Ana SayfaKültür & SanatKitapGelişmiş Cinsel Kategoriler: Queer Teori ve Queer Marksizme Doğru

Gelişmiş Cinsel Kategoriler: Queer Teori ve Queer Marksizme Doğru

-

“Toplumsal cinsiyet, yaratılışını sürekli ve düzenli olarak gizleyen bir inşadır.”
Judith Butler

Uçucu Bedenler / Bedensel Bir Feminizme Doğru kitabı incelememden sonra Kaos GL & NotaBene Yayınları birlikteliği ile oluşturulan Queer Teori serininin ilk iki kitabı “Queer Teori: Bir giriş” ve “Queer Marksizme Doğru” kitaplarını da okumak istedim. Niyetim gerçekten sadece okumaktı. Fakat Uçucu Bedenler ile başlayan seriyi okuma serüvenim farklı bağlantı noktalarından, farklı düşünce alt yapılarına ulaşan ve aslında merakımı -çok iyi anladığımı (bildiğimi değil) düşündüğüm bir noktadan konu ile ilgili hiçbir şey bilmediğim (anladığım değil) noktasında beni cezbetmesi ile okuma sınırlarını aştı diyebilirim. Bu aşkınlık Queer Teori kapsamında yazılmış ve yayınlanmış iki kitabı birden inceleme adına beni masanın başına yine oturttu efendim.  

Platon’un Şölen adlı eserinde konuşturduğu Aristophanes’in aşkın kaynağını anlatırken aktardığı muhteşem bir mitik öyküyle başlamak istiyorum.*

Mitolojik çağlarda erkek ve dişi olarak ikiye ayrılmayan cinste, her iki cinsiyeti de bünyesinde barındıran androgynos isimli üçüncü bir cinsiyet daha vardı. Sırt sırta verdikleri bedenleri ile yuvarlak bir biçim alıyor dört kolları ve dört bacaklarıyla yuvarlanıyorlardı. Sırt sırta durdukları için ayrı yönlere bakan yüzleri vardı. Erkeklerin güneşten kadınların yeryüzünden gelmesinden sebep oluşan bu üçlü bedene androgynos isimli üçüncü cinsiyet aydan gelerek katkı sağlıyor, bu sayede hem güneş hem de dünyayla ilişki içinde olabiliyorlardı. Bedensel bütünlükleri sayesinde kimseye ihtiyaç duymadıkları için göğe tırmanıp tanrılara kafa tutmaya karar verdiklerinde, Zeus diğer tanrılara bu durumu ivedilikle aktaracaktı elbet. Tanrıların sundukları çözüm önerilerinin yeterli gelmeyeceğine karar verilince Zeus’un “insanları kuvvetten düşürecek” çözüm önerisi uygulamaya konulacak, bütünlükleri içinde güçlü olan bu türü Zeus ortadan ikiye bölecekti. Böylece sayıları çoğalmasına rağmen bütünlüklerini, dolayısıyla güçlerini kaybeden insanlar, artık tanrılara kafa tutamayacak hale gelecekti. Zeus  bununla da yetinmeyip Apollon’nun yardımıyla arkaya bakan başlarını önlerine çevirecekti. Tek istediği işledikleri günahların izlerini birbirlerinin yüzünde görmelerini sağlayıp, tanrılarca belirlenen yasalara uymalarını istemesiydi. Zeus başarmıştı.

Zeus’un başarısı bir sonucu değil yeni bir sebebi doğurduğundan mitik hikaye bu şekilde sonlanmıyor, aksine her şey yeni başlıyordu. Apollon bölünen ve başları öne çevrilen insanların yaralarını kapatmak için derilerini çekip göbeklerinin üzerinde düğümleyerek bir kesenin ağzını bağlar gibi bağlıyor derilerinde oluşan buruşuklukları da düzelttikten sonra onları yeni hayatlarına hazırlamış oluyordu. Fakat diğer yarılarından bölünen ve onları kaybeden tüm insanlar asıl yarısının özlemiyle yanıp tutuşuyor ve asıl yarısını bulabilmek adına -erkek veya kadın ayrımı gözetmeksizin- diğer yarımlara tekrar bütünlenebilmek arzusuyla sarılıyor, kenetleniyorlardı. Ne kadar kenetlenirse kenetlensinler bir türlü kurtulamadıkları eksiklik hali onları yeme içmeden kesiyor, eskisi gibi tam bir bütünlüğe kavuşamayan insanlar bu sebeple hızla ölmeye başlıyordu. Bir de bunun üzerine aynı başları gibi cinsel organları da arkaya bakan insanlar üreyememeye başlamış Zeus çözüm olarak -aynı başlarını çevirdiği gibi- cinsel organlarını da önlerine çevirtmişti.    

