Ulus Baker hakkında bugüne kadar yazdığım iki yazı var. Sinemanın başka bir hikâyesi – Figüranın diyalektiği ve Sinemanın başka bir hikâyesi- Figüranın diyalektiği 2 başlıklı yazılar; sinema üzerine yazdığı iki makalesini farklı perspektiflerde anlattığım, biraz ukalaca bir çaba ve Lacanvari bir üslup ile, dünü ve bugünü arasında, hem uzamsal bir bağlantı hem de farklı yorumlamalarını içeren metinlerdi. Bu yazı ise, onun hayatına veya birkaç yazısına değil, büsbütün olarak, bana verdiği eşsiz entelektüel ufuk, imajlar arasında kurulan bağlantı eşliğinde yapacağım yazınsal bir akış devinimi, üstada bir saygı duruşu olacak.
Baker hakkında yazarken, sürekli olarak, Stuart Hall’a karşı olan entelektüel zaferine değinirim. Chicago ekolünün en önemli akademisyenlerinden olan Hall; bütün sinema, tiyatro, müzik eserlerini, birer “metin” olarak alır. Ancak Ulus Baker, bunların aslında imajlara dayandığını söyler ve imgelerin atom altı düzleminde, bir zihin parçacığı olarak parıldar. Yalnızca şatafatlı cümlelerin mimarı değil, aynı zamanda, gösteri dünyasının her yanımızı sardığı bu ışıltılı karanlıkta, bir düşünce emekçisi olarak, imge evrenini sırtlar. Marx’tan aldığı ilk adımlarını, Deleuze ve Foucault ile yürüme dönemine getirir, kendine açtığı yolda, koşar adımlarla ilerler.
“De te fabula narratur” (anlatılan senin hikâyendir) cümlesine sığdırdığı anlamlar, onu, dünya proletaryasının içinde bulunduğu durumu onlara anlatma ve imajların sosyolojik yansımaları eşliğinde, tüm dünya işçilerine, ezilenlerine, ötekilerine uzattığı felsefi meşale ile oturtur karşımıza. Kendini daha çok Spinoza üzerinden temellendirse de, Marx’tan aldığı “bir çift söz“, onun zeminini aydınlatan bir kâğıt oldu.
Öğrencilerinin onun onuruna açtığı “körotonomedya” adlı sitede, bugüne kadar gördüğüm en anlamlı mesajlardan biri var. Sağ üstteki banner’da, “Kenan Evren ölmedi, içimizde yaşıyor” cümlesinin yanında bulunan Kenan Evren fotoğrafına tıkladığınızda, BirGün gazetesinin siyaset sayfasına yönlendiriliyorsunuz. Bu ufak gösterge, onun düşünsel perspektifini mükemmel bir şekilde özetliyor aslında; tek bir tane “Kenan Evren” çıkmadı içimizden, onların arasında yaşıyoruz ve eylemsizliğimizle dahi, onları yaşatıyoruz. İçimizdeki devleti, içimizdeki otoriteyi yok etmeden, nesnel dünyada asla bir devrim yapamayacağımızı anlatmak için, bundan daha iyi bir yol seçilemezdi sanırım.
Ulus hoca için bir slogan yaratacak olsam; “Sosyolojiyi tehlikeli hale getireceğiz!” cümlesini yazardım sanırım. Zira, aynı Zizek’in hâlâ yaptığı gibi, sosyal hayatımızın her yanına sıçrayan gösteri iktidarının anatomisini en güzel şekilde tasvir eden bu uzun saçlı ve kirli görünüşlü adam, kaleminden saçılan ihtilaller ile fırladı zihnimize.
Hakkında yazılacak cümleleri, bu cılız sayfada tamamlamam düşünülemez. Hiçbir şekilde onu tam olarak anlatmayı, hayatını, yaptıklarını, kişiliğini tanıtmayı amaçlamıyorum. Sadece zihnimde uyandırdığı kırıntıları serpiştirdiğim bu sayfa ile, ona yapabileceğim tek saygı duruşu biçimini sergiliyor ve önünde kadehimi kaldırıyorum. Bir gece vakti tanışmıştım onun evreniyle, bir gece vakti öğrendim, ben henüz ilkokuldayken ölmüş olduğunu. Bu yazıyı da bir gece vakti yazıyorum. Sanırım bu yazıya en çok uyacak final cümleleri, Nazım ustanın dizeleri olacaktır. Ondan ders dinleme fırsatına erişemedim, hiçbir zaman sigarasına eşlik edemedim, ama onun gibi, bir düşünce emekçisi olarak, gıyabında kuracağım cenaze cümleleri ile selamlarımı iletiyorum mirasına.