Ankara, bir film festivalini daha geride bıraktı. Her zaman ailevi bir bağım olduğunu hissettiren Ankara Uluslararası Film Festivali’ne olan sevgimi, geçen yılki festival değerlendirme yazımda anlatmıştım. 29. yılında festivalin programı yine dopdoluydu. Cannes’dan Berlin’den filmler, kült olmuş yapımlar, ilgi çeken Aktarmasız Avustralya bölümünde yepyeni bakış açıları umut vaad eden renkler ve ulusal yarışmada yer alan; daha önce severek izlediğimiz ve yepyeni olarak karşımıza çıkacak olan filmler…
Konusuyla dikkat çeken “Renksiz Rüya” nın En İyi Film kategorisi dahil toplamda 6 ödül alması çok şaşırtıcı ama güzel bir gelişme oldu. Tuğçe Altuğ’un “Kelebekler” filmindeki performansının görmezden gelinmeyip En İyi Kadın Oyuncu ödülüyle taçlandırılması, “Güvercin” deki rolüyle Kemal Burak Alper in En İyi Erkek Oyuncu ödülüne değer kılınması gibi çok güzel detaylar var. Aslında benim sıralamama göre Sofra Sırları, ulusal yarışma filmleri arasında liste başıydı, o yüzden bir ödül almasını çok isterdim. Kısa ve belgesel kategorisindeki değerli isimleri tebrik ederken, birçoğunun yeni film olması da dikkatimden kaçmadı. Umarı ilerleyen festivallerde yakalama şansı buluruz…
Festival hakkında neler dediler?
Ulusal Kısa Film Yarışması jürisinde yer alan başarılı oyuncu Özgür Emre YıldırıM: “İİk jürilik deneyimimi Ankara Film Festivali’nde geçirdim. Benim için farklı bir motivasyon oldu. Kısa film yarışmasında 13 film izledik. Aralarından 4 tanesi çok heyecanlandırdı. İçlerinden hep özgün, yenilikçi ve tutarlı işleri seçmeye çalıştım. Bu festivale de ilk defa geldim ve şahane güler geçirdim.”
Festival konuklarından başarılı oyuncu Alper Saldıran: “Festivalleri çok seviyorum, çünkü bir çok farklı filmi bir araya getirip, bir sinema paketi sunuyor izleyiciye. Ayrıca sektörden uzun zamandır görmediğiniz arkadaşlarınız görme şansınız oluyor. Yeni yönetmenler tanıyıp, yeni tarzları tatmak da ayrı muhteşem. Festivallerde nefes almak, güncellenmek ve iyi insanlarla bir araya gelmek, keyif verici. Bu yıl Ankara Film Festivali’nde bu şansları yakalayabildiğim için, çok mutluyum.”
“Çirkin Kral’ın Efsanesi” filmi festivalde gösterilen yönetmen Hüseyin Tabak: “Ankara Film Festivali’ni çok seviyorum, çünkü çok samimi bir ortamı var. 2012’de önceki filmim Güzelliğin On Par’etmez’ ile buraya gelmiştik ve o zaman da çok keyifliydi. Burada olmayı çok seviyorum, her zaman güler yüzlü bir ekibi var. Salonların dolu olması, halkın festivale ilgi göstermesi de çok güzel bir şey.”
“Tuzdan Kaide” filminin yönetmeni Burak Çevik: “2010 senesinde, benim ilk kısa filmim de Ankara Film Festivali’nde yarışmıştı. O dönem de ilk kısa filmimle burada olmak hakikaten çok heyecanlı bir süreçti. İlk uzun metrajlı filmimle de burada yarışmak, ayrı bir heyecan verdi bana. Söyleşimiz de gayet keyifli geçti.”
“Tuzdan Kaide” filminin başrol oyuncusu Zinnure Türe: “Ben de Ankara’lıyım. Lise dönemimde burada yaşıyordum ve festivalleri takip ediyordum. Rol aldığım ilk uzun metrajlı filmimle burada olmak, ayrı bir mutluluk benim için.”
“Güvercin” filminin yönetmeni Banu Sıvacı: “Gösterim günümüz itibariyle festivale dahil olsak da, çok köklü ve güzel bir festival olduğunu düşünüyorum. Gösterimimizde salon tıklım tıklımdı. Festival izleyicisi de çok güzel sorular sordu. Bu faktörler, bir yönetmen ve film ekibi için en önemlisi.”