Henüz bitmedi! Bu mitsel hikayenin Queer Teorem’i kapsayıcı şekilde ivme kazandığı noktasına geldik: İnsanlar yeniden çiftleşip çoğalmaya başlamışlardı. Erkek ve kadın bedeninin parçası olan üçüncü tür androgynos tan gelenler “normal” olarak tanımlanan erkek & kadın ilişkisini benimserken, bir dişiden bölünen kadınlar erkeklerle hiç ilgilenmiyor tüm arzularını kadınlara yönlendiriyorlardı. Bir erkekten bölünen erkekler ise daha çocukken kendi erkek parçalarının arayışına girişiyor, arzularını erkeklere yöneltiyorlardı. Bu yönelim karşılığını ahlaksızlık olarak bulsa da bu yönelimi gösteren insanlar ahlaksız oldukları için böyle davranmıyorlardı. Eşcinsel veya değil çiftler arsındaki ilişkinin sadece cinselliğe bağlanmaması  gerektiği onları bir arada tutan şeyin bölünmeden önceki bütünlükleri olduğunu ve peşine düştüğümüz sevginin aslında insanın yaratılışındaki bütünlüğünü arzulama ihtiyacından kaynaklandığını anlamamız gerekiyor. Çünkü:

Cinsiyet rollerinin olmadığı, insanların heteroseksüel normallere mahkum edilmediği, arzuların özgürce tatmin olduğu böylesine bir bütünlüğün Tanrılar yoluyla nasıl ikiye bölündüğünü, parçalandığını, hazların gayet planlı şekilde nasıl da baltalanıp al aşağı edildiği bundan daha güzel anlatan bir metin bulamayız.  

Şimdi başlayabiliriz.

İki Kitap Bir Teori

Queer sözcüğü ne kadar agresif bir sözcük, öyle değil mi? Ya da agresif bir yerden algılamamız istenen bir sözcük mü demeliyim?! Queer Teori: bir giriş kitabının yazarı lezbiyen/gey ve queer teori alanlarında uluslararası düzeyde çalışmaları bulunan profesör Annamarie Jagose  “queer” sözcüğünün daha kibar bir biçimde akademik söyleme dahil edildiğini ve bu sayede geleneksel modellerin parçalandığını göstermektedir diyor. Haklı. Hatta Platon’un Şölen’indeki mitik öyküyü Freud’un tezleri arasında yer alan eksik obje kavramıyla bütünlersek herhangi bir kavramın geliştirilmesi ile ilgili kırılmalar bir yerde başlıyor aslında fakat bizlerin bunu fark etmesi, netleştirebilmesi uzun bir zamana yayılıyor diyebiliriz.  Queer Teori kendini yaratan şartları ve düşünce alt yapısını fersah fersah aşarak bugün konuştuğumuz, üzerinde tartıştığımız, düşündüğümüz ve eyleme dönüştürmek istediğimiz  konu başlıklarını artık bambaşka bir yerden izah ediyor.

Queer Teori: bir giriş yedi ana bölümden oluşuyor. Queer başlığı altında yürütülmekte olan farklı politik ve teorik çalışmaların ele alındığı kitap boyunca queer kavramı için bir olasılıklar alanı nitelemesi yapılıyor. Bu ne demek? Başta Judith Butler olmak üzere Ed Cohen, David Halpern gibi queer kavram üzerinde çok etkisi olan akademisyenlerin bu kavram ile tırnak içine alınmak istenen “lezbiyen” ve “gey” tanımlamalarının bir tür hizaya sokma meselesinden faklı olmadığının altına çizmek istemeleri queer kavrama yeni olasılıklar alanı açması açısından önemli. Annamarie Jagose’ın altını çizdiği şekilde alıntılayacak olursak: “Lezbiyen ve gey kimliklerinin hizaya konmasının bu kimliklerin programlanmış bir şekilde karşı oldukları heteroseksüel hegemonyayı kazara nasıl güçlendirebileceğine ilişkin bu “derinlemesine kavrayış” kimliğin gerçekliğini sorgulayan ve özellikle güvenli bir kimlik ile etkin bir siyaset arasında olduğu varsayılan nedensel ilişkiyi eleştiren analitik modeller benimsenmesi yönünde bir zorunluluk –ve hatta bir istek- yaratmıştır.”

