Hayat sizi bazen tesadüflerle şaşırtabiliyor. Sinema alanından çok fazla insanla tanıştıkça, artık bir yolda kilometre taşları bıraktığımı fark edebiliyorum geri döndüğümde ve sağa, sola baktığımda.
Çok küçükken DVD’sini aldığım “Gökten 3 Elma Düştü” filminde, çevremizde görebileceğimiz zengin ve bir o kadar serseri bir karakter vardır. Murat karakteri filmin çok ön planında olmasa da o farklı hareketleriyle ve o “oğluum!” replikleriyle dikkat çeker. Ve ben o filmi izlerken o oyuncunun performansına hayran kalırım. Yıllar sonra, kim derdi ki o oyuncuyla sosyal medyada tanışacaksın, yönetmen de olmuş ve röportaj yapacaksın…
Evet, sevgili Umut Beşkırma ile bir araya geldik. Gökten Üç Elma Düştü, Yılanlar ve Güvercinler ve Yarım Kalan Mucize gibi filmlerde rol alan Beşkırma, oyunculuktan yönetmenliğe doğru hızlı bir geçiş yaptı ve ilk ürünü olan “Yeryüzündesin. Bunun Bir Tedavisi Yok.” adlı kısa filmini izleyenlerle buluşturdu. Uzun metrajlı filmi için de kolları sıvayan Beşkırma, oyunculuk içinde bir yeşil ışık yakıyor. Ne duruyoruz, şimdi sinema dolu sohbetimizi okuma zamanı…
“Yarım Kalan Mucize filmi, bana reji ve yapım kısmı adına çok şey katarken, çok ciddi kapılar açtı.”
İlk olarak oyunculuk hikayen ardından yönetmenliğe geçişin nasıl başladı?
Mimar Sinan’da Tiyatro bölümünden mezun olduktan sonra 1 yıl kadar tiyatroda oynadım. Daha sonrasında Raşit Çelikezer’in yönettiği “Gökten Üç Elma Düştü” filminde rol aldım. Ardından Fırça Darbesi adlı kısa filmde Erdal Eren’i canlandırmak için şimdiki yapımcım Nihan Belgin ile bir araya geldik.
Auditionda rolü aldım ve zorlu bir kısa film setine girdim. Ama ben bu sırada sette kamera arkasını da gözlemliyordum ve farkında olmadan ilgilenmeye başladığımı gördüm. Oyuncu iken kamera arkası ile çok fazla ilgilenemiyorsun. Burada öyle tuhaf bir şey oldu. Film bittikten sonra da Nihan ile iletişimimiz devam etti. Filmin post-prodüksiyon sürecinde de ekiple birlikteydim.
2 yıl sonra da aynı ekiple “Yarım Kalan Mucize” filmi projesini yaptık. Ben o filmde hem yönetmen yardımcılığı, hem uygulayıcı yapımcılık, hem de oyunculuk yaptım. Yarım Kalan Mucize bana, reji ve yapım kısmı adına çok şey kattı ve çok ciddi kapılar açtı. Kamera arkasına doğru geçmeye başlayınca oyunculuktan uzaklaşmaya başladım. O dönemde de kafamda ben de bir şeyler çeker miyim diye fikirler dolanmaya başladı. Hikayeler de gelmeye başlayınca, ufaktan yazmaya başladım. Artık hayal gücüm, filmde oynamak gibi değil de ben nasıl bir dünya kurarım gibi bir şeye döndü.
Bir kısa film senaryosu yazdım ama çekmedim. Daha sonra 13 ay kadar süren uzun metrajlı bir film yazdım. Aslında niyetim ilk onu çekmekti ama çok yorulduğumu fark edip biraz uzun metraja çalışmam gerektiğini düşündüğüm için onu kenara bıraktım. Bu sırada da kısa filmim “Yeryüzündesin. Bunun Bir Tedavisi Yok.”un hikayesini yazdım.