İzlenilen filmler
Uluslararası Seçki
GABRIEL VE DAĞ / 2017 / Yön. Fellipe BARBOSA
2017 Cannes’da adını duyuran Gabriel ve Dağ, gerçek bir hikâyeden yola çıkıyor. Dünya keşfine çıkan bir dağ zirvesi tutkunu olan Gabriel Buchmann’ın keşif dolu bir yılını ve onu bekleyen faciayı konu alan film, anlatması gerekenleri sinemaya uyarlamada doğru yol kullanıyor.
Gerçek hikayeleri uyarlamak her zaman zordur ve en doğru anlatım olduğunu da söyleyebilecekler, hikâyenin sahipleri olur. Filmin senaryosunun akıcı olduğunu söyleyebilmek mümkün, ama filmin uzun sekanslarının olması, süre konusunda izleyeni sıkmıyor değil. Dağ zirvesi çekimlerinin ise etkileyici olduğunu söyleyebiliriz. Gabriel’i canlandıran João Pedro Zappa’nın performansı son derece başarılı ilerliyor ve izleyeni hikâyeye daha da bağlıyor.
STYX / 2018 / Yön. Wolfgang FISCHER
Kino Alman seçkisi filmlerinden olan STYX, bu yılki Berlinale’de izleyici karşısına çıktı ve Ekümenik Jüri’den En İyi Film ödülünü kaptı. Filmde, başarılı bir doktor olan Rike’nin yıllık iznini alıp, yelkenlisi ile Ascension Adası’na doğru yol sırasında mülteci dramasına rastlamasını izliyoruz.
Film, izleyiciyi daha giriş sahnesindeki uzun planlarla; bir yandan aldatıyor, bir yandan da merak ettiriyor. Filmde sanki bambaşka parçalar bir araya gelip birleşiyor hissi alıyorsunuz, deniz sahneleri dışında tabi. Filmin giriş sahnesinde fonların fotoğraf olması, kötü bir imaj veriyordu. Girişte ayrıca maymun kullanımının birkaç kez olması enteresanlık katarken, bir süre sonra bende anlamsızlık oluşturdu. Kaza sahnesinin tepeden çekimi, o kaos ortamının gerginliği ve tüm bunlardan sonra gelişme bölümünde denizin durgunluğuna girmek hakikaten rahatlatıcıydı.
Filmde replik gerçekten çok az ve bu filmin dokusuna da uygun duruyor. Durgun havadan sonra fırtınalı yağmur ve hemen akabinde mülteci hikayesinin verdiği gerginlik, filmin dizaynını bambaşka bir noktaya sürüklüyor. Finalde ise filmi izleyiciye büyük bir şok yaşatırken hem vicdan hem de araf durumunu düşündürüyor.
TRANSIT / 2018 / Yön. Christian PETZOLD
2014 yapımı Yüzündeki Sır/Phoenix filmine de hayran olduğum Christian Petzold’un yeni filmi “Transit” için ayrı bir heyecanım vardı. Berlinale’de prömiyer yapan film, Nüremberg’de En İyi Film ödülünü aldı. Kino Alman seçkisi kapsamında yer alan Transit, Almaz askerlerinden kaçıp Marseilles’e kaçmayı hedefleyen Georg’un hikayesini izliyoruz. Weidel adlı önem bir yazarın kimliğine bürünen Georg’u, aslında karmakarışık maceralar bekliyor. Film aslında anlaşılması zor bir girişle, izleyenlere zorlu başlangıç yaptırıyor. Fakat dahiyane senaryosuyla, ilerleyen anlarda izleyeni alıp götürüyor.
Georg’u izlerken, izleyici olarak her birimiz Georg oluyoruz ve onun hislerine karışıyoruz. Oyununu her zaman sevdiğim Franz Rogowski, burada da Georg karakterini büyüleyici bir performansla canlandırıyor. Film finalde doğru izleyene bir yıkım yaşatsa da, filmdeki her bir an, anlatım ve görsel biçim ışıldıyor.
GÜZEL ÜLKE / 2017 / Yön. Warwick THORNTON
2017 Venedik, Asya Pasifik, Sundance ve Toronto gibi festivallerde gösterilip ödüllerle dönen “Güzel Ülke”, festival seçkisinde merakla beklediğim yapımlar arasındaydı. Yeni dönemde çekilen western sineması az olsa da, her biri başarılı yolda götürüyor.
