Hayatımıza “Zenne” ve “Çekmeceler” gibi başarılı ve kimsenin anlatamayacağı hikayeleri gün yüzüne çıkararak giren yönetmen M.Caner Alper, yeni kitabı “Temiz Aile Çocuğu” ile raflarda yerini aldı. Yönetmen ve senarist kimliklerinin yanında yazarlığıyla da var olan Alper ile “Temiz Aile Çocuğu” kitabını, geçmiş hayatını, annesini, bugününü ve gelecek projelerini keyifli bir sohbette konuştuk…
“Annemle yediğim bir lokmanın acı tadını çağırıyorum.”
Caner Alper yönetmen ve yazar olarak hayatımızda. İnsanın kendisini anlatması her zaman zordur tabii, ama siz kendinizle ilgili nasıl cümleler kuruyorsunuz?
Ben en çok kendimi anlatırken özgürüm. Sanki en emin olduğum alan. Senaryo yazarken de kendi hayatımda tanıdığım, bildiğim kişileri söz konusu hikayelerdeki kişilere yerleştirirdim. “Zenne”de de, “Çekmeceler”de de kendi aile bireylerimin kimi hallerini film karakterleri haline getirmiştim. Sanırım ben emin olduğumuz alandan yola çıkmak en sağlıklısı oluyor… Kendimle ilgili nasıl cümleler kuruyorum? M. Caner Alper, evi ve hayatı düzenli, aklı karışık biridir. O kadar hoşgörülüdür ki pek çoklarını şaşırtır. Sevgi doludur, saygı kurallarını iyi bilir ama gerektiğinde terbiyesini bozmayı da, had bildirmeyi de pekâlâ becerir. Öfkelidir ama çabuk yumuşar. Aferin budalası olduğu da doğrudur ama kendi yaptıkları konusunda kolay kolay ikna olmaz. “Başkaları ne derler önemli değil” demesine rağmen dışarıdan gelen fikirleri dinler. Caner Alper’i aynada pek beğenmez, hep değiştirmek ister, onun için bazen mavidir, bazen kırmızı…
Hayatımıza “Zenne” ve “Çekmeceler” gibi başarılı ve kimsenin anlatamayacağı hikayeleri barındıran filmlerle girdiniz. Bu filmlerin üzerinden uzun zaman geçmişken “Temiz Aile Çocuğu” kitabıyla karşımızdasınız. Bu uzun süre boyunca neler yapıyorsunuz, hayat nasıl geçiyor?
Yeni bir ülkeye, yeni bir şehre, dile, gelenek ve göreneklere adapte olmaya çalışıyorum. Acele etmiyorum doğrusu. “Temiz Aile Çocuğu”nun içinde UTANÇ ve GURUR adlı bir hikâyede adı geçen Şeref Motel’in romanını yazıyorum. Onun dışında sinema aşkım devam ediyor. Ekimden şubata kadar Los Angeles’ta sinemada her gün en az bir film seyrediyorum. Yeni arkadaşlar ediniyorum, yeni sokaklar, gelenekler tanıyorum. Başka evlerde geziniyorum, bir ülkede mülteci olmanın ne olduğunu öğrenmeye çalışıyorum. Başka ülkelerden biraz daha farklı burası, pek çok sanatçı için heyecan verici, renkli ama aynı zamanda korku verici bir büyüklük. Bütün bunları anlamaya çalışıyorum. Bu süre zarfında 3-4 senaryo bitirdim ama henüz “hangisini çekmeliyiz”e karar veremedik. Agunah isimli 2. Dünya Savaşı sonrası İsveç’te başlayan ve 50’li yılların ortalarında İstanbul’da biten bir aşk hikayesini çekmek için hazırlıklar yapıyoruz.
“Temiz Aile Çocuğu” kitabının ortaya çıkışı nasıl belirlendi? Ne kadar zamandır kendinizden hikayeler biriktiriyorsunuz?
