2500 yıllık bir geçmişi olan tiyatro sanatının, günümüzde geldiği noktayı saptamak için birlikte ufak bir gezintiye çıkacağız sevgili okuyucu. Antik Yunan döneminde iki vadinin ortasında ritüeller gerçekleşirdi. Seyirciler theatron denilen yerde yerlerini alır ve o eşsiz doğanın tam ortasında seyretmeye koyulurdu. İlk başta dini ritüellerden çıkmıştı tiyatro ama zamanla gelişen dünyada kurumsal bir noktaya kadar ulaştı. Roma döneminde ilk binalaşma görülüyor. Ortaçağda kiliselere taşınıyor oyunlar. Zaman geçtikçe mekanlar değişiyor buna bağlı olarak oyunculuk biçimleri de değişim gösteriyor.
“Tiyatro yapabilmek için tek şey gereklidir: insan unsuru.” der Peter Brook. Farklı ülkelerde farklı mekanlarda deneyimleyerek oyuncuların herhangi bir mekanda oynayabileceğini ortaya koymuştur, yeter ki seyirci ile buluşsun. Brook doğal olanı arıyordu o yüzden binalardan uzaklaşıp, sokaklara indi. Şimdi geldiğimiz nokta ise dijital. Doğal olarak mekan algısı değişiyor, oynama biçimleri yeniden şekilleniyor. Tiyatro oyuncusu olarak sahnesiz bir oyun oynamanın hiç cazip olamayacağını düşünüyorum. Seyircinin nefesine ihtiyacım var benim, o nefes ile var olabilir karakter. Mekanın dokusu, kokusu etkilemez mi Hamlet’i canlandıracak olan oyuncuyu, şüphesiz etkiler. Oyuncu ve seyircinin arasına bir ekran koyduğumuz zaman iletişimsizlik kaçınılmaz olur, etkileşim ortadan kalkar. Eğer çağ bizi yapay olana yönlendiriyorsa, bu tiyatronun sonu olur. Köklerimize geri dönmeliyiz doğayı canlandırmalı ve doğal olanı aramalıyız kanımca.