Bu sırada TRT’ye de bir film çektik; yine yapım kısmına dair orada çalıştım. Ama benim kafam hep yazmak ve yönetmenlik üzerineydi. Tabii bir de hayat devam ediyor ve başka şeyler de yapmak gerekiyor. “Yeryüzündesin. Bunun Bir Tedavisi Yok.”u çekmek için şartlar olgunlaşınca sete çıktık. Artık bir şeyler çekmek istiyordum çünkü. Böylece de yönetmenlik hikayem resmen başlamış oldu.
“Karanlık filmler her zaman ilgimi çekmiştir.”
“Yeryüzündesin. Bunun Bir Tedavisi Yok.” ilk yönetmenlik denemen ve ilk kısa filmin. Hikayesi nasıl başladı?
İnsan nasıl filmlerden keyif alıyorsa biraz öyle filmler yapmak istiyor. Benim de karanlık filmler her zaman ilgimi çekmiştir. Bu filmin hikayesi de aklıma görüntüler ve sahnelerin gelmesiyle başladı. O da genç üniversiteli bir çocuk, gecenin bir yarası evde ve bir telefon geliyor. Telefonu kapatıyor ve çocuğu dışarıda görüyoruz. Karlı bir İstanbul gecesinde karlara bata çıka bir yerlere gidiyor. Sonra anlıyoruz ki adli tıbba gidiyor bir teşhis için. Bunun ne kadar korkunç bir şey olduğunu ve kayıp vakalarını düşündüm.
İnsanın sevdiği birinin cesediyle karşılaşma ihtimalini, yakınını bulamasa bile tanımadığı kişilerin cesetlerine bakması ve bunu haftada ayda birkaç kez yapmasını… Ben hayatın uç noktalarını seviyorum. Orada insanın çok fazla duygusu ortaya çıkabiliyor. Çıkış noktası bu olan hikaye, başka hikayelerin de gelmesiyle şekillendi.
Oyuncu seçimine nelere dikkat ettin?
Başrol kadın oyuncum İpek Türktan Kaynak’ı “Kusursuzlar” filminde izlemiştim. Ve aklımda o filmdeki performansıyla kalmıştı. Senaryoyu yavaş yavaş yazmaya başladıktan sonra, o karakteri yazarken İpek’in yüzü geldi aklıma. Tam aradığım yüz olduğunu düşünmüştüm yazarken. Alternatif bir cast da yoktu zaten. İpek’i düşünürken senaryo bitmemişti. Tam aradığım kişi olduğuna karar verince görüştük.
Ahmet Kaynak’la yıllar öncesinden tanışıyoruz. Onu da filmde hep düşündüm, ama filmdeki karaktere genç kaldığını düşünüyordum. Son haline bir internetten baktım. Bıyıklı bir fotoğrafını gördüm ve aradığım Levent karakterinin o olduğuna karar verdim. Ona da senaryoyu gönderdim ve görüştük.
Cemil Büyükdöğerli ile buluşmamız da biraz komik. Kerem karakteri için uzun bir süre arandım ve kimseyi bulamadım. Son çare, arama motoruna Türk oyuncular yazdım. Vikipedi’de oyuncuların adları arasında dolanmaya başladım. C harfinde Cemil’i gördüm ve Cemil’i Kerem karakteri için uygun buldum. Daha öncesinde DOT ve Beşiktaş Belediye tiyatrosunda oynadığı için de biliyordum. Onunla da görüştük ve çalıştık.
Benim için resim ve oyunculuk tarzı önemli oluyor. Ama bazen resim doğru olsa da oyuncunun oyunculuk tarzını biliyorsun ve o tarzı kırabilmek zor oluyor. Tabii bir kısa film çekiyorsun ve geniş zaman da olmuyor. Sete çıkmadan önce her şeyin doğru olması önemli oluyor.
Oyunculuktan geldiğin için cast konusunda ister istemez sınırlanma oluyor mu? Çalışmak istediğin oyuncular var mı?
Özel olarak çalışmak istediğim bir oyuncu yok. Çünkü bir hikâye yazıyorsun ve biri üzerine ben yazmıyorum. Ya da ben de oynayayım gibi bir şey de düşünmüyorum. Sadece, kafamda bir imaj oluyor, senaryoda karakterin bir geçmişi oluyor. Bir anda belli de oluyor, biri görüyorsun ve “işte bu karakter bu oyuncu” oluyorsun. Tanımlaması zor bir şey.