Kitap bölüm başlıkları itibariyle basit bir noktadan başlayıp Annamarie Jagose’ın “derinlemesine kavrayış” olarak karşılığını bulan noktaya doğru ilerliyor: Eşcinsellik Gerçekte Nedir?, Eşcinselliğin İcadı, Eşcinsellik ve Heteroseksüellik. Kitabın gelmek istediği nokta queer kavramının nasıl bir tanım içinde nereden nereye geldiği. Homofil Hareket, Eşcinsel Özgürleşmesi, Lezbiyen Feminizm ve Kimliğin Sınırları olarak ilerleyen bölüm başlıkları boyunca geldiğimiz nokta bu kitapların ve bu inceleme yazısının yazılma sebebine dayanıyor: Queer.

“Her ne kadar kendini tanımlama terimi olarak görece son dönemlerde yaygın bir şekilde kullanılmaya başlanmış bir fenomen olsa da, “queer”, aslında on dokuzuncu yüzyılda bu yana eşcinselliğin anlamsal kuvvet alanını oluştura gelmiş bir dizi sözcükten sadece biri.”

İnsanlığın gitmek istediği kestirme yolların eninde sonunda uzun yollara bağlanma sebebi kavramların asıl anlamını bulma yolculuğunun bir parçası değil de nedir?  Queer bölümünün alt başlıkları, içeriğiyle beraber queer kavramının olasılıklar alanının gelinen noktada ne kadar da genişlediğini bize gösteriyor.  Kavramla ilgili bilgilerimizin tazelenmesinin yanı sıra, başlangıç aşamasında ve gelişirken üzerine yıkılmak veya yapıştırılmak istenen normları nasıl parçaladığını ve geldiği noktada kendini ifade eden yeni tanımıyla eşcinselliğin ötesinde artık tüm hayat şartlarına karşı kullanılabilir bir terim olduğunu  anlıyoruz. Çünkü queer kapsamına giren teorilerin kaydettiği ilerleme asla çekişmesiz olmamış. Çünkü tüm normlar “normal” olarak atfedilen şeyler üzerine kurulu!

Kitabın adı, Queer Teori: bir giriş olmasına ve bu bilgileri kapsamasına rağmen kavramın klasik lezbiyen, gey oluşumlarından, düşüncelerinden ve akademik anlamda üzerinde söylenen sözlerden, yazılan kitaplardan farklı bir noktaya geldiğini okuyoruz. Queer Teori geldiği noktada tanımını ve anlamını aşar şekilde bireysel ve toplumsal alandaki her bir normale anti tezler üreterek değişimlerde nasıl da etkili olduğunu artık iyice belli etmekte.  Kitap dikkatimizi şu yöne çekiyor: queer eşzamanlı olarak hem ileriye hem de geriye yönelik bir hareket olmasıyla, sadece daha geleneksel lezbiyen ve gey çalışmalarının evrimsel genişlemesi değil, aynı zamanda onun illegal öncülü olarak tanımlanmaktadır, denerek ekleniyor; “Bu kitap queeri tartışmasız bir şekilde ilerlemeci ya da gerici olarak tasvir etmek yerine, queerin sabit bir değeri olmadığını savunmaktadır.”

Sabit bir değer olarak savunulmak istenmeyen queer kavramında arzu nasıl şeyleşir, queerin Marksizme giden yollarındaki taşlar nasıl örülmüştür, kavramın Marksizme bakışı nasıldır, nasıl olmalıdır ya da nasıl şekillenmelidir? 

