Dört yanımız kan gölü iken, her gün sokakta yürümeyi, endişeye mahal temel eylem olarak konumlandırmışken, “Ne gereği var şimdi?” türünden bir başlık değil mi? Gereği var efendim; hem de çok gereği var… Pek sevimli romantize tavırları bir kenara bırakacak olursak; LGBTİ+ insanları anlayabilmek veyahut klişelerimizin en dobra ifadesi “empati” yoksunluğumuzdandır halet-i ruhiyemiz… Bu nedenle, LGBTİ+ meselesini sürekli olarak; “dur hele önce bir devrim olsun” edası ile kenara bırakmadık mı?
Kargaşası bitmeyen bir ülkede, önce onu halledip sonra bunu hallederek görmezden gelinen bu insanlar neler yaşadı ve yaşıyor? Arada bir (ne yazık ki) üçüncü sayfa haberlerinde yer alan trans cinayetleri, intiharlar, şiddet ve tehditler son mu buluyor zannediyorsunuz? Kimilerinin pek sevimli bulduğu geyler, kimilerinin ne kadar da komik gördüğü translar, ne yazık ki o kadar da pembe bir hayat yaşamıyor, yaşatılmıyorlar ve tam da bu yüzden her şeyi bir kenara bırakıp tam olarak meselenin özünü keşif vaktidir. Yani empati, ötekini anlama, acıya hemhal olma, zulme direnme vaktidir. Bu nedenle bir kaç ufak soru ile samimiyetinize sığınmak istiyorum. Çünkü… Çünkü ölüyoruz! Ses olun ses!
Neden ulu orta el ele tutuşma telaşındayız?
Neden “uygun” bir ortam bulduğumuzda sevdiğimizin elini tutup dudağından bir buse almak için yanıp tutuşuyoruz?
Neden en femineninden giyinip sokaklarda arz-ı endam ediyoruz?
Neden abartıyoruz?
Neden biz tüm bunların derdindeyiz; ahlak, toplumsal cinsiyet, abartma kültürü gibi en temel ve çok değerli tartışmaları bir yana bırakarak… Çünkü sizler, orta okulda yanımıza gelip “kanka” olarak gördüğünüz bize hoşlandığınız kızı anlatırken biz, sizden hoşlandığımız için lanetlediğimizi düşünmekle meşguldük.
Sizler, ilk öpücüğünüzü yaşadığınız okul sıralarında püru pak, delikanlı, güzel, normal ergenler iken bizler; top, ibne, yuvarlak, erkek Fatma’lar olarak ilk öpüşmenin heyecanını hiçbir zaman yaşayamadık. Sizler ilk defa elele tutuşarak sinemalara giderken bizler, ondan da mahrum kaldık. Sizler, ilk cinsel deneyiminizi gururla anlatırken bizler; ya sakalımızdan memnun değildik ya da memelerimizden utanıyorduk! Sizler aşk acısı anlatırken bizlere, hiç ulaşamamanın en derin anlamını bizler biliyorduk. Sizler, gelinlik hayalleri kurarken, çeyizler hazırlayıp kariyer planlarken bizler; iş dahi bulamıyor gecenin birinde peşkeş çekiliyorduk. Sizler, çocuk sahibi olurken bizler, yaşlandığımızda yanımızda olacak sevdiğimizle el ele tutuştuğumuz için sokakta dayak yiyor, binalarda tecavüze uğruyor, iş yerlerinde tehdit ediliyor ve ailelerimiz tarafından intihar etmeye zorlanıyorduk…
Bundandır; kendimizi bulduğumuzda en kırmızısından rujumuzu sürüp en sevdiğimizle ulu orta öpüşmelerimiz, en kaçabildiğimizde çılgınlar gibi dans etmelerimiz, tuvalete girip ağlamalarımız ve tekrar dansa dönmelerimiz… Dönmelerimiz… Bundandır dönmelerimiz işte. Hayatı hep kaçıran bizler, yakaladığımızda kursağımızda kalmasın diye işte… Anlayın be… Anlayın artık!
Küçücük bir not bırakıyorum buraya sizin için, bizim için…
Ajite edilmiş haller değil; ne yazık ki son 3 ayda yaşanan gerçek olaylardan alıntılardır bunlar… Evet, bunları yaşıyoruz! Bilin istiyorum! Ülke kan gölüyken, bizim yüreğimizde geleceğe dair hiçbir umut yokken ve eğer sizler, o güzel geleceği kurabilirseniz bizlere de yer açın hayallerinizde istiyorum. Gey bir erkek sizin için oyuncak ayı misalı “Ne de tatlı” olmasın, maskulen bir kadın “saçma”, trans bir erkek ya da kadın çekinilesi, feminen bir sakallı alakasız olmasın istiyorum.
Çünkü ailemizin bizi öldürmek istemesi kadar gerçeğiz.
Saygılar efendim. En kokulu öpücükler hepimizin olsun.