Babam Hasan Atay Anısına
21 Nisan 1927 tarihine geldiğimizde, Diyarbakır’da hayata gözlerini açan, asıl adı Ahmet Hamdi Önal olan, bizimse daha sonra kendisini Ahmed Arif olarak tanıyacağımız şair yeryüzündedir. Ahmed Arif dedesini çok sever, mahlas olarak kullandığı Arif soyadı dedesinin adıdır. Babasının görev yaptığı coğrafyada Arapça çok yaygın ve babalara en küçük erkek çocuk ismiyle hitap edilirmiş Babasına ‘‘Ebu Ahmed’’ yani Ahmet’in babası şeklinde hitap etmelerinden, mahlas olarak kullandığı Ahmed ismi bu şekilde doğmuş olabilir. Bir kitaba sığdırdığı söyleyeceği az sözü mü vardı, yoksa söylenecek her şeyi bir kitaba mı sığdırdığının ayrımını yapmak zordur. Her zaman yaptığımız gibi bu paragrafta, şöyle böyle şu işleri yaptığı sıralamasını bekleyebilirsiniz. Lakin yapmayacağım kendisi belli gazetelerde düzeltmenlik ve teknik sekreterlik yapmıştır fakat mesleği şairdir. Daha sonra aşık, eş, baba olmuştur. Uy Havar şiirindeki kendi dizeleriyle,
‘‘Ve ben şairim.
Namus işçisiyim yani
Yürek işçisi.
Korkusuz, pazarlıksız, kül elenmemiş
Ne salkım bir bakış
Resmin çekeyim,
Ne kınsız bir rüzgar
Mısra dökeyim.’’
Eğitimine Siverek’te başlayarak Urfa’da devam etmiş, Afyon Lisesi’ni yatılı okumuştur. Henüz 16 yaşındayken dergilerde şiirleri yayınlanmaya başlamıştır. Seçme Şiirler Demeti adlı dergide yayımlanan şiirleri için telif ücreti bile almaktaydı. Kendi söylemiyle babası 5 lira gönderirken dergiden 10 lira alıyordu. İsmi Neyzen Tevfik’le yan yanaydı. Bu durumda Ahmed Arif’in muhtemelen manevi olarak doyumu daha yüksekti. 1947 yılında askerliğini tamamlayarak Ankara Dil Tarih Coğrafya Fakültesi Felsefe bölümüne girmiştir. Daha 21 yaşındayken 1948 yılında Atilla İlhan’ın düzenlemesini yaptığı, Varlık dergisinin çıkardığı, 40-50 şairle birlikte Şiirler-1948 Antolojisinde yer alır. 1948 de Dışişleri Bakanlığı’nın açtığı sınavı kazandığı halde işe alınmayan Ahmed Arif, Danıştay’a başvurur ve kazanır. Bir nevi zorunlulukla Merkez Bankası’nda bir iş verilir. Artık bir yandan çalışırken bir yandan da okumaktadır. Şiirleri üniversitede elden ele, ezberlenerek ağızdan ağız yayılmaktadır. Tabii Otuzüç Kurşun adlı şiiri de.. Otuzüç Kurşun şiir nedeniyle Ahmed Arif çok dayak yer, çok işkence görür mahpusluklarda kalır. 1950-1951 yılı yediği dayaktan öldü diye bir kenara atıldıktan sonra, Salim Şengil’e gider ve şiiri verir. Ahmed Arif “Basın yasağı var, başımıza iş açar” dese de “Sen nene lazım” diyen Salim Şengil parça parça yayımlar şiiri, “Seçilmiş Hikâyeler” dergisinde.
‘‘Vurun ulan,
Vurun,
Ben kolay ölmem.
Ocakta küllenmiş közüm,
Karnımda sözüm var
Haldan bilene,
Babam gözlerini verdi Urfa önünde
Üç de kardaşını
Üç nazlı selvi,
Ömrüne doymamış üç dağ parçası.
Burçlardan, tepelerden, minarelerden
Kirve, hısım, dağların çocukları
Fransız Kuşatmasına karşı koyanda’’
1951 yılının Ekim ayında geldiğimizde siyasi av zamanı, Ahmed Arif Anayasanın 141. Ve 142. maddesine aykırı siyasi görüş ve eylemler bahanesiyle tutuklanır. Günlerce işkence görür, Sansaryan’da 128 gün kalır, ruhen ve fiziken hastalanır. Hastaneye kaldırılır. Dava ne kadar sürer biliyor musunuz? 38 ay… Davadan 2 yıl ceza 8 ay kamu gözetim kararı çıkar. Ahmed Arif fazlasıyla yattığı cezaevinden tahliye edilir. Ekim 1954.. Sonrasında ne işine dönebilmiştir ne de eğitimini tamamlayabilmiştir. Fotokopi, kömür dağıtımı derken 1956 yılından itibaren Medeniyet, Öncü, Halkçı gibi gazetelerde teknik sekreterlik düzeltmenlik yaparak hayatını kazanmıştır. Yaşadığı zor zamanları pek konuşmaz kendisi.. Acı zamanlarını da kendi içinde saklar. Kendisinden çokça bahsettiği ender zaman ya da tek zaman Refik Durbaş’la yaptığı söyleşidir. Söyleşi de bu yaşadıklarından belki de ilk defa bahsetmiştir kendisi. Bu söyleşi Kalbim Dinamit Kuyusu adıyla kitaplaşmıştır.
