Bir kitaba başlamadan önce en çok neye dikkat edersiniz? Muhtemelen yazarına, kitabın adına, konusuna ve arka kapak tanıtım yazısına… İşte Koleksiyoncu da arka kapak tanıtım yazısı ile insanı etkiliyor.
Bu yüzden kitabın arka kapağındaki bir sözle yazarın sözüyle başlamak istedim yazıya;
“Her insan kendisi için bir giz olmalıdır” sözüne inanalar için…
Aslında psikolojik gerilim romanı olan Koleksiyoncu, Bir kelebek koleksiyoncusu ile aşık olup, kaçırarak zindana kapattığı bir resim öğrencisi arasındaki mecburi ilişkinin romanıdır görünürde. Ama romanı okudukça, psikolojik ve sosyolojik etkiler bu kitabı sıradan bir tek taraflı aşk hikayesinden çıkartıyor. Neden mi? Kitabı okurken hikayeden çok karakterlerlere ve onların yaşanmışlıklarına, kişiliklerine daha çok kafa yormaya başlıyorsunuz.
Kitabın kahramanı silik bir adam, hayatı boyunca sevgi görmemiş ve bunun doğal sonucu olarak da insanlara güvenmeyen bir yapısı var. Daha önce bir yerde okumuştum: “Eğer bir insan da sevgi eksikliği varsa o insan kimseye kolay kolay güvenmezmiş.” Kitapta da tam olarak buna yer veriliyor. Hatta kitabın kahramanı bile bunu sık sık dile getiriyor. Yine sık sık yalnız olduğundan ve beni kimse anlamıyor yakınmasında bulunmasından içindeki boşluğu anlayabilmek mümkün. Aslında yaşadığı psikolojik travmanın farkında. Ama kabullenme kısmında sorun yaşıyor. Kitapta “sözde” sevdiği kızı kaçırıyor ve kendine bir uğraş ediniyor. Hayatta insanların bir amacı vardır. Ve bu amaç için çalışırlar. Bazen bu çok küçük bir şey de olabilir. Yeter ki sizi hayata bağlasın, gündelik dertlerinizden arındırsın ve size bir uğraş olsun. Kitabın kahramanı Frederick’te yalnızlığını ve sevgisizliğini Miranda’yı tutsak ederek gidermeye çalışır.
Miranda akıllı, güzel sanatlar fakültesinin resim bölümünde öğrenim gören, yetenekli, özgür ruhlu, yaşından olgun, hayata karşı beklentileri ve istekleri olan, hayat dolu bir genç kız. Mahzene kapatıldığı en umutsuz olduğu anlarda bile bunları dile getiriyor ve kendine moral vermeye çalışıyor. Önünde umut ettiği ve yaşamak istediği bir hayat ve gerçekleştirmeyi planladığı hayalleri var. Ve bir gün bu hayalleri Frederick’in onu kaçırmasıyla elinden alınıyor.
Kitabın ilk bölümünü Frederickt’in kaleminden okuyoruz. İkinci bölümü ise Miranda’nın kaleminden okuyoruz. Bence kitabın duygusunu veren tam olarak bu. Aynı olay iki farklı kişi tarafından iki farklı bakış açısı ile okuyucu ile buluşturuluyor. Hatta ikisi de yaptıkları uyanıklıkları, kurnazlıkları ve en saf duygularını kaleme alıyorlar ve siz okuyucu olarak yaşananları tüm noktaları ile birleştirip, üçüncü bir göz ile okuyorsunuz. Psikolojik durumları yansıtan kitapları seviyorum. Daha doğrusu karakterleri inceleme ve tahlil etme fırsatı veren kitapları… Psikolojik romanlar buna çoğu zaman yer veriyor. Ama bu kitabı okurken bunu daha net anladım. Yazar sizin düşünmenize ve karakterleri anlamanıza fırsat veriyor. Çünkü yukarda da bahsettiğim gibi siz olayları iki karakterin farklı bakış açıları ve anlatımlarından okuyorsunuz.
Ve kitabı okurken bu romanın yazarın ilk romanı olduğuna şaşırıyor insan çünkü çok zekice bir kurgu ile kaleme alınmış. Sürükleyici ve insanı sıkmayan bir anlatım dili var. Psikolojik roman okumayı sevenlerin büyük bir keyifle okuyacağı bir kitap. Yazar Fowles’un, Magnum Opus‘u ve Büyücü adlı romanları da büyük beğeni toplamış eserlerinden. Listeye alınmasında yarar var!