İşçi sınıfının, emekçilerin Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü 1 Mayıs. Emekçiler, 126 yıldır bu günü, öyle ya da böyle, eylemlerle karşılıyor.
Kürt kentlerinin yakılıp yıkılmasının, bombaların, katliamların ve AKP rejimi inşasının içinden geçtiğimiz bugünlerde karşıladığımız 1 Mayıs’ın dünyada ve ülkemizdeki kısa tarihçesini 8 maddede toparlamaya çalıştık.
1. İlk 1 Mayıs: Emekçi olduğum için asılacağım!
Jack London‘un meşhur romanı Demir Ökçe‘de, ABD’deki emekçilerin kapitalizmin en vahşi döneminde maruz kaldığı derin sömürü ve buna karşı direniş hareketi anlatılır. “Demir Ökçe” ise, bu işçi direnişlerine devletin ölümcül müdahelesini anlatmak için kullanılan bir tamlama olarak çıkar karşımıza. ABD’nin patronları, emekçilerin öfkesini kanla bastırma harekâtına hız kesmeden devam etmektedir.
ABD’de işçi ayaklanmalarının merkezi Chicago’dur. En büyük ayaklanma ise, 1 Mayıs 1886 günü gerçekleşir. Anarşistlerin egemen olduğu Amerika İşçi Sendikaları Konfederasyonu önderliğinde işçiler, günde 12 saat, haftada 6 gün çalışmaya isyan ederler. Talepleri, insanca çalışma koşulları ve 8 saat iş günüdür.
O gün, Luizvil‘de siyah ve beyaz ırklardan yarım milyon işçi şalterleri indirir ve sokağa çıkar. Toplanma yeri Ulusal Park‘tır. O günlerin ABD’sinde Ulusal Park, siyahlara kapalıdır; ama sınıf kardeşliği, egemenlerden yüz yıl önce bu ayrımcılığı aşmayı başarmıştır.
O günkü direniş, emekçilerde bir özgüven dalgası yarattı; direnişler birbirini izledi. Devlet ise birçok yerde grev kırıcıları devreye soktu. “İşçinin vatanı fabrikalarda“, iç savaş koşulları hâkimdi. Grevler, ilk şehitlerini vermeye başlamıştı.
4 Mayıs 1886 günü, Haymarket Alanı‘nda miting düzenlendi. Mitingin dağılması sırasında kürsü önüne nereden geldiği belirsiz bir bomba atıldı. Patlamada 7 polis öldü, 69’u yaralandı. (Daha sonra olayı anlatan bir polis, bombanın aslında işçilere atıldığını ama polisler arasını düştüğünü söyleyecekti.) Polis, işçilere rastgele ateş açmaya başladı; yüzlerce işçi tutuklandı.
Tutuklanan anarşistlerden beşi hakkında idam kararı verildi. Bunlardan en genci olan Louis Lingg, idamından bir gün önce intihar etti; Albert Parsons, August Spies, George Engel ve Adolph Fischer ise idam edildi.
Mahkeme, başından itibaren teslim almaya yönelikti; daha sonra üç tutuklu anarşistin “masumiyetleri” dolayısıyla salıverilmesi sırasında Chicago Valisi Altgeld de itiraf etti bunu; ama anarşistler teslim olmadı. Albert Parsons, idam sehpasındad “Af dilersen serbest kalırsın” diyen görevliye şöyle yanıt verdi: “Bütün dünya biliyor suçsuz olduğumu. Eğer asılırsam, cani olduğumdan değil emekçi olduğumdan asılacağım.”
2. II. Enternasyonel ilan etti
Chicago’daki işçi direnişleri ve önderlerin idam edilmesi, ülkenin her yerinde ve giderek dünyada protesto dalgasıyla karşılandı. Luizvil Grevi ve Haymarket Direnişi, işçi sınıfının ilk eylemleri arasında onurlu bir yer edinmiş, sembole dönüşmüştü. II. Enternasyonal, Fransa’nın başkenti Paris’te düzenlediği kongrede, Amerikan işçilerinin bu mücadelesini tüm dünyadan selamlama, destekleme kararı aldı. 1 Mayıs, bu kongrede, “Uluslararası Birlik, Mücadele ve Dayanışma Günü“ ilan edildi ve 1890 yılından itibaren her yıl büyüyen bir coşku ve yerleşen bir gelenekle, dünyanın dört bir yanında emekçilerin kavga gününe dönüştü.