1920’li yıllarda geçen film, aslında günümüzde bile hala gerçekleşen suçlar konusuna güçlü bir atıfta bulunuyor. Vicdan, adalet, ırkçılık, nefsi müdafaa… Günümüzde bile bakıldığında, bu sorunlarla ilgili kargaşa yaşanabiliyor. Yaşlı Aborjin bir çiftçinin nefsi müdafaa için beyaz bir adamı vurup kaçmasıyla şekillenen hikâye, temeli sağlam bir senaryo ile yola çıkıyor. Irkçılığa bakışın sorgulandığı film, siyahilerin hakkının olmadığını düşünen insanlara iyi bir ders verir niteliğinde.
Adalet meselesi ise filmde çok başarılı işleniyor. Dava sahneleri gerçekçi çekilmiş ve özenle hazırlanmış durumda. Finalde geriye kalan umut olarak başlayan bir acı olsa da, filmin ana meselesine bakışı çağdaş ve kaliteli.
Ulusal Seçki-Yarışma
YAPABİLİRSİN / Yön. Tuluhan TEKELİOĞLU
Eski gazeteci Tuluhan Tekelioğlu’nun yönetmenliği yaptığı “Yapabilirsin” belgeseli; girişimcilik, dünyayı kurtarmak ve yenilikler yaratmak adına elini taşın altına koyan kadınların dünyasına, farklı hikayelerle benzersiz bir bakış açısıyla bakıyor.
Belgeseli türevlerinden farklı kılan şey ise, aynı konu üzerinden devam edip dönüp dolanmaması. İlk olarak Kadın Cinayeleri üzerine çalışmalar yapan birinin hikayesine giren film, acaba sürekli, bu konuda mı konuşacak dedirtiyor. Ama ilerleyen vakitlerde spor, havacılık, girişimcilik gibi konularda da başarılı olum kişilerin enteresan hikayelerini de anlatıyor.
Müzik öğretmeninin, maddi imkansızlıklardan dolayı öğrencilerine çalgı bulamayıp bardakla büyük bir orkestra oluşturması hikayesi en çok ilgimi çeken hikaye oldu. Korkmadan, cesaretle her şeyi başarmak önemli. Ellere sağlık…
HALEF / Yön. Murat DÜZGÜNOĞLU
Ulusal yarışma filmlerinden Halef; hasat için aile evine gelen Mahir’in, abisinin reenkarnasyonu olduğunu iddia eden Halef ile tanışması ile geçmişle ilgili her şeyi bilmesiyle ortaya çıkan bir gizem yolculuğunu anlatıyor.
Film, başarısız hayatı olan bir karakter ve kin dolu hasta bir karakter arasındaki geçmiş olayları sorguluyor. Aslında geçmişleri olan iki karakter arasındaki gizem planlamasına başarılı başlangıç yapılsa da, finale bunu taşımakta zorlanıyor. Açılış sekansının anlatımı, metaforik ve filmi anlamak içi güzel hava verse de, ilerleyen sahnelerde ışık yetersizliğinden problemler yok değil. Portakal’ın bu filme olan bağını anlayabilmek hakikaten güç, çünkü bir ilişki uyumsuzluğu hissediyorsunuz izlerken. Final sahnesi ise gerçek bir hayal kırıklığı
Buna rağmen; Baran Şükrü Babacan, Muhammet Uzuner ve Kübra Kip’in oyunculuk performansları ise filmin başarılı yanları diyebiliriz. Senaryodaki karakter planlamaları da iyi yazılmış.
TUZDAN KAİDE / Yön. Burak ÇEVİK
Burak Çevik’in ilk uzun metrajlı filmi “Tuzdan Kaide”, izleyenleri ütopik ve benzersiz bir yola çıkarıyor. 30’lu yaşlarda ölümsüz, genç bir kadının hamile olduğunu öğrenmesi sonrası, ölmek üzere olan ikiz kız kardeşini aramasını konu alan film; mekânsız ve ifadesizlik içerisinde izleyeni boğmaktaktansa; temsili arayışlara giriyor ve bu çok önemli.
Zaman kavramının genele yayılmadığı film, bir hayat ve çare arayışını da içinde barındırıyor. Film 70 dakika olsa da, tarzına göre biraz fazla uzun. Hissettirmiyor değil, çünkü filmin her bir sahnesi dopdolu. Yarısı çekim olan filmin bir diğer yarısı ise çizim ve hikaye dolu. Özellikle final sahnesindeki hikaye ve çizime hayran kalabilirsiniz.