“Uyumlu insanlar seçmeye dikkat etmek lazım ki set iyi olsun.”
Senaryosunu nasıl şekillendirdin ve çekim sürecinde planladığın gibi oldu mu?
Bu hikâye aslında kısa film ritminde ve anlatımında değil. Biraz uzun metrajın 25 dakikası gibi bir şey. Zaten kısa film olarak yazmaya başlamadım. Aslında hayal ettiğim gibi yazdım ve belli bir çizginin içinde yazmam gerekiyordu. Senaryoyu biraz daha uzun tutmuştum ama çekim planımızı planlamak adına biraz kısaltmam gerektiğini gördüm.
Kısa film yazmayı beceremediğimi fark ettim ve bu hikâyenin de aslında uzun metraja doğru gidecek olmasının nedenlerinden bir tanesi de o. 3 günlük bir çekim yaptık ve çok iyi geçti. Yoğun bir çekim yaptık ve uzun da sürdü. Özellikle ilk gün. Ekip de iyi bir ekipti. Herkesin zamanına uydu. Uyumlu insanlar seçmeye dikkat etmek lazım ki set iyi olsun.
Yapımcımın da bana sağladığı imkanlar da önemli bu noktada. Yapımcım Nihan Belgin gerçekten bir harikaydı. (Gülüyoruz) Çünkü, bir kısa filme yapımcılık yapmak da ülkemiz şartlarında çok kolay bir şey değil. Nihan da sinemadan gelen bir kökene sahip olduğu için bağımsız sinemanın ne demek olduğunu çok iyi biliyor. Onun kısa filminde oynamamdan sonra ortak bir dil kurduğumuz için birlikte bir hayali gerçekleştirdik.
Bir filmi hem yönetmek hem senaryosunu yazmak hem de kurgusunda bulunmak nasıldır? Bir de üstüne oyunculuk olursa tüm yük sende gibi bir şey…
Kendi filmimde oynamayı hiç düşünmedim. Bana bu hikâye geldiğinde hikâyenin karakterleri de geldi. Eğer ki bana uygun bir karakter gelseydi belki olabilirdi. Ama yine de sanmıyorum. Belki 10 yıl sonra bunu yapabilirim. Daha fazla imkânım olabileceğini düşünüyorum bunun için. Çektiğim işi bir şekilde izlemem gerekiyor. Bunu başarabilenlere saygım sonsuz ama bir film yaparken hem izleyip çekimini gerçekleştir hem de oyna durumu biraz bana yük gibi geliyor. Bir şeyi çekerken ona konsantre olmak benim için daha keyifli bir şey. Bir filmi temelleştirenler yazmak, yönetmek ve kurgulamak. Bu kısa filmde de sesim var sadece. Ama bir filminde ufak bir yerde küçük bir rol oynamak istiyorum. Bu filmin uzun halinde bana uygun yine bir şey yok. Belki arkadan geçebilirim. (Gülüyoruz)
“Oyunculuk benim bu sektördeki ilk göz ağrım…”
Oyunculuk yapmayı düşünüyor musun yeniden?
Kamera arkasına geçtiğim bu 4-5 yıllık süreçte uzaklaştım, ama geri dönmek için hazırlanıyorum. Dizi olarak hep kısa kısa işler oldu. Reklamlarda oynuyordum. İsterim bir film daha olsun. İşin ekonomik boyutuna bağlı olarak dizi de yapmak istiyorum. O konuda da sevgili Nimet Atasoy’la ilerliyoruz. Yeni sezonda tiyatro sahnesinde olmakla ilgili bir isteğim de var. Yurdaer Okur’la birlikte Kadıköy Entropi Sahne’de yapmak üzere projeler üzerinde konuşuyoruz bu ara. Entropi Sahne yenilikçi ve multidisipliner bir alan. Orada üretmek için sabırsızlanıyorum. Oyunculuk benim bu sektördeki ilk göz ağrım ve son 1 yıldır oyunculuğa yaklaşıyorum, yapmak da istiyorum.