Aslında herkesin ağızdan ağıza, elden ele yaydığı şiirleri ezbere bilinen, fakat deyim yerindeyse yeraltı şairi olarak kalan Ahmed Arif’in Hasretinden Prangalar Eskittim kitabı, Bilgi Yayınevi’nden Kasım 1968’de bir yumruk gibi iner yeryüzüne. Kimsenin bilmediği ise bu yolcuğun tek kitapta kalacağıdır. Sizce yolculuk kısa mıdır?
‘‘Maviye
Maviye çalar gözlerin’’
Yukarıdaki iki dizeyi on yıldan daha fazla beklettiği söyleyen şair için kısa mıdır? Sonrası ortaya çıkan ‘‘Ay Karanlık’’ şiiri nasıldır bir bilseniz? Lakin bilebilirsiniz hemen okuyun. Bilgi Yayınevi 1 baskı, Cem Yayınevi 43 baskı, Everest Yayınları 57 baskı, Metis Yayınlarının 14 baskıyla toplamda 115 baskıya ulaşan yolculuk kısa mıdır?
‘‘Dört yanım puşt zulası,
Dost yüzlü,
Dost gülücüklü
Cıgaramdan yanar.
Alnım öperler,
Suskun, hayın, çıyansı.
Dört yanım puşt zulası,
Dönerim dönerim çıkmaz.
En leylim gecede ölesim tutmuş,
Etme gel,
Ay karanlık’’
Tabi ülkenin siyasi çalkantılı zamanları da devam etmektedir. Hiç Yayınlanmamış Mektup ve Fotoğraflarla Hamdi Gezmiş’in Anılarının yer aldığı ‘‘Abim Deniz’’ kitabında yer alan bir bölüm var. Deniz Gezmiş tutuklu olduğu dönemde, babasına yazdığı mektupta bahseder Ahmed Arif’ten.
Baba
(…)
Sen eskiden şiirden hoşlanırdın bilmiyorum şimdi de hoşlanıyor musun? Ahmed Arif adlı bir şair var. Hasretinden prangalar eskittim” diye de bir kitap çıkardı bilgi yayınevinden. Onu alıp oku çok hoşuna gidecek. Bak sana ondan bir parça yazıyım.
Akşam erken iner mahpushaneye / Ejderha olsan kar etmez / Ne kavgada ustalığın / Ne de çatal yürek civan oluşun / Kar etmez, inceden içine dolan / Alıp götüren hasrete
Bayağı önemli bir sanatçı gördüğün gibi. (…)
80’li yılların sonunda, fonda müziklerle Ahmed Arif’in kendisine ait 13 şiirini okuduğu, kitabıyla aynı ismi taşıyan şiir kaseti bizi karşılar. Kaset büyük bir ilgiyle 100.000 adet satar. O ilgiyle karşılayanlardan biri de benim bıyıklı babam, canım babamdır. 90’ların sonu babamın gençlik yılları benim lise zamanlarım ve babam yeryüzünden ayrılmamışken. Sabahları uyandıktan sonra, babama anneme, mutfağa, kahvaltıya, aileye götürürken ayaklarım, Ahmed Arif’in sesi karşılardı beni.. Babama takıldığım zamanlar az değildi. Baba güne ağır mı başlıyoruz sabah sabah Ahmed Arif mi dinleyeceğiz diye. Kaset dönmediği zaman ise hissedilen eksiklikle hemen basardım kasetin dönmesi için tuşa. Sonra tabi Ahmed Arif’in ‘‘Yangınlar kahpe fakları korku çığlıkları’’ sesi.. Bu ses sizi içinize, özlediğinize, öfkenize, sevdiğinize istediğiniz tüm yolculuklara çıkarabilir. Ahmed Arif’in şiirini soluksuz okursunuz ya da okurken sanki gözlerinizi boğazınızdan midenize doğru yutkunursunuz. Gelecek diğer dizeyi kestiremez, sizi nasıl etkileyeceğini bilemezsiniz? Pek de sağ çıkılmaz Ahmed Arif şiirinden.
‘‘Seni bulmuşam sonra.
Seni, kaburgamın altın parçası.
Seni, dişlerinde elma kokusu
Bir daha hangi ana doğurur bizi?’’
Ahmed Arif’i Deniz Gezmiş babasına tanıtmış, şiir kitabını da babası eşyalarıyla birlikte teslim almıştır. Babam beni Ahmed Arif’le tanıştırdı, 2018 Temmuz’u sonrası kasetini ve kitabını ben aldım. Arada kaç nesil var.. Bir oğuldan babaya.. Bir babadan kıza.. Aklım bütün duyularım kulağım oluyor bazı zamanlar.. Bu zamanlar bıyıklı babamı özlediğim zamanlar.. Okuduğu dizeleri duyuyorum gözlerimi kapatıp..
Uy havar!
Muhammed, İsa aşkına,
Yattığın ranza aşkına,
Deeey, dağları un eder Ferhadın gürzü!
Benim de boş yanım hançer yalımı
Ve zulamda kan – ter içinde asi,
He desem, koparacak dizginlerini
Yediveren gül kardeşi bir arzu
Oy sevmişem ben seni…
İki insanı, bıyıklı babam ve namus işçisi şairi, saygı ve büyük bir özlemle anarken, Uy Havar’ı dinliyor ve yolculuğumu babama yapıyorum. Sizin dinlendiğiniz hangisi, yolculuğunuz neresi?