“Görünür gerçeğe rağmen, bir insanın ölümünün bir sineğin ölümünden farksız olduğu bir çılgınlık dünyasında yaşadığımızı; bu hesaplı vahşetler ve ölçülü delilikleri, insanda korkunç bir hürriyet isteği duyuran bu hapsedişi, öldüremediklerinin üzerine sinen bu ölü kokusunu, nihayet her gün bir kısmımızın fırın ağızlarında yığın yığın birikip yağlı dumanlar halinde havaya karıştıkları, başkalarının ise kendi sıralarının gelmesini mecburen bekledikleri, serseme dönmüş bir topluluk olduğumuzu sükûnetle inkâr etmek istiyorlardı.”
Albert Camus 1941 yılının Ocak ayında, Cezayir’in Oran şehrinde geçen, farelerden insanlara bulaşan ve kontrol edilemeyen bir virüs hakkında yazmaya başlar. Veba ismini vereceği bu romana altı yıl çalışır. 1947 yılında yayımlanan kitap 2. Dünya Savaşı sonrası yazılan en iyi roman olarak tanımlanır. Çünkü aslında romanının ismi veba olsa da ve bir salgından bahsetse de Oran şehrinde böyle bir salgın hiç olmamış, Albert Camus veba salgını meselesini 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında insanlığın geldiği noktayı göstermek adına sadece bir fon olarak kullanmıştır.
Covid 19 virüsü ile ilgili televizyon izleye izleye, virüs hakkında bilimsel -veya değil- makaleler, metinler okuya okuya en az bir bilim insanları ve doktorlar kadar bilgi sahibiyiz. Zaten her konuda, hep, (bizimle hiç ilgisi olmayan konularda bile) bilgi sahibi değil miydik? Bizi sonuç itibarıyla Covid 19 virüsü ile buluşturan şey her konuda hiç kimsenin sahip olmadığı bilgilere sahip olmuş olmamız olabilir mi? Neden hiçbir şeyi sadece bir fon, metaforik bir öge, çağırışım yapması adına bir araç, kişiselleştirmeden özümseyeceğimiz, devam etmemizi sağlayacak bir meta olarak algılayamıyoruz acaba?
Bilinmezliğin sürdürülebilirliği
Kafamız fena halde karışık ve her şey çok ama çok belirsiz gerçekten. Yaşadığımız bu sürecin sonuçları nereye gidecek kimse bilmemekle beraber her gün yeni yeni komplo teorileri birbirleri ile yarış içinde. Kesin olan şey şu ki hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Zaman ortadan ikiye ayrıldı ve hangi yaşta olursak olalım yaşamımızın yaşanmış olan parçası bizden koptu, uzaklaştı. Yeniden inşa etmek zorunda kalacağımız bize bekleyen yeni dönem hayatta kalacaklar için çoktan hediye paketlerini hazırlamış vaziyette beklemekte.
Son iki aydır okuduğum yüzlerce yazı arasında şöyle bir cümle dikkatimi çekti: “Covid 19 çıkıp gelerek bize şunu söyledi; yaşamınızı böyle sürdüremezsiniz!”
Bir tanecik insan hücresinden daha küçük olan bu virüs bize gerçekten bunu mu söylemek istiyor diye sordum kendi kendime. Albert Camus’un aslında anlatmak istediği şeyin veba olmaması gibi, Covid 19’un hiç de böyle bir derdi olmadığına karar verdim. Sanayi Devrimi öncesine kadar giden, yüzyıllardır süren kapitalizme karşı bir virüsün çıkıp bu kadar büyük laflar etmesinin imkansızlığı bir yana, minicik bir virüs insanın her daim yaptığı, hiç bilgi sahibi olmadığı konularda bile fikir sahibi olduğunu iddia etmesi yanılgısına düşmeyecek kadar varlık bilinci yerinde bir canlı. Varlık bilinci, insan vücuduna grip bağışıklık sistemi düşük olanları öldürmek olan Covid 19 yaşamımızı nasıl sürdürüyor olmamızla veya kendisi kontrol altına alındıktan sonra yaşamımızı nasıl sürdürecek olmamızla ilgilenmiyor. Aslında her zamanki gibi, sonu genellikle ölümle sonuçlanan ve artık maalesef ölümlerin insanları değil günlük rakamları ifade edildiği böyle bir dehşet ortamı içerisinde bile, bir şekilde, her şeyi yine kendimize mal ediyoruz. Fakat artık sürdüremeyeceğimiz şey tam da bu işte!