Başrol oyuncusu Zinnure Töre, nötr ve ifadesiz kadını büyük bir soğuklukla başarılı canlandırıyor. Ayrıca Esme Madra ve Nihal Koldaş’ın sahneleri de muhteşem. Finalde Nazan Kesal ve Nalan Kuruçim’in yer aldığı araba sekansı ise ışık açısından karanlıkta kalsa da, diyaloglar açısından şahane yazılmış ve yaratılmış bir sahne.
YOL KENARI / Yön. Tayfun PİRSELİMOĞLU
Rıza, Saç, Hiçbiryerde ve Ben O Değilim gibi başarılı filmlere imza atmış yönetmen Tayfun Pirselimoğlu’nun merakla beklenen filmi Yol Kenarı, İstanbul ve Ankara Film Festivalleri’nde gösterildi. Kasaba Açıklanamayan ölümler ve gizemli doğa olaylarının etkisi altında olan bir kasabada geçen hikayede halk, kahvede çalışan genç bir adamın sırtında gördükleri lekeye bunu bağlarlar.
Film, kıyıda köşede kalmış insanlara ve yanımızdan geçen bir şehrin içine; alegorik ve absürt açıdan giriş yapıyor. Filmdeki karakterler, gerçekte karşılaşılması zor karakterler olduğu için, ilk başka filmle bağ kurmak zor oluyor. Ama günümüzde bile konuşulan kıyamete yaklaşma meselesi, filmin alt konularından bir tanesi ve güçlü anlatımla göz önünde. Ölümden sonra hayata da bir bakış atan filmin genel senaryo çok havada kalıyor. Film sahne sahne çok daha iyi incelenebilir durumda. Süresi ise fazla uzun hissettirmiyor değil. Oyunculardan özellikle Tansu Biçer ve Taner Birsel’in performansları muazzam…
BEKÇİ / Yön. Durmuş AKBULUT
Durmuş Akbulut’un filmi “Bekçi” ise, kaybettiğimiz oyuncu Turan Özdemir’in son filmlerinden bir tanesi olarak karşımıza çıkıyor. Kasabanın mezarlığında bekçilik yapan Salih’i konu alan filmde, Salih’in tek başına yaşantısı ve işinden dolayı paranoyalarını izliyoruz.
Gerilim öğelerinin bolca yer aldığı filmde, gerçek mezarlık kullanılması başarılı duruyor. Filmin ses tasarımı da başarılı ve hayvan sesleri gerçekçi duruyor. Senaryosunda Çehov’dan etkilerin de olduğu filmin finali, görsel açıdan fena durmasa da hikaye açısından çok olmamış bir şekilde sonuçlanıyor. Filmde Giovanni Papini’den fantastik hikayeler, Heinrich Füssli’nin “Kabus” tablosu gibi etkilenmeler de yer alıyor ve bunlar oldukça başarılı olmuş, ama senaryodaki olay gelişiminde bir hızlılık, bir sıradanlık var gibi. Senaryoda yer alan olayların doluluğu, belki de filmin doğasının düşmesine neden oluyor.
RENKSİZ RÜYA / Yön. Mehmet Ali KONAR
Festivalde “En İyi Film” kategorisi dahil toplamda 6 ödül alan Renksiz Rüya ise, Mehmet Ali Konar’ın ilk uzun metrajlı filmi. Film, hayatında hiçbir şey yolunda gitmeyen küçük çocuk Mirza’yı merkezine alıyor. Bunalımda olan ve gördüğü kötü rüyaların etkisinde olan Mirza’nın hayatı, ağabeyinin arkadaşı Mir Ahmed’in evlerine bir süreliğine misafir olarak gelmesiyle bambaşka bir hal alır.
Film, bazı filmleri senaryo ve görüntü yönetiminin kurtardığına önemli bir vurgu aslında. Senaryonun en akıllıca bulduğum ve en sevdiğim yanı, hikâyenin gergin bir politik ortamda geçmesi ve bunu ondan sıyrılarak; çatışma, kan vs olmadan hissettirerek anlatmasıydı. Kartal oynama sahnesinin, filme enteresan bir dil kattığını söylemeden geçmemek lazım. Buraya devreye kültür de girse de, sinemaya farklı bir şey kattığını söyleyebiliriz. Ayrıca Mirza’nın görmüş olduğu kötü rüyalarla, iyi olmayan güçlere vurgu da başarılı anlatılmış.