3. Bayram değil mücadele günü
1 Mayıs, yaygın olarak, “İşçi Bayramı“ olarak tanımlanıyor; fakat bu doğru değil. Bu gün, II. Enternasyonal’in de tariflediği gibi, “birlik, mücadele ve dayanışma günü”dür. “Bayram” alışkanlığı ise kaynağını iki yerden alır: Birincisi, sosyalist ülkelerde 1 Mayıs’ın -iktidar işçilerde olduğuna göre!- artık mücadele günü olarak karşılanmasının lüzumu kalmadığı düşünülüyordu. İkincisi ise, baş edemediğini kapsayarak dönüştürmekte mahir egemen sınıflar, 1 Mayıs’ı da mücadele günü değil “İşçi Bayramı” (hatta Bahar Bayramı) olarak karşılamanın daha tehlikesiz olacağını düşündü.
Türkiye’de 1 Mayıs, halen genel olarak bir mücadele günü olarak algılansa da, Avrupa ülkelerindeki çoğu 1 Mayıs “kutlaması“, solcuların bir araya gelip hoşça vakit geçirdiği, bira içip sohbet ettiği mekanlara dönüşüyor.
4. Ülkemize ne zaman geldi?
Ülkemizin bilinen ilk işçi örgütü, 1871’de İstanbul’da Rumlar ve Ermeniler tarafından Ameleperver Cemiyeti‘dir. İlk grevin ise 1872 tarihinde Haliç Tersanesi’nde gerçekleştirildiği düşünülüyor. En yoğun işçi direnişleriyse, II. Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra Sofya, Selanik, Ereğli ve Adana gibi kentlerde kayda geçti. Yüzlerce direnişin ardından 25 Eylül 1908‘de İttihat ve Terakki Hükümeti, sendika ve grev yasağı koydu.
Türkiye topraklarındaki ilk 1 Mayıs buluşması ise, 1905 yılında İzmir’de gerçekleşti. İstanbul’daki ilk 1 Mayıs’ın tarihi ise 1910 oldu. Daha sonra araya savaşın girmesiyle durağanlaşan işçi direnişleri ve 1 Mayıs kutlamaları, 1920‘de yeniden başladı. 1923 1 Mayıs’ında ise birçok yerli ve yabancı işletmede işçiler greve çıktı. Talepler, yabancı şirketlere el konulması, 1 Mayıs’ın resmen tanınması, 8 saat iş günü, haftasonu tatili, sendika hakkı ve grev hakkı idi. Bu eylemden sonra birçok işçi tutuklandı.
1925 yılından itibaren işçilerin 1 Mayıs kutlamasına Şeyh Sait İsyanı dolayısıyla çıkarılan Takrir-i Sükun Kanunu uyarınca izin verilmedi fakat gizli olarak kutlamalar devam etti. Bu tarihten sonra 1 Mayıs, yasaklarla anıldı; 1 Mayıs yasağı, on yıllar boyunca kaldırılmadı.
1935 yılında çıkarılan “Ulusal Bayram ve Genel Tatiller Hakkında Kanun“ ile 1 Mayıs, “Bahar ve Çiçek Bayramı“ adıyla tatil ilan edildi. (Bu tatilin diğerlerinden önemli bir farkı vardı: Ücretsiz izin günüydü!) İşçilerin yükselen direnişiyle başa çıkamayacağını anlayan Kemalist iktidar, dünyadaki sınıfdaşlarının yöntemini izliyor, 1 Mayıs’ı kapsayarak yok etmeye girişiyordu.
5. Taksim Meydanı neden önemli?
1960’lı ve 70’li yıllar, ülkemizin tarihine emekçi hareketin ve sosyalist mücadelenin doruk yılları olarak yazılmıştır. 1 Mayıs açısından da bu yıllar, dönüm noktası olarak tanımlanabilecek gelişmelerle doludur. Türkiye’de 1 Mayıs’ı “önemsizleştirme” çabasıyla yapılanlar ise diğer ülkelerdekinden de enteresandır. Mesela 1960 yılında devlet, işçilere bir öneride bulunuyordu: Her yıl 1 Mayıs yerine Grev ve Lokavt Kanunu’nun kabul tarihi olan 24 Temmuz’da alanlara çıkın. Böylece işçilerin her yıl alana çıkıp devlete duacı olacağı sanılıyordu. Tabii işçi sınıfı ve öncü örgütleri yüz vermedi; 1 Mayıs, yasağa rağmen eylem ve etkinliklerle karşılanmaya devam edildi.
