“Her şey insan ve onun keyfi içindir” düşüncesine öyle alış(tırıl)mışız ki gitgide bunun sebep olduğu eylemlerin çirkinliğindeki mantığı sorgulayamaz hale gelmişiz. Yolda yürürken ağaç yapraklarını, bazen beraberlerinde dallarını sebepsizce tutup koparıyoruz örneğin. Bunca gelişmiş bilincimiz bizi doğayı tanımaya yaklaştırmalıyken en çok, kendi ellerimizle ördüğümüz parmaklıklar ardından izliyoruz sebep olduklarımızı, öylesine bir filmi izler gibi. 40 derece sıcakta bir damla su bulabilmek için kafesinin zeminindeki giderleri yokluyor bir hayvan, biz ona cipsimizden uzatıyoruz…
Diğerlerinde olduğu gibi Üsküp hayvanat bahçesinde de canlılar esaret altında. Kırlarda koşuyor olması gereken büyük etoburlar betondan hücrelere kapatılmış, atlar sonsuz olamıyor; en özgür saydığımız kuşların sergilenmesi için bile bir kafes var.
Esarete ev sahipliği yapan Üsküp Hayvanat Bahçesi’nin tüm dünyaya yayılmış ünü de oldukça kötü. Makedonya’nın sert kışına dayanamayan bir aslan ve lamanın kafeslerinde donarak, kimi hayvanın aniden, kimisinin hayvanat bahçesine getirilişinin hemen ardından ölmesi; kimininse hırsızlarca öldürülmesi… En son geçen sene bir kaplan kafesinde ölü bulunmuş, artık yalnızca duvarda temsili bir resmi görülüyor.
Hayvanat bahçesine giriş ücreti ise hayvanlara verdiğimiz değerin “insanca” bir göstergesi olarak 1 Euro bile değil.
Böylesi sefil bıraktığımız hayvanların bu hâllerini gözlerinizle görmek isteyip bir hayvanat bahçesine giderseniz, sonrasında kendinize şunu soracaksınız: “Onları böyle görmektense hiç görmemiş olmayı yeğlemez miydim?”
Çok uzak olmayan bir zamanda, onların üzerine vurduğumuz kilitlerin, olsa olsa kendi içimizde kilit altında tutulması gerekenlerin birer yansıması olduğunu görmemiz, bir gün tüm bunların yalnızca insanlığın büyük ayıplarından biri olarak hatırlanması dileklerimizle…