Ocak 2022’de raflara taşınan ve henüz yeni sayılabilecek bir kitapla ilgili yazma isteğim bir dostun hediyesi olmasa belki de hiç bir zaman gerçekleşemeyecekti. Ne de olsa sıcağın sıcak, yağmurun sel, altının siyanür olarak bize döndüğü bir coğrafyanın çocuğu olarak ben de bir yandan klasiklerle ruhumu zenginleştirirken, kişisel gelişim diye de yaftalanabilecek pek çok okumayla bünyemi dinç tutmaya çalışıyordum. Bir yandan da yazıyordum yazmasına ama çoğun öykü olarak kelamımdan dökülen sözcükler, bana sürekli kimsenin kitap okumadığının söylendiği bu yerlerde kimin bir kitapla ilgili bir şey okumak istediği sorusunu taşıdığından uzundur da bir kitapla ilgili yazmıyordum.
Kitaplar hep tanıtılıyor, okur okuduğundan memnun görünüyordu. Kimsenin benim bile “ucube,” kavramı ilgimi çekmezken bunca yazarı bu konuda yazmaya iten şey neydi? İlgimi çeken ilk şey bu oldu. Kitapta da buna değinmeden öykülere başlamış olmak istenmemiş olmalı ki, önce tüm bu serüvenin okura görünür kılınması ile başlamak seçilmişti. Bu yazıda, Tüm Panayırların Heyulası öykülerine değinmek istiyorum ama önce seçkinin tercihine kulak vermek isterim.
Kayıp Rıhtım ve Öykü Seçkisi
“Kayıp Rıhtım, 2008 yılında kurulduğunda, odağı fantazi ve bilimkurgu edebiyatı olan amatör bir internet sitesiydi” diye söze başlamışlar. Yıllar birbirini kovalamış ve aylık öykü seçkileri, yerli spekülatif kurgu edebiyatı için bir basamak haline gelmiş. Yeni basamak için harekete geçen Kayıp Rıhtım, “Tüm Panayırların Heyulası; fantazi, bilimkurgu, korku, distopya, tuhaf kurgu ve polisiye türlerinde yazılmış “ucube” temalı 20 öyküyü bir araya getiriyor.”
Antolojilerin, bir temaya, bütüncül ama farklı bakışlarıyla yeni dünyalara açılan kapıları aralaması aşina olduğumuz bir tat. Peki ya ucube kavramı? Onun da kitabın sunumda mitolojiye dayanan kökleri, edebiyattaki yankıları görülebiliyor. Nedense Frankenstein’a değinilmemiş. Halbuki, temanın kültlerinden… Ama o bir roman dediğinizi duyar gibiyim. Oysa edebiyat da bütüncül bir doğa ve ekosistem, o zaman böyle bir ekosistemde Medusa’nın yıllarla taşınan belki binlerce kez çarptırılmış öyküsünü, Perseus’un kalkanıyla gelen akıbetine bağlayarak anlatmayı tercih edip, Frankenstein’ın anılmaması bana biraz tuhaf görünüyor. Olsun diyorum, edebiyat derya deniz, türler içindeyiz ve birazdan türlü türlü heyulanın birleşimi bir heyulaya gireceğiz.
Seçkinin Öyküleri
Göz, Hikmet Hükümenoğlu
Gökyüzü kırmızı bir ateş topuna dönmüş, göz gözü görmüyor, hava insanlığın yaşaması için uygun değil ama tüm sıradan alışkanlıklarımız ve taksicilik mesleğimiz devam ediyor. Arabasına düşkün abinin kardeşini bir müşteriye göndermesiyle gelişen olaylar. Ucubenin, belki de Perseus’un kalkanı gibi kendisini görene gerçek yüzünü yansıtarak yarattığı dehşetten kaçma isteği uyandırıyor ve öykü acımasız bir son ima edilerek bitiriliyor. Distopyalar vahasında soluklanmayı sevenler için bir bilimkurgu macera ya da belki fantastik bir macera demeliyim, bilemiyorum, diğer öyküye geçiyorum.
Umacı, Mehmet Berk Yaltırık
(Halep Eyaleti, Adana Sancağı, Hamidiye [Ceyhan] Kazası – 1899), diye açılışını yapan öykü, okuru eski zamanlardan bir zaman, bilmediğimiz diyarlardan bir diyara taşıyor. Batıni bir katmandan okuru alemlerin bir aradalığına taşıyan öykünün içinde kaç ucube var? Öyküyü bitirdikten sonra elimde kalan soru bu oluyor.
