Realite; her insanın, kendi hisleriyle (duyuları ve diğer yetenekleri) ilişki kurduğu ve dolayısıyla kendisince inanılan “mevcudiyet”tir. Buradan da anlaşılıyor ki, dünyadaki insan kadar realite var. Daha ayrıntılı bir deyişle, realiteler; yüzeysel zamanda tam manasıyla ulaşmaları mümkün olunmayan ve insanların “hakikat” sandıkları, içinde yaşadıkları, “hakikatin görecelikleridir.
Realitelerimize bakalım, insanlığın gelişimdeki realiteleri konuşmaya çalışalım.
Reliteler, bizim etrafımızla olan ilişkimizi açıklar. Etraf dediğimiz neresi? İlişki derken neyi kastediyoruz? İlk olarak yargılarımızı kastediyoruz. Biz genelde yargılarız, onaylarız mesela “para iyidir“ değil mi? Para kötü de olabilir iyi de. Olumlu ya da olumsuz yargılar bizim çevremizle olan ilişkimize örnek verilebilir. Kendinizi bir küre olarak düşünün ve bu kürenin de baş seviyesinde açılır kapanır dışarıyı “görmeye“ yarayan penceresi olsun. Kürenin önüne bir şey geldiğinde, o pencereyi açıp “yargı“ üretmeye başlayıp, kanaat getirip, değerlendirip daha sonra kapatıyoruz genelde. Etrafımızda gördüğümüz, kürenin içindeki pencereyi açtığımız şeyler bizim realitemiz olabilir.
Büyük bir fuar alanı düşünün, aynı yerde arabalar, çiçekler, mankenler, müzik aletleri olsun. Hepimiz bir yere çekileceğiz ve penceremizi o alanlara açacağız. Etrafın neresi olduğunu anladık sanırım. Varlığın dikkatinin olduğu yer, yani onunu o an’daki mekanı. Şimdi daha önemlisi ilişkilere geçelim çünkü ilişkiler bizim göreceli seviyemizi anlamamıza yardım ediyor. Amistad filmini izlemişsinizdir, 1839 yılında yaşanmış olan siyahi köleleri taşıyan aynı adlı gemide kölelerin çıkardığı isyan sonrası yaşananlar anlatılıyor filmde. Vicdanların burulduğu ve tepki vermeye başladığımız yer de tam burada. Filmin bir bölümünde siyahi köleler fena halde kırbaçlanıyor. Schindler’in listesi de böyle bir film. Daha 100 yıl önce bile penceremizi açtığımız ve yargı üretip kapadığımız şey neydi? Köle kırbaçlanıyor, tamam. Pencereyi kapa, çünkü bu “ilişki“ o zaman için normaldi.
Olayı inceleyelim. Kürenin içindeyiz, bir yerden küreye ses geliyor, bakmak için dönüyoruz, pencereyi açıyoruz, gördüğümüz şey zaten o aralar normalleşmiş ve olan bir şey, yargı üretiyoruz, bir şey yapmıştır, köle zaten, efendisi ne isterse o olur, gibi gibi, daha sonra pencereyi kapıyoruz. Peki, ne oldu? Olan şey bizim yaşanılan bir şeyi değerlendirmemiz. Vicdan kanalları ile değerlendirme yaparken, vicdanımızın seviyesini de görmüş oluyoruz değil mi? Şimdi birisi kırbaçlansa biz onun sesini duysak, penceremizi açsak böyle mi tepki veririz?
100 yıl içinde gelişen şey bizim vicdanımız. Vicdanımız, bizim realitemizi de yaratan çok önemli bir kanal. Direk yukarıyla, kendi planınla ahengli olduğun bir kanal. Realiteler atlanılan, geliştirilen bir şey. Merdivenin basamakları gibi. Vicdan geliştikçe artık, daha da incelmeye daha da hassas dengelere doğru geliyorsunuz. Bunlara birçok örnek verilebilir, insanlık olarak zaten bir şuur deneyimi yaşıyoruz ve gelişiyoruz.
Geçtiğimiz/Bıraktığımız realiteler bizi sıkıştırabilir. Vicdani olarak ilerlememiz mümkün olduğu kadar gerilememiz de mümkündür. İlerlemekte zorladığınızda bir alt kutup daha tatlı ve daha haz dolu gelebilir. Al benisi de artar bir önceki realitenin. Vicdani olarak normalleştirdiğimiz şeyler bir süre sonra bizi rahatsız eder ve onu da bırakırız. Yalan söylemekte zorlanırız, manipüle edemeyiz, kendimizi öne süremeyiz gibi. Bunlar vidanın gelişmesiyle gelişen realitelerimiz.
Vicdanımıza bakalım. O şu anda gömülü. Kalplerimizdeki mühürü kaldıralım, bunun için niyet edelim. Herkesin birbirine bağlı olduğu tek bir realitede yaşıyoruz.
Realite konusunda daha fazla bilgi için burayı okuyabilirsiniz.