Obez evladın maliyet hesapları
Dünyanın şimdiye kadar inşa ettiği ve obez bir evlat gibi beslediği sömürü düzenindeki sürdürülebilirlik minnacık bir virüsün gelmesiyle büyük bir darbe aldı. Ve yıkıldı. Tamamen öldü diyebilir miyiz peki? Hayır. Çünkü sürdürülebilirlik tam da böyle bir şeydir ve bunu kapitalist düzen dışında hiçbir şey bu denli istikrarlı bir şekilde başaramadı. Yani sonu “ist” ile veya “izm” ile biten hiçbir ideolojik fikir veya düzen kapitalizm kadar başarılı olamadı. Bireysel, toplumsal, ekonomik, kültürel; bu verilere tek tek veya bütünsel olarak baktığımızda kapitalizm dünyada ne yaşanıyor olursa olsun varlığını sürdürebilen tek güç. Covid 19 sürecindeki fark tüm dünyanın, istisnasız tüm ülkelerin, bu ülkelerde yaşayan toplumların, ülke ekonomilerinin bu süreçten etkilenmeleri oldu.
Obez evlat bu süreçte düzenini bozmamaya, yemeğe devam etmeye, gövdesinin kapladığı alanı korumaya, her şeyin yine elinin altında olmasının verdiği rahatlığa yani eski alışkanlıklarını sürdürebilmeye devam etmek isteyecek. Onu suçlaya bilir miyiz? Kim istemez ki bunu? Üstelik yüzyıllardır sadece ve sadece kendi rahatlığı ve ferahı adına üstüne koya koya ilerlediği böyle bir sürdürebilir düzeni -böyle bir süreç yaşıyoruz diye- bırakacağını düşünmemiz en basit tanımıyla safdillik olsa gerek!
Sürdürülebilir obez düzende gün bazında dünyada Covid 19 dolayısıyla ölenlerin sayısı insanlardan değil, rakamlardan ibaret. Çünkü kişileri ölür ölmez gömmezseniz bir ölünün bir haftalık maliyeti sürdürülebilir kapitalist sistem tarafından hesaplandı bile: 157 Euro! Bunu toplam ölü rakamı ile çarptığınızda maliyetin dünya adına neye tekabül edeceğinin hesaplamasını size bırakıyorum. ABD’de toplu mezar alanları belirlendi bile. Kapitalist sistemin sonuçlarının yaşandığı böyle bir süreçte, ölünüzü dahi alamıyorsunuz, alsanız dahi gömecek bir avuç toprak bulamıyorsunuz.
Bu durumda hala, parmağınızı göstermelik olarak güya kapitalizme sallayarak, yaşamınızı böyle sürdüremezsiniz, ey insanlar toparlanın ve yeni dünyaya yelken açalım artık diyebilir misiniz? Covid 19 sonrası tüm dünyayı en az yüzyıl sürecek bir değişim beklemekte. Fakat bizler bir türlü doyuramadığımız obez ruhumuzla istiyoruz ki, Covid 19 sonrası parmağımızı şıklatalım ve her alanda sırasıyla tertemiz sayfalar açılıp, değişimler başlasın. En az kapitalizm kadar, kapitalimin karşıtı olanlar dahi aslında ne kadar kapitalist olduğunun (olduğumuzun) farkında bile değiliz.
İşte Veba romanı bu yüzden yazıldı. Godot’u Beklerken, Niteliksiz Adam, Silahlara Veda, Şato, Dava, Dönüşüm, Malina ve yüzlerce ve binlerce roman bu yüzden yazıldı.
Kendisini mesele ne olursa olsun sürdürebilen ve buna karşılık birey ve toplum olarak zayıf ve takatsiz kalıp sürdüremediğimiz (çoğu zamanda bile bile –nemalanmak- adına sürdürmediğimiz) şeyler var. Hakikaten de yepyeni bir sürecin başladığı muhakkak. Bırakalım dünyayı en basitten yola çıkıp –kendimizden- başlamak şartıyla ne kadar değişip, dönüşebiliriz ona odaklanalım. Çünkü ilk önce şunu kabul etmemiz gerekir: Yaşamımızı böyle sürdüreceğiz! Artık kaçış olmaksızın.