1975 yılında 1 Mayıs, büyüyen işçi örgütlenmelerinin basıncıyla ilk defa yasal olarak kutlanabilmeye başlandı. İstanbul Tepebaşı’ndaki bir düğün salonunda, Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) öncülüğünde bir kutlama etkinliği gerçekleştirildi. Yüzlerce işyerinden gelen işçilerin katılımıyla yapılan etkinlik, bir düğün salonunda olması ve katılımın çok yoğun olmaması dolayısıyla mütevaziydi belki; ama elli yıllık yasağın ortadan kalkması açısından dönüm noktası oldu.
1976‘da büyüyen DİSK öncülüğünde işçilerin 1 Mayıs coşkusu, salonlara hapsedilemez oldu. Ülkenin ilk büyük 1 Mayıs’ı, Taksim Meydanı’nda gerçekleştirildi. Mitinge ülkenin dört bir yanından otobüslerle on binlerce işçi, emekçi katıldı. Bu mitingin en önemli yanı şuydu: Yüz yıl önce ABD’de siyahlara yasaklı Ulusal Park’ın siyah ve beyaz işçiler tarafından işgal edilmesinin benzeri yaşanıyordu. Devletin Kürt inkarına rağmen Diyarbakır’dan Van’a rağmen Kürt illerinin birçoğundan da İstanbul’a otobüslerle işçiler ilk defa akın etmişti.
1977… Türkiye işçi sınıfının, emekçilerinin 1 Mayıs tarihi açısından dönüm noktası… Serbest kalmasının daha iki yıl ardından 1 Mayıs, yüz binlerce işçiye ev sahipliği yapmaya başlamıştı. DİSK yöneticilerine göre Taksim’deki 1 Mayıs etkinliğine 500 bin kişi katıldı. DİSK Genel Başkanı Kemal Türkler, yoğunluktan dolayı konuşmasına ancak akşama doğru 4 sıralarında başlayabilmişti ki, bugünkü The Marmara (o günkü Intercontinental) Oteli’nden yüz binlerin üzerine silahla ateş açıldı. 36 işçi hayatını kaybetti. Failleri halen meçhul olan bu katliamın ertesinde Taksim Meydanı, işçi sınıfının “1 Mayıs Alanı” olarak hafızalara kazındı. Zira o meydan, katledilen işçilerin kanıyla sulanmıştı.
Taksim Meydanı’ndaki katliamın bir amacının işçileri mücadeleden “korkuyla” soğutmak, 1 Mayıs’ı kriminalize etmek olduğu yaygın görüştü; ancak tüm bu korku atmosferine rağmen 1978 1 Mayıs’ı da yüz binlerin katılımına şahit oldu. 1979’da ise Sıkıyönetim Komutanlığı, 1 Mayıs’a izin vermedi. Yasağı dinlemeyerek sokaklara çıkan yüzlerce kişi gözaltına alındı. Bunlar arasında Türkiye İşçi Partisi Genel Başkanı Behice Boran da vardı. İstanbul Avrupa yakasında TİP, Anadolu yakasında ise Kurtuluş grubu sokağa çıkarak yasağı deldi.
6. 12 Eylül sonrası yasak yılları
1980 yılının 12 Eylül günü askeri cuntanın yönetime el koymasıyla -başka türlü olacak değildi ya!- 1 Mayıs’lar yasaklandı; hatta resmi tatil bile kaldırıldı. 12 Eylül ve sonrasının zapturaptına yaygın ve etkili direniş gösteremeyen işçi örgütleri, uzun süre sokaklardan çekildi. Bundan sonraki ilk 1 Mayıs’a, 1987 yılında rastlanıyor. Bu yılda 1 Mayıs, İstanbul’da salon etkinliğiyle karşılandı. 1 Mayıs’ı tekrar alanlara taşıma girişimi ise, 1988 yılında gerçekleşti. Taksim’e çıkmak isteyen sendikalar, polis şiddetiyle karşılandı; 88 işçi gözaltına alındı, bir kısmı tutuklandı.
1989 yılında ise Taksim yasaklanmakla kalmadı; bazı sendikaların izin aldığı İstanbul’daki kutlamalar da yasaklandı. Taksim Meydanı’na yürümek isteyen devrimciler arasından 17 yaşındaki genç bir işçi, Mehmet Akif Dalcı polis kurşunuyla yaşamını yitirdi.