Marksist tartışmalar ve queer teori; bu iki kavramı hiç yan yana görmüş müydünüz? Marksizm ve queer teoriyi yan yana getiren, toplumsal cinsiyet ve biyopolitika üzerine araştırmalar yürüten Kevin Floyd iki kavram arasında meydana gelen yakınlık ve uzaklıkları düşünmemizi sağlıyor. İstiyor da diyebiliriz. Kökeninde insanlığın varoluşsal sebeplerini ve zamanla oluşan varoluşsal akışını inceleyen iki düşünsel kavramı zaman zaman birlikte zaman zaman ayrıştırarak inceleyen Floyd; sermaye, cinsellik ve bilginin konumları üzerine giriş yaparak kitaba başlıyor. Fakat Queer Marksizme Doğru kitabının ana izleğini bölüm başlıkları arasında daha fazla ilerlemeden yazmak isterim: 20. Yüzyıl itibariyle başlayan, 21. yüzyıl süresince artık iyice belirginleşen toplumsal cinsiyetin cinsellikten ayrışmasını “arzunun şeyleşmesi” izleği ile açıklayan Floyd, söz konusu ayrışmanın kapitalist tahakküm tarafından dayatılan “toplumsal şeyleşme” dinamiğini nasıl da tetiklediğini konuyu kurumsal bağlamda ele alarak çözümlemeye çalışıyor.

1996 Aralığına gidiyoruz ve Judith Butler’ın bir akşam genel bir oturumda Sol kanat içerisinde yer alan muhafazakarların Marksizmi pekiştiren bazı hizipleşmelere gittiklerini söylemesiyle başlayan tartışmanın, Marksizm ve queer kavramının birbirini etkileyecek şekilde bir arada ve karşılıklı olarak ele alınma fitilinin ateşlendiğini öğreniyoruz. Judith Butler’ın bir akademisyen olarak en önemli özeliği queer kavramının ortaya çıkış sebeplerine ve oluşumuna karşılık maksadını aşar şekilde anlamlar yüklenmesi ve kullanılmasına her daim eleştirel yaklaşıp, söz konusu durumları asla kabul etmeyerek karşı çıkmasıdır. Querr kuramının Marksizm içerisindeki konumunu anti-heteronormatif bir bakış açısından yola çıkarak ele alan Butler, marksizim ile queer kuram arasındaki hizipleşmeye dikkat çekiyordu. Tartışmaya açık, itiraza açık, kavramlar üzerine yepyeni alanlar yaratan bir çıkıştı bu. Marksizmi işin içine katarak, Sol hareket işaret edilerek, altı çizilmek istenen hizipleşme savı cinselliğin sermaye ile ilişkisini özellikle de heteronormatifliğin sermaye ile ilişkisini düşünmenin ve çözmenin yeni yollarının aranması gerekliliğin önemini vurguluyordu.

Arzunun şeyleşmesi queer marksizme doğru gidilen yolda cinsiyetleri özgürleştirebilir miydi? Kevin Floyd Herbert Marcuse’un şeyleşme üzerine söylediği şu sözü hem eleştirir hem de alıntılar: “İnsan, şeyleşme önündeki en büyük zaferini, acı çekişteki en aşırı şeyleşmeyle elde eder.” Sol üzerindeki Marksizm etkisi yeni Sol’un oluşmasıyla ortaya çıkan toplumsal cinsiyet kavramının yeni bir etki yaratmayacağı gerçeği cinsiyetçiliği, arzularımızdaki şeyleşmeyi, queer teoremin, yani söz konusu tüm kavramların hizipleşmesi adına bir davetiyeden başka bir şey değildir.   

Çok güçlü, tartışmaya çok açık, su kaldırır taraflarının çokluğuyla önümüzdeki yıllar ve yüzyıllar süresince birçok değişime, dönüşüme uğrayacak olmalarının yanı sıra ters düşecek olmalarına da rağmen yolculuklarına devam etmeleri Marksizm ve Queer Teori’nin neden bir araya geldiğini bize açıklıyor.   

Queer Teori’yi Niçin Anlatıyoruz?

Anlatmak zorunda olduğumuz için. Çünkü Queer Teori artık sadece cinsel yönelimlerin (Lezbiyenlik, geylik, transseksüellik vb.) açıklayıcısı, savunucusu değil toplumdaki tüm pozitif ayrımcılıklara; yani cinsiyetçi, kültürel, dilsel, ırksal ayrımcılıklara karşı söz söyleyen, daha da önemlisi eylemde olan  yapısıyla, karşı koyuşuyla varlığını sürdürmekte.

Yazının girişinde uzun tutarak alıntıladığım mitsel öyküden itibaren ele alacak olursak üzerine düşündüğümüz, araştırma yaptığımız ve eylem içerisinde olduğumuz tüm kavramlar, fakat özellikