Bulunduğumuz çağın en çok kullanılan ifadelerinden biridir terör. Daha çok politikacıların diline pelesenk olmuş bir biçimde hafızalarımıza kazınmıştır. Hükûmet yetkililerine göre terör; devletin bekasına karşı gösterilen tutumların bütünüdür. Küçük bir çocuk, çıplak bir kadın, öpüşen eşcinsel bir çift, hatta bazen polis arabasına işeyen bir köpek terör ile yan yana getirilebilir. Terör unsuru yeri geldiğinde taş, sopa, flama veya bir baret dahi olabilir. Peki, gerçekte terör nedir? Terörist diye kime denir? Teröristlerin amacı veya hedefi nedir?
Terör kelime anlamıyla herhangi bir amaç uğruna, konu ile ilgisi olmayan bireylere yöneltilmiş şiddet eylemlerinin bütünüdür. Teröristin dil derneği sözlüğündeki açıklaması ise “Siyasal davasını kabul ettirmek için karşı tarafa korku salacak davranışlarda bulunan, eylemler yapan kimse” olarak ifade edilmektedir.
Bizler bu coğrafyanın çocukları olarak, terör ve terörist kelimesini; ailelerimiz, okullarımız, televizyon kanallarımız, politikacılarımız, arkadaş ortamlarımız, iş yerlerimiz ve daha birçok yer aldığımız topluluk ya da organizasyon tarafından o kadar çok duyarız ki kanıksanmış bir biçimde, adeta yaşamın bir parçasıymış gibi algılarız.
O kadar normalleştirilen bir olgudur ki bizim için çoğu zaman değer yargılarımızın sağlıksız oluşmasına sebebiyet verir hâldedir.
10 Ekim 2016’da, Ankara’nın orta yerinde yüzden fazla kişinin yaşamını yitirmesine ve yüzlerce kişinin de ciddi biçimde yaralanmasına neden olmuş bir saldırı gerçekleştirilmiş ve gerçekleştirilen saldırıya dair birçok olasılık ortaya sunulmuştur. Olasılıklar içerisinde farklı amaçları düstur edinmiş silahlı örgütler ve oluşumlar bulunmaktadır. Hangi topluluk olursa olsun gerçekleştirilen eylemin terörün kelime anlamını fazlasıyla karşıladığı ortada.
Yaşanan olay sonrası polislerin yaralı ve ölü bireylere karşı olan tutumu ise devlet ile terörün çok uzak kavramlar olmadığını düşünmemize olanak sağlıyor. Bu eylem dışında devletin ve yine farklı toplulukların sorumluluğunda birçok katliam niteliğinde eylem, son yıllarda fazlasıyla gündemimizde yer almakta ve bizleri derinden etkilemektedir. Gezi olayları, Reyhanlı, Roboski/Uludere, Suruç, Diyarbakır ve örnek teşkil edecek pek çok olayda, insanlar yaşamını yitirmekle kalmamış, üzerine birçok siyasi tartışma da yaşanmıştır. Siyasal tartışmalardan yapılan çıkarımlar her ne olursa olsun yaşanan olayların açıklanması için yeterli bir sonucu bizlere sunamayacağı aşikâr.
Bulunduğumuz coğrafyada bu kadar çok terör ve terörist ifadesinin yer alması konuya gerçekten vakıf olabilmemizi maalesef sağlayamamış, aksine nasırlaşmış vicdani yaklaşımlar, kör söylemler ve düşüncesiz sonuçlar ile de mücadele etmek zorunda bırakmıştır. 14 yaşındaki bir çocuğun polise taş atıyor oluşu bir terör unsuru olarak görülebilirken, aynı 14 yaşındaki çocuğu öldüren bir polisin gerçekleştirdiği eylem, meşru bir biçimde algılanmıştır. İşte tam burada terör ve terörist ifadelerinin irdelenmesi ve üzerine düşünülmesi gerekliliği ortaya çıkmakta.
Son yıllarda toplu ölümlerle sonuçlanan birçok vakaya şahit olduk ve bu vakaların bazıları devletin bizzat kendi askeri güçleri tarafından gerçekleştirildi. Roboski‘de askeri savaş uçaklarından (F-16) yapılan bombardıman sonucunda 34 kişi yaşamını yitirmiş, aynı şekilde insan politikasından bihaber katırlar da ilgili olayda can vermiştir.
Yaşanan olaylar, toplum arasında ve devletle ilişkili bürokrat çevrelerde, öldürülen bireylerin an itibarıyla gerçekleştirdikleri kaçakçılık eylemleri ile ilişkilendirilerek, katliam niteliği taşımasına rağmen, vicdani bir durumun oluşamayacağı gibi yansıtılmaya çalışılmıştır. Bir bireyin kaçakçılık yapıyor olmasını, bombalanabilir kategorisine sokmaya gayret etmişlerdir.
Peki, silahsız bireylerden oluşan bir topluluğun üzerine yağdırılan bombaları haklı çıkarabilecek bir siyasi olgu mevcut mudur? Asla! Peki, bu yaşanan olayları terör eylemi olarak nitelendirebilir miyiz? Fazlasıyla bu nitelikleri taşıyan bir eylemdir.
11 Eylül’de El-Kaide örgütünün gerçekleştirdiği öne sürülen ikiz kuleler saldırısı gerçek anlamıyla bir terör eylemidir. Fakat aynı şekilde Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçekleştirdiği Afganistan ve Irak çıkarmaları, gerçekleştirilen eylemden daha büyük bir terör eylemidir. 11 Eylül saldırılarında 2 bin 996 kişi yaşamını yitirmiş, sonrasında Amerika Birleşik Devletleri’nin gerçekleştirdiği Afganistan ve Irak savaşlarında; Afganistan’da yaklaşık 5 bin, Irakta ise tahmini 1 milyon sivil yaşamını yitirmiş, binlercesi yerlerinden olmuş ve farklı ülkelere göç etmek zorunda kalmıştır.
Günümüzde ilgili ülkeler hâlâ iç karışıklıklarla boğuşmakta ve yönetim boşluklarıyla halklar yaşam mücadelesi vermeye çalışmaktadırlar. Yaşanan savaşlar sonrası bölge halkları eli kanlı dayatmacı toplulukların kollarına bırakılmış, kan ve acısız bir gün dahi geçirmeden yaşam savaşı vermeye zorlanmışlardır.
Savaşlar terörün ta kendisidir ve arkasındaki bireyler ise terörizmin gerçek kaynağı. Kısacası; terörist olmak için eline silah alıp veya beline bomba bağlayıp eylem yapmak gerekmez. Takım elbise içerisinde emirler vererek insanların yaşamlarına müdahale eden birey veya topluluklar da pek âlâ terörist olarak nitelendirilebilir. Hatta gerçek teröristler savaşan yığınlardan ziyade, emir komuta zincirinin en üst mevkilerinden ellerini hiçbir şeye sürmeden sadece kendi yaşamlarını gözeterek, hayatlarına devam etmektedir.
Soma‘da 301 madencinin ölümüyle sonuçlanmış maden kazası; münferit bir olaydan çok, maden işletmesi ile ilgilenen kurumun para hırsı sebebiyle, tüm teknik eksiklere rağmen kapasitesinden fazla işçinin çalıştırılması sonucu meydana gelen planlı bir katliamdır. Görüldüğü üzere yaşanan olay, herhangi bir silah kullanılmamasına rağmen planlı bir cinayetler dizisi olarak karşımıza çıkmakta.
Şirketlerin, kâr amacı uğruna insanların yaşamlarını göz ardı etmekle kalmayıp, benzer olayların zeminini de umarsız bir biçimde hazırlamaya da devam ettiklerini; sonrasında Mecidiyeköy, Ermenek, Şırnak gibi bölgelerde yaşanan iş ve maden kazalarındaki can kayıpları ile fazlasıyla bizlere sunmaktadır.
Peki, bu yaşanan olaylar terör olarak nitelendirilebilir mi? Pek fazlasıyla nitelendirilebilir. Bir bireyin gerçekleştirdiği bombalı saldırıdan çok daha fazla insanın, dayatma yaşamlarına çıkar yol bulabilmek için iş kazalarında öldüğü gerçeği, şirketlerin umarsız tavırlarının sonucu olarak karşımıza çıkıyor. Yani toplum üzerinde terör etkisi yaratmak için silah kullanılmasına gerek olmadığını bizler açık bir şekilde görebiliyoruz.
Kutuplarda gerçekleştirilen petrol aramaları, petrokimya ürün sektörü, hayvansal gıda üretimi sektörü, kereste imalatı ve kağıt sektörü, hayvan kaçakçılıkları ve izinsiz avcılıklar, endüstriyel tarım ve planlı orman yangıları da terörün yalnızca insanlara yöneltilen bir silah olmadığını bizlere göstermektedir. Her birimizin normal olarak karşıladığı birçok sektörel yapı; günümüzün en büyük problemi olduğunu düşündüğümüz iklim değişikliği sorununu ortaya çıkarmakla kalmayıp, tüm verilere ve analiz sonuçlarına rağmen, gerçekliklere sırt çevirerek dünyanın kanını emmeye de devam etmektedir.
Günümüzde ilgili sektörel yapılara karşı gerçekleştirilen birçok tepki eylemi terör ile yan yana anılmakta. Doğa katliamlarına ve birçok hayvanın neslinin tükenmesine sebebiyet veriyor olmak, canlıların toplu ölümlerini şahsi veya şirket çıkarları uğruna gerçekleştirmek, dünya üzerindeki birçok toplumu sağlık problemleriyle yüz yüze bırakmak gibi eylemler peki nasıl değerlendirilmelidir?
Bu iki topluluktan hangisi gerçek teröristtir? Dünyanın sonunu getirenler mi, yoksa buna tepki gösterip maddi zararlar veren topluluklar mı? Yasal düzenlemelere göre, şahıs ya da organizasyonların şahsi mal varlıklarına verilen zarar suç olabilir ama terör eylemi olarak nitelendirilemez. Çünkü masum canlılara zarar veren topluluklar, kâr amaçlı kurulmuş kuruluşlardan başkası değildir.
Örgütlü kurumların üniformalı tetikçileri tarafından sokaklarda ve cephelerde binlerce hatta milyonlarca masum sivil, her yıl yaşamını yitirmekle kalmayıp geride kalan topluluklar üzerinde de ciddi psikolojik çöküntüler yaratmaktadır. Yaşanan bir patlamada yalnızca ölen insanlardan bahsedilmesine rağmen ömrü boyunca yaşananları hafızasında barındırarak yaşamak zorunda kalan kişiler, ölen hayvanlar ve bitkiler de fazlasıyla önem taşımakta.
Milliyetçilik, din, cinsiyet ayrımları, tür ayrımları, statü farklılıkları ve daha birçok dogmayla uyuşturulmuş yığınlar, kendilerine göre oluşturdukları değerler uğruna savaşmaya devam ederken, ilgili savaşları finanse eden, silah, politika ve söylemlerle destekleyen sermaye ve devlet ikilisi; bu topluluklardan çok daha fazla teröre bulaşmış biçimde bizlere kendi masumiyet çizgilerinden gülümsüyorlar.
Bireyleri köle, dünyayı hammadde, hayvanları ve bitkileri meta, toplumları ise yönlendirilmesi gereken organizmalar olarak gören ve bu uğur için politik yapılanmaları, yasaları, hukuk anlayışlarını kabul etmek zorunda bırakan topluluklar terörist değilse kimler teröristtir? Planlı yok oluşumuza rağmen sonradan öğretilen kavramlara boyun eğmek teröre davetiye çıkarmak değildir de nedir? Peki, kim bu gerçek teröristler? Her bir birey potansiyelini içinde barındırsa da dünyanın üzerinde gerçek hak sahibi olması gereken çocukların ve hayvanların hiçbir zaman terörist olmadıkları kesin…