Carl Panzram, dövmeli, gri gözlü, 1.80 boyunda, deyim yerindeyse dev gibi bir adam. 1920’lerde deniz tüccarı olmak üzere bir gemide kaçak olarak Angola’ya doğru yola çıkan Panzram, Lobito Koy’una varınca, timsah avı için yerel rehberlerden oluşan 6 kişilik bir grup toplar. Fakat Panzram’ın aklındaki av başkadır. Kano nehir boyunca ilerlerken, Panzram grup üyelerini teker teker vurur ve cesetlerini aç timsahlara yedirir.
Bu, Panzram’ın hayatı boyunca işlediğini itiraf ettiği 21 cinayet ve 1000’i aşkın tecavüz suçundan sadece biri. Ted Bundy veya Rodney Alcala gibi gösterişli ve sinsi seri katillerin tersine, Panzram her zaman acımasızca dürüstlüğünü korumuş. Hapisteki hücresinden yazdığı otobiyografisinde, yaptığı hiçbir şey için en ufak pişmanlığı olmadığını söyler: “Kendim dahil bütün insan ırkından nefret ediyorum.”
Peki, Panzram gerçekten bu kadar kötü olabilir miydi? Kendisiyle ilgili araştırmalar yapan uzmanlara göre evet; kötülüğün kökleri Panzram’ın çocukluğuna kadar gidiyor. 1891 yılında Minnesota’da fakir bir aileye doğan Panzram, 8 yaşına geldiğinde babası ailesini terk eder. Kısa zaman sonra bir dizi hırsızlık nedeniyle Red Wing Islahevi‘ne yerleştirilen Panzram, ıslahevinin dayak ve tecavüz gibi sadist cezalandırma yöntemleriyle kendi aydınlanmasını yaşar: “Bu dünya bir bok çukuru, ben de onu mahvedeceğim.”
Mezun olduktan sonra yıllarca nakliye trenlerinde yaşar. Bir yük vagonuyla yolculuk ettiği sırada, göçmenlerden oluşan bir grup tarafından tecavüze uğradığı olayla ilgili, onu daha mutsuz, daha hasta ama daha akıllı bir çocuk haline getirdiğini yazmıştır. Panzram 1915 yılında Columbia Nehri boyunca California ve başka eyaletlerde binaları soyar, yakıp yıkar ve sayısız erkek ve çocuğa tecavüz eder. Çok zaman geçmeden Panzram, hırsızlıktan yedi sene hapis cezasına çarptırılır. Gardiyanlar tarafından saatlerce tavandan sallandırılır, hamamböceklerinden başka yiyecek bir şey bulunmayan hücrelerde haftalarca hapis tutulur.
1918’de hapishaneden kaçışından sonra, Panzram ilk cinayetini işler. New York’ta çalıntı bir yatta çalışması için tuttuğu denizcileri, alkol içirip vurur. Bundan kısa zaman sonra, Angola’ya doğru yola çıkar. Timsah avından hemen önce genç bir erkek çocuğuna tecavüz edip öldürür. Bir sene sonra, bir gemiye saklanarak Lizbon’a gider, fakat orda polisin kendisini aramakta olduğunu görür ve yine bir gemiyle Amerika’ya kaçar.
1928 yılında, Panzram bir dizi hırsızlıktan tutuklanır ve Washington’da hapse girer. Kaçmaya çalıştığını fark eden bir gardiyan tarafından kelepçelenip bayılana kadar dayak yer. 26 yaşındaki hapishane görevlisi Henry Lesser, Panzram’ın durumuna üzülür, ona yemek ve sigara alması için 1 dolar verir. 2012 yapımı Carl Panzram: The Spirit of Hatred and Vengeance adlı belgeselin yönetmeni John Borowski şöyle diyor: “Hayatı boyunca kimse ona iyi davranmamış.” Bu olay sonrasında, ikisi arkadaş olurlar. Lesser her gün bir kalem ve birkaç sayfa kâğıt verir Panzram’a hayat hikâyesini yazması için.
25 yıllık hapis cezası aldığı Leavenworth Hapishanesi’de çamaşırhane sorumlusu Robert Warnke’yi kafatasını demir bir çubukla kırarak öldürmesinin üzerine idam cezasına çarptırılır. İnsan hakları gruplarının idam cezasından kurtarma çabalarını reddeder. Yıllar boyu süren istismar sonrasında, Borowski, “Bu onun intihar şekliydi” demiştir. Panzram, istediği ölüme 1930 Eylül’ünde kavuşur. Kendisini infaz edecek kişiye “Çabuk ol! Senin oyalandığın zamanda ben 10 adam öldürürdüm!” der Panzram.
Lesser, Panzram’ın yazdıklarını saklar, fakat yazının rahatsız edici içeriği 1970’e kadar yayımcılar tarafından basıma uygun bulunmaz. Kitap 1970’te Killer: A Journal Of Murder adıyla çıktığında, kitabın kapak tasarımını yapan Joe Coleman, Panzram’ın zekası ve yapabildikleri karşısında yıldırım çarpmışa döndüğünü söyler.
Kriminologlara, Panzram gibi katileri daha iyi anlamaları adına yardımcı olması dışında, Borowski’ye göre Panzram’ın otobiyografisi, hapishanelerde hâlâ güncelliğini koruyan suistimal olaylarına dair de bir tür ders niteliği taşıyor. “Gelecek nesillere, kendisi gibi daha fazla canavarlar yaratmamalarını öğretmeye çalışıyor” diyor Borowski. “Kimse değilse, o dinlenmeli…”
Kaynak: Ozy