2008 yılı yapımı “Gökten Üç Elma Düştü” başarılı bir film oldu. Senin de rol aldığın ilk uzun metrajlı filmin. O günlere götüreyim seni, neler dersin o film için?
O dönemler benim için güzel heyecanlardı. 23 yaşımdaydım o filmi çekerken. Okuldan mezun oldum, tiyatro yaptım ve hemen bu film oldu. Ne yapacağımı bilmediğim bir dönemde çok iyi olmuştu. Yönetmenim Raşit Çelikezer bana çok destek oldu. İsmail Hacıoğlu ile de tanışıyorduk öncesinden. Genç bir oyuncu olarak iyi deneyim aldığım bir setti. Zengin, şımarık ve uyuşturucuya yatkın bir karakteri oynamıştım. Festivalleri de gezmiştik. Antalya’da o dönemin Altın Portakal’ında prömiyer yapmıştı. İlk izlediğim yer orasıydı. O benim için çok heyecan verici bir süreçti. Daha sonra birçok festivale de gitmiştim. Festival heyecanını ilk olarak bu filmle yaşamıştım.
Ama bir film yönetmeni olarak festivale gitmek apayrı bir his olsa gerek…
Kesinlikle öyle, “Yeryüzündesin. Bunun Bir Tedavisi Yok.” ile de birçok festivale gittim, ayrı bir heyecanın oluyor. Film, yakın zamanda Engelsiz Filmler Festivali ve İspanya’da ImagineIndia Film Festivali’nde gösterildi. Ama uzun metrajlı filmle gittiğimde çok apayrı olacağına eminim. Boş bir sayfaya bir hikâye yazarak başlıyorsun ve uzun bir sürece başlıyorsun. Mesela Yeryüzündesin; senaryo, çekim ve post ile beraber 1 yılda çıktı. İnsanların nasıl algıladığını merak ediyorsun.
Aldığım tepkiler de beni uzun metraja doğru götürüyor aslında. Film, birçok kişide uzun metrajlı olmasıyla ilgili bir tat bırakıyor. Ben de öyle olmuştum ve oturup bu hikâyeyi daha rahat daha istediğim şekilde anlatabilmeliyim diyorum. Film 25 dakika ve süreden dolayı 20 dakikalık kabul eden festivallere gönderemiyorum bu kötü oluyor. Onlar için 20 dakikalık bir kurgu yaptık, ama içime hiç sinmedi. Filmin 25 dakikalık hali çok daha iyi.
İlk uzun metrajlı film projen “Hayat Korkunç Güzeldir” hakkında neler demek istersin? Aslında “Yeryüzündesin. Bunun Bir Tedavisi Yok.”un uzun versiyonu olarak yapacaksın bu filmi de. Hazırlıkları nasıl gidiyor? Çekimini nasıl gerçekleştirmeyi planlıyorsun?
Denizbank Senaryo Yarışması’na senaryosunu gönderdik ve 355 senaryodan 20 senaryonun olduğu finale kaldı. Ekim 2017’de belli olacak. Bu, film yapmak açısından da teşvik edici oluyor. Senaryoyu okuyan insanlarla o süreçte filmle ilgili sohbet etme imkânın da oluyor. Bazen senaryoda boğulabiliyorsun, yabancılaşabiliyorsun. Bu sana iyi bir keşif oluyor aslında.
Türkiye’de tek destek alınabilecek yer Kültür Bakanlığı Sinema Destekleme Fonu olduğu için, bundan sonra bakanlığın destek projesine başvuracağız. Yurt dışı fonlarına da bakacağız. Tabii filme destek olmak isteyen yatırımcı da bulabilirsek güzel olur. Bu proje de bağımsız bir film çünkü, çok büyük bir gişe beklentim yok. Özellikle istiyorum ki Cannes, Berlin gibi dünya festivallerinin çeşitli bölümlerinde yer alsın. Çalışmalarımız bu yönde. Film yapmak gerçek bir savaş her zaman. O yüzden de zorlu ve mücadele isteyen bir süreç olacak gibi görünüyor.
Çok teşekkür ederim bu keyifli röportaj için, umarım her şey çok güzel olur.
Ben de teşekkür ederim. Size de başarılar dilerim.