Minibüso Diskoteko Murra Murra, Müge Koçak
Öykümüzün kahramanı Yaşar, Yaşar Ne Yaşar Ne Yaşamaz romanından fırlayıp, gerçekle sürrealin iç içe geçtiği bir evrene ışınlanmış. Bilinç akışı tekniğiyle anlattıkları, okura muhtemel, İllallah, dedirtecek yazar, öykünün sonunda kahramanını arafa çekiyor. Ben de, lokal göndermelerle çiçeklenen metnin çağdaş yazında böyle anlatımları seven okur için ayrı bir keyif sunacağını düşünüyorum.
Bozulmamış Kırmızı Gül, Ekin Açıkgöz
Polisiye, dram ve gerçekler… Kısa öykünün sınırları düşünüldüğünde bu pek de kısa olmayan öyküde, spoil vermeden nasıl anlatırım bilemiyorum ama şöyle bir gerçeği bulacaksınız: Para hırslı ucubeler, kendi evlatları ucube diye kendi evlatlarının yiyiciliğini yapıyor.
Kendi adıma, Fırat Nehri’ne siyanür karıştığı haberleri ortalıkta dolaşırken, bu öykünün yazarını alnından öpmek istiyorum. Çünkü kurgu dünyada bu hassasiyet varsa daha iyiye dair hâlâ umut olduğunu düşünüyorum
Çöp Atmaya Çıkmış İnsan, Hakan Bıçakçı
Çöp atmaya çıkmış insan, çöpü bir türlü atamamış yoksa atmış da o mu öyle sanmış? O öyle sanmış da, bu koku ne o zaman? Duvardaki yazı neden değişip durmakta… Vesselam bir ruh hali olarak ucube bu öyküde karşımızda.
Orangutanla Voltada, Emirhan Burak Aydın
Sürreal bir distopik evrenden, gerçek yaşama, oradan bir başka distopik çılgınlığa… Bu öykü üstüne bir şeyler söylemek isterim lakin “gerçeğin böylesine eritildiği bir öykü evreni için akışkan olmayan bir cümle kurmak mümkün mü?” sorusunu sormak beni bundan alıkoyuyor.
Holodate, Ezgi Polat
“Artık herkes olmadığı biri gibi davranmaya başladı. Bunu karşılarında var olduklarını sandıkları birileri için yapıyorlar. Ancak onlar da sandıkları kişiler değil. Benim bunu yapmak için haklı sebeplerim var. Sınırı geçmiyorum. Hiçbir şeyi ihlâl etmiyorum. Durmam gereken yerden eminim.” diye kapanışını yapan öykü bilimkurgu bir yakın gelecekte geçiyor. Yine hiçbir şey değişmemiş, her şey aynı ve yine milyonlar doyumu ve varoluşu dijital (o zamanlarda hologramlar olmuş) uygulamalarda arıyor. İlginç bir konu mu yoksa sıradan mı bunu bile artık ayırt etmek mümkün değil. Ama meseleye öykü evreninden bakmak isterseniz, öykü size istediğinizi verecektir.
İstanbul’a Yeni Bir Kumpanya Gelmiş, Bahri Vardarlar
İstanbul’a kim bilir kaç kumpanya gelmiş ve kendini yeni diye lanse etmiştir? Öykümüz bunu sormuyor. Tamamen gerçekçi, tamamen absürt olaylar silsilesi, 1940’da Tünel’de geçiyor. Kitaptaki en beğendiğim öykülerden biri, tabii bu çok kişisel bir yorum. Zaten okumak da çok kişisel bir serüven değil mi?
Hanımefendi, Deniz Erbulak
İyi kotarılmış, akışkan bir öykü, kitaptaki öykülerin altında bir beğen butonu olsaydı mutlaka tıklardım.
Zamanın Belirsiz Bir Yankısı, Suat Duman
Bu öykü bana distopik bir mini diziyi anımsattı. Belki okuması biraz daha uzun sürdü ama damağımda aynı tadı bıraktı. Sanırım türün sevenlerinde aynı etkiyi yaratacaktır.
Daldığımız On İki Fincanda Boğulduk, Özgürcan Uzunyaşa
Öykünün kahramanlarından biri, üç memeli Fadime, aman aman, evlerden ırak…
Boşluk Olması Gereken Yerde Değil, Eda İşler
Bu öyküde, gelecekte, 2067 yılında, vajinası ve rahmi olmayan kadınları tedavi eden bir otelde geçen distopya anlatılıyor. Öykünün ardından, yeni bir öyküye başlamadan evvel, yılların geçişinin, ütopyaya doğru evrilmesini diliyorum.