Geçen yıl tam da bu zamanlardı. Beni Adınla Çağır isimli filmi seyretmiştim. Bir ilk aşk hikayesiydi ve benim de aynı öyle buruk bir anım vardı. İnsan çocukluğunda yaşadığı travmalarda takılıp kalıyor, orayı pek aşamıyor. Hikaye biriktirdiğimizin farkında olmuyoruz aslında. En azından ben bir yere not almıyorum. Marcel Proust’un ağzına attığı bisküvi misali annemle yediğim bir lokmanın acı tadını çağırıyorum… Onun için bilinçaltımda ve kalbimde birikmiş bu tortuları temizlemem gerekiyordu. Son Dans adlı ilk bölümü yazdım, çok sert ve şoke edici idi. Mehmet’e okudum, o hiçbir şeyi beğenmez, “Devam et”dedi! Yazdıktan sonra hep kitap’tan Deniz Yüce Başarır’a rica ettim, beni bu anılardan kurtarın, diye.
“ ‘Gerçek nedir?’ sorusunun peşindeyim. ”
Kitapta okuduğumuz hikayelerin gerçekliğini göz önünde bulundurursak, anlatması zor hikayeleri okuyucuyla paylaşıyorsunuz. Yazarken, içsel bir zorlanma yaşadınız mı, yoksa artık içimdekileri dökmem gerekiyordu mu diyorsunuz?
Aslına bakarsanız zorlanmıyorum. “Gerçek nedir” sorusunun peşindeyim. Beni toplumsal veya ailevi baskılar sebebiyle yazmaktan, anlatmaktan alıkoyan şey ne, onun peşine düşüyorum. Sırası geldi mi, diyorum. Ben hayatı sessiz yaşayan ama yüksek sesle anlatan bir kişiyim. Elbette benimde özelim var ama bunlar değil. Benim de aile sırlarım var ama yazdıklarım değil. Başka hayatlara saygılıyım ama onlarla kesişen ve canımın acıdığı yerler benim sanatsal sorumluluk alanlarım, diye düşünüyorum.
Kitapta özellikle anneniz ile yaşadığınız durumlar dikkati çekiyor. Biraz ailesel veya kişisel de bir soru olabilir belki ama; annenize karşı bir öz eleştiri, savunma ya da haykırma var mı bu kitap aracılığıyla?
Annem küskün bir insandı. Bize, çocuklarına ya da babamıza küserdi. Feci bir şey. Evde buz gibi bir hava eserdi günlerce. Yirmili yaşlarımın ortalarındaydım bir gün anneme küstüm. Çünkü İstanbul’a ziyaretlerinde bizim evimizde değil, düz cinsel ağabeyimin eşiyle birlikte yaşadığı evde kalmayı tercih ediyordu. “Onlarda bir hafta kaldın, üç gün de bizde kal” dediğimde “Hayır” diye kestirip atıyordu. O zaman bu çıbanı patlatıp iltihabı akıtmaya karar verdim. Bu gerginlik, sessizlik katlanılır gibi bir şey değildi.
“Ben gay’im diye mi böyle yapıyorsun?” diyememek canıma tak etmişti. Sonunda söyledim. “Ben hep biliyordum zaten, seni hep izlemiştim” diye itiraf etti. O sanki daha da kötüydü. Yıllar boyu hep bilmiş ama hiç yardım etmemişti… Annemi afişe etmek ya da ona kızmak değildi amacım ama oralarda bir yerde herhangi bir sebeple yakınlarına böyle davranan bir anne varsa ulaşmaya çalışıyordum.
“Toplumda cehaletlerinin farkında olmayan pek çok aile; suni, bayağı ve şişirme değerlere tutunuyor.”
“Temiz Aile Çocuğu”ndaki hikayelerden sizin için ayrıksı olan var mı? Özellikle ‘Levent’ ile içinizde yaşadığınız masumane çocuk aşkı bölümü güzeldi…
İçlerinden bazıları çok sevildi. İLK AŞK ve ÇİLEKLİ SAKIZ bunlardan ikisi. Benim için de onlar çok özel olsa da, UTANÇ VE GURUR sanırım en favori olanım. Toplumsal ikiyüzlülüğümüzü çok iyi anlatıyor, beni o yıllara götürüyor. Belki de şimdi ŞEREF MOTEL’in romanını yazmakta olduğum için. YALNIZ DEĞİLMİŞİM de buruk bir tat bırakıyor ağzımda. Aldığım geri dönüşlere göre, bunların dışında kitabın finali de tüm sezileri, önyargıları ters köşeye yatırır cinsten. Onun için sanırım VEDA da ayrıksı.
