardır. Kemiklerinde kuş kemikleri gibi hava kesesi yoktur. Ayrıca Mezozoik Çağ’dan kalma bulunan fosiller aynen bugünkü kivilerin tipindedir. Acaba kuştan memeli hayvana mı, yoksa memeli hayvandan kuşa mı bir geçiş tipidir kestirilemez.
Zoolojideki hayvanların sıralanmasında da problem yaratır kiviler. Kivigiller familyası içerisinde (Apterygidae) tek cins olan kivi kuşunun (Apteryx) 5 alt türü vardır. Kivi kuşları, karinasız (uçamayan) kuşlar alt sınıfının kanatsız kuşlar familyası içinde yer alır ve familyanın tek örneğidir.
“Yaşayan fosil” dediğimiz ve evrim ağacında kendinden başka örneği kalmayan hayvanların bulunduğu bölgelerde kendine özgü koşullar içerir.
Bu bölgeler genellikle adalar veya ada ana karaları gibi doğal bariyerlerle sınırlanmış yerler ile, çevresel olarak değişmez ekolojik koşullar yaratan derin denizler, dip suları, tropik ormanlar ve mikro iklim özelliği gösteren bölgelerdir.
Örneğin; Avustralya, Yeni Zelanda ve Güney Doğu Asya adaları yaşayan fosillerin yığıldığı bölgelerdir.
Avustralya’nın bir adı da yaşayan fosiller ülkesidir. Birkaç cins memeli hayvan dışında memeli hayvanların yüksek yapılı tipleri zor bulunur. Örnek verecek olursak, hayvan olarak karınca kirpisi, gagalı memeli (ornitorenk), akciğerli balık, kanguru, valabi, kuşlardan ise emu ve kivi. Bitki olarak Psilotinea, Ceratozamia, Tmesipteris tannensis başlıca yaşayan fosil tipleridir.
Bunların en ilginçlerinden biri, gagalı memeli dediğimiz yumurtlayan memeli “ornitorenk“tir. Bedeni bir memeli hayvan karakteri gösteren ornitorenk yavrusunu plasentayla doğurmaz, yumurtlama yolu ile yavrular. Buna rağmen yavrularını sütle besler. Kafası memeli hayvan, ağzı gagalıdır. Tam bir geçiş dönemi hayvanı olan ornitorenke ait fosile de rastlanılmaması ayrı bir ilginç durumdur. Kanguru ise 70 milyon yıllık keseli hayvanların son temsilcisidir.
Koyun, keçi, fare ve tavşan gibi isteyerek veya istemeyerek Avustralya’ya sokulmuş hayvanlar, bu yaşayan fosillerin yaşama koşullarını önemli derecede zorlaştırarak soylarının tükenmesine neden olmaktadırlar. Bu durum evvelce Avrupa’da yaşadığı bilinen ve bugün Avrupa için ancak fosil olabilen tapir, gergedan ve cüce geyik gibi hayvanların Güney Doğu Asya, Amerika gibi yerlerde bulunabilmesinin açıklamalarından biridir.
Derin denizler, yaşayan fosiller için bir akvaryum görevi görür. Genellikle değişmeyen ekolojik şartlar hayvan türlerinde evrimi yavaşlatırken, yükselen ve alçalan suların etkisiyle deniz yüzeylerinde hızlı bir evrim vardır. Birçok türler kaybolur ve ancak o türlerden fosiller kalır; fakat özellikle 4 bin metre derinliğin altındaki sularda, aynı türler yaşamaya devam eder.
Yaşayan fosiller eskiye ait kanıtlardır. Jeolojik devirlerdeki yaşam koşullarını günümüze iletir. Bu bakımdan zoolog ve botanikçiler kadar paleontologların da oldukça ilgisini çeker. Hatta bu yazıyı okuyan birçok insan, düşsel olarak milyonlarca yıl öncesine gider ve o tarihlerden bu zamana bu canlıların nasıl geldiğini düşünür.
Başlık Görseli: Science Blog