GÜVERCİN / Yön. Banu SIVACI
Berlinale’den bu yana merakla beklediğim filmlerden bir tanesi olan, Banu Sıvacı’nın ilk uzun metrajlı filmi “Güvercin” idi. Kendi halinde bir yaşantısı olan Yusuf’un hayatına odaklandığımız filmde, Yusuf’un hayattaki tek tutkusu güvercinleriyle olan bağına takın oluyoruz. Maverdi adlı güvercinle ayrı bir bağ kuran Yusuf, ağabeyi tarafından gelen baskıları sonucu, hayatın gerçekleri ile yüzleşir.
Umutsuz bir hayatın içinde her zaman bir umudun yeşerebileceğini anlatan Güvercin, kuş figürünün sinemaya kattığı anlamı büyüleyici bir şekilde sunuyor. Özellikle güvercin Maverdi ve Yusuf arasındaki bağın anlatımı çok önemli. Yusuf’un hayatla kurduğu bağ da o kadar naif anlatılıyor ki…Farklı olup topluluk içine giremeyip kendi köşesine saklanan Maverdi ile, güvercinlerine duyduğu sevgi ile kesin köşesinde duran Yusuf’un özellikleri paralellik gösteriyor ve bu denklik filmin havasını katlıyor. Özgür olmak, umutsuzluk içinde umudu yaratmak her zaman hayatta, yaşamaya devam dedirtiyor. Kemal Burak Alper’in başarılı performansıyla filme bağlanırken, Ruhi Sarı da sert ağabey rolünde ona güzel bir eşlik. Görüntü yönetimini de başarılı bulduğum filmin, özellikle giriş ve kapanış sahneleri oldukça başarılıydı.
PUT ŞEYLERE / Yön. Onur ÜNLÜ
Son 2 yıldır 5 filmiyle festivallerde ve vizyonda kendine yer bulan başarılı yönetmen Onur Ünlü’nün, Ulusal Yarışma ve İstanbul Film Festivali’nde gösterdiği “Put Şeylere” yi Ankara Film Festivali’nde yakaladım. İzleyicisinin karşısına alışılmışın dışında bir dil ile çıkan Ünlü; bir grup sanatçının hayatını bilmeceler çözdürüp, bunu bir hikâye döngüsü içerisinde izletiyor.
Olayların çıkışına neden olarak bir el kamerası karşımıza çıksa da; kablo ile birbirlerine bağlı iki ev arkadaşı, ölüleri dirilten bir hemşire, bir torbacı, narsist bir yönetmen gibi birbirinden farklı karakterler de filmde karşımıza çıkan tuhaf insanlar. Filmin içerisinde tuhaf bir algoritmaya doğru ilerliyoruz ve yer yer kafalar bulanmıyor değil. Filmin temel hikayesi, yani senaryosu aslında çok kısa. Fakat bu hikâye döngüsel olarak geldiği için dahiyane yazılmış. Sadece anlar ve duyguların 4 taraftan da incelenmesi kafaları allak bullak eden cinsten.
Öykü Karayel ve Öner Erkan’ın sahneleri, filmini en beğendiğim sahneleri oldu. Karakterlerin felsefik ve tarihi sohbetleri, filmi diri tutmuyor değil. Ama filmi izlerken; hikayesel ve süresel anlamda, özellikle kanlı sahnelerde, izleyene boğulma hissi gelebiliyor. İki oyuncu da şahane performanslar sergilemiş. Ayrıca Feride Çetin’i de bu filmde görmek çok güzeldi. Gizemli kriminal polisi tavırlarını başarılı performe etmiş. Bu arada maddi hatayı ben de bulamadım, belki de buldum ama göremiyorum. Onu bulan şanslı kişi umarım bunu söyler…
#AUFF2018 Ulusal Yarışma / Başarı sıralamam:
Sofra Sırları, yönetmen: Ümit Ünal
Kelebekler, yönetmen: Tolga Karaçelik
Güvercin; yönetmen: Banu Sıvacı
Renksiz Rüya, yönetmen: Mehmet Ali Konar
Tuzdan Kaide, yönetmen: Burak Çevik
Yol Kenarı, yönetmen: Tayfun Pirselimoğlu
Put Şeylere, yönetmen: Onur Ünlü
Bekçi, yönetmen: Durmuş Akbulut
Halef, yönetmen: Murat Düzgünoğlu
Zor Bir Karar, yönetmen: Ender Özkahraman