Kitapta ‘Şeref Motel’den oldukça fazla bahsediyorsunuz, ya da bana öyle geliyor bilemiyorum… Artık eskiden uğrak yerimiz olan yerleri kaybedince, yavaş yavaş bazı şeyleri unutuyormuşuz gibi geliyor. Bazı şeyler hep mi eskide kalmak zorunda diye sorası geliyor insanın…
Benim unutma değil unutamama problemim var sanırım, pek çok yazar gibi. Şeref Motel aslında bir metafor da. İçi boş şeref takıntımızın yerle bir olması arzumla alakalı harika bir yere oturuyor. Düşünsenize şeref alanları çok geniş bir aile ama aralarında sahtekâr da var, kadın-çocuk döven de var,karısını aldatan da var. Dedikodu, riya, iftira, hakaret gani. Her şey bozulmuş ama şereflerinin derdindeler… Sadece benimkiler değil, toplumda cehaletlerinin farkında olmayan pek çok aile böyle suni, bayağı ve şişirme değerlere tutunuyor. Bu değer onlara pompalanıyor. Şerefleri için cinayet işliyorlar, tokat atıyorlar, kavga çıkarıyorlar. Bilmiyorum belki de çoğu kendinde bu değeri bulamadığı ya da anlayamadığı için.
Kitabın dili oldukça samimi ve okuyucuyu da kitapta yolculuğa çıkaran cinsten. Kitaplarda nasıl bir yazım dili kullanmayı tercih ediyorsunuz?
Konuşmaya yakın olsa da bitirene kitap okuma hazzı vermesini istediğim bir dil arzulamıştım. Sadeliğin gücüne tutunmak istedim. Burada, Amerika’da her kültürden insan var ve ortak yazı dili çok sade. Herkes ortak bir sadelikte iletişimde kalmak zorunda, bunun üzerine düşündüm.
“Temiz Aile Çocuğu”nu film haline dönüştürme fikriniz var mı?
Şimdilik diğer film projelerimiz var ama neden olmasın, belki bir gün. Biz değil de keşke başka birileri çekmek istese. Ben yazdıkları senaryo üzerine naçizane fikirler versem. Kendimi ve hayatımdaki insanların başkaları üzerinden yansımalarını görsem, ne şahane olur. İçindeki hikayelerden seçme yapsalar ve belki de kısa film çekseler. ÇİLEKLİ SAKIZ harika bir kısa metraj olabilir. Ya da YALNIZ DEĞİLMİŞİM. 12-13 yaşlarında çok yetenekli bir genç oyuncu ile nasıl güzel çekilir…
“Yeniden birbirimize tutunmak ve ışık saçmak gerekli…”
Uzun zamandır Mehmet Binay ile yurt dışında yaşıyorsunuz. Uzun yıllar yaşadığınız ülkeyi, uzaktan baktığınızda politik, kültürel ve hayat açısından nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kaos. Karanlık. Karmaşa. Öfke. Yalnızlık. Korku.
99 depremi öncesi de böyle bir hissiyat gelmişti ve depremle birlikte birbirimize tutunmuştuk. Kötü şeyler olsun istemiyorum ama yeniden birbirimize tutunmak ve ışık saçmak için ne gerekiyor, diye düşünüyorum.
Yeni kitaplar çıkacak mı peki?
Şeref Motel’i bitirdikten sonra türlere göre senaryo yazım teknikleriyle ilgili yardımcı bir kitaba başlama fikrim var. Daha önce lisede edebiyat kitaplarına bir şeyler yazmamı istemişlerdi. O zaman aklıma geldi, hep öğrenerek zaman geçirdim, şimdi lise seviyesindeki gençlere, meslek seçimlerini yapmadan bunları anlatmak iyi fikir olabilir, diye. Bir hikâye nasıl senaryoya dönüştürülür, yazılmış senaryoları görüntüye aktarırken neler tercih edilmiş,ne çalışmış, hangi karar yanlış olmuş, bunları paylaşmak isterim. Elbette hiçbir şeyin katı kuralına inanmıyorum. Benimki sadece yepyeni ufuklar açabilme çabası…