1990‘da 1 Mayıs, ülkenin değişik yerlerinde yüz binlerce işçi tarafından kutlandı. Sendikalar ve örgütlerin çoğu, Taksim ısrarından vazgeçmişti. Taksim’e yürümek isteyen devrimciler ise yine polis şiddetiyle karşılandı; polisin açtığı ateşle genç bir hemşire, Gülay Beceren felç oldu.
1993‘te 1 Mayıs, yeniden meydanlarda yasal olarak kutlanmaya başlandı. Türk-İş İstanbul’daki Abide-i Hürriyet Meydanı’nda, DİSK Pendik Meydanı’nda 1 Mayıs’ı karşıladı.
1994 ve 1995‘te 1 Mayıs, sendikaların ortaklaştığı Demokrasi Platformu tarafından, İstanbul, İzmir, Mersin, Adana ve Ankara’da düzenlendi.
1996 yılında 1 Mayıs, Kadıköy Meydanı’nda düzenlenen ortak mitingle karşılandı. Sendikaların öncülük ettiği 150 bin kişilik yürüyüş ardından arama noktasında çıkan arbedede üç işçi, polis tarafından katledildi. Bu provokasyon ardından Kadıköy Meydanı da yasak meydanlar arasına girdi.
1996’dan sonra yasal 1 Mayıslar, uzun süre işçi sınıfının birlik, mücadele ve dayanışma gününe yaraşır bir içerikten ve direnişten yoksun kaldı. Türkiye’nin dört bir yanında düzenlenen kutlamalarda “sarı sendikacılık“ büyük bir hacim kaplıyordu. Kürsüdeki konuşmalardan pankartlara kadar bütün detaylarda göze çarpan “yasallaşma“, devletin emekçilerin direnişini yozlaştırarak etkisizleştirme saldırılarına da maruz kaldı. Resmi tören gibi İstiklal Marşı’yla açılan, Kürtçe‘nin zerresine tahammül edilmeyen, patronların egemenliğindeki devletin kırımlarına zinhar dokunmayan, “Aman kimseyi sinirlendirmeyelim“ kaygısı hâkim 1 Mayıs’lar, özellikle taşrada yıllar boyu sürüp gitti, sürüp gidiyor.
2007 yılında DİSK, TMMOB, KESK ve Tabipler Odası, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlama kararı aldı. Bundan sonraki gelişmeler, hepimizin gözü önünde, bugünde oldu. O yüzden bu listeye dâhil değiller.
7. 1 Mayıs Marşı
Günlerin bugün getirdiği baskı, zulüm ve kandır
Ancak bu böyle gitmez, sömürü devam etmez
Yepyeni bir hayat gelir, bizde ve her yerde
1 Mayıs, 1 Mayıs işçinin, emekçinin bayramı
Devrimin şanlı yolunda ilerleyen halkların bayramı
Hepimizin mutlaka aşina olduğu bu sözlerle başlayan meşhur 1 Mayıs Marşı, Türkiyeli bir sanatçıya, Sarper Özsan‘a ait. Marş, Ankara Sanat Tiyatrosu’nun 1974’te sahneye koyduğu Maksim Gorki’nin Ana romanından Bertolt Brecht’in uyarladığı tiyatro oyunu için bestelendi. Oyundaki Rusya’nın “Kanlı Pazar”ı 1 Mayıs 1905 sahnesi için Brecht, “İşçiler marş söyleyerek sahneye girer” notu düşmüştür. Bu “ihtiyaç”, Özsan’ın 1 Mayıs Marşı’nı bestelemesine neden oldu.
Marş, 1977 yılı 1 Mayıs’ında Ruhi Su Dostlar Korosu tarafından söylenmesi ardından 1 Mayıs’ların klasiğine dönüştü.
8. 1 Mayıs alanları bizi bekliyor
1 Mayıs alanları, hem bu şanlı mücadele tarihin birikimini ileriye taşımak hem de memleketin, dünyanın bugününü ve yarınını “kurtarmak“ için bizi bekliyor. Halklara düşmanlığın, iktidar zulmünün, emeğe saldırının en pespaye halini yaşadığımız bugünde, daha da fazla… Tüm dünyadan, farklı halklardan, renklerden milyonlarca insanı benzer duygularla, insanca taleplerle buluşturan en büyük günde, söyleyecek çok söz, değiştirilmesi için mücadele edilecek çok yanlış var. Peter Maiwald‘ın şiirinde söylendiği gibi:
Güzel günler gelmez bize, diyor işçi B,
Biz güzel günlere yürümedikçe!