Zorba Katliamı, Orçun Ünal
Okur eğer bu öyküyü okurken beyni yanmazsa rahatlıkla şunu söyleyebilir; bu neydi şimdi?
Özelliksiz, Seran Demiral
Hani zamanında Bulutsuluk Özlemi’nin sorduğu bir soru vardı: “Nedir bu normal?” öyküde bu soruya bir cevap arayışını bulmak mümkün ve tabii edebi bir keyif de…
Meczupların Şafağı, Murat S. Dural
“Tüm bir seçim milyarlarca seçimi yok etmek adına faşizm değil mi?” diye sorduruyor yazar öykünün sonlarına doğru kahramanına, bazı sorular paradoksaldır diye geçiyor aklımdan. Okunduğunda insanda böyle sanılar bırakan sorular vardır. Ardından başka sorular üşüşüyor zihnime, sorular çeşit çeşit; seçim yapmadan var olmak mümkün mü? Her seçimin tu kaka yanına bakmak nasıl bir seçim? Çoğalan soruları da soruları çoğaltan öyküleri de seviyorum. Ne de olsa bundan iyisi Şam’da kayısı…
Gece Mavisi, S. İpek Ortaer Montanari
Bu öykü, oldukça keyifle okuduğum öykülerden biri oldu ama öykü anlatımında yazarın yapmaması gereken şeylerden bahsedilirken üzerinde durulan bir noktayı ihlal ediyor. Anlatıcı ben dilini kullanır ama bildiği gerçekleri bilmiyormuş gibi yaparak aynı zamanda okuru oltasına çeker. Fark ettiğimde şaşırdım. Ne de olsa okur ve yazar arasında kurmaca güven bağına bağlı bir takım ön kabullerin olduğuna inanarak okuyanlardanım.
Musmutlu Olacaktık, Bahadır Cüneyt Yalçın
Ayrılık acısına hisli bir yorum hem de bu yorum Mars’tan geliyor. Kahramanımız kendini dört sıfırdan tavlayı kaybetmiş gibi hissediyor ve mars bu defa bir tavla terimi değil başka bir gezegen.
Paşa Kılıcı, Ayça Erkol
Ve Dünya’da, büyük bir felaket yaşanmıştır ardından hâlâ varoluşsal sorunlarıyla kendini yalnızlaştıran kahramanımız, Mathilda gibi yaşamaktadır. Onun aksi olur. Baktığı çiçekten daha kısa yaşar. Aslında üstü kapalı spoil vermek değil yaptığım ve öykü için şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Bilimkurgu ve dramın birleştiği öykü, bu ikiliyi sevenlere zevkle hitap edecektir.
Mikro Koridorda Açık Saçık Bir An, Süreyyya Evren
Mikro koridordan bilinç akışı anımsamalar… Heyula mı, bir an mı, kim bilebilir?
Ahtapot Çarpması, Onur Selamet
Hangi yanağını uzatsa bir gül bulamayacaktı…
Bir Kitap Daha Biterken
Vaadini tutan, sunacağım dediğini sunan ve bir seçki olarak okurun beklentisini karşılayan bir kitabı bitirmenin okurda bıraktığı ayrı bir tat vardır. Okuttuğu, distopya, dram, kara mizahtan sonra insana iyi gelen bir tat. Bu tadı almışken kitapla ilgili yazmaya başlıyorum. “Kim okur?” diye düşünmeden… Kurgu dünya denizinde farklı farklı koylarda yüzmek, kimin hangi koyu daha fazla seveceğini umursamadan yazmamı doğuruyor ya da değişik koyların bir krokisini hazırlıyorum dergi için… Bilemiyorum. Umarım okuduğunuza değen bir yazı olmuştur diye de bağlamak istiyorum sözlerimi. Kitapsa, okunacaklar listesine girmek için raflarda okurla buluşmayı bekliyor. Belki sizin bakışınız kitapta çok farklı şeyler bulacaktır. Neden olmasın?
Alıntılar: Tüm Panayırların Heyulası, Kayıp Rıhtım Öykü Antolojisi 1. Hazırlayan: Onur Selamet, Özgürcan Uzunkaya, İthaki Yayınları, İstanbul, 2022’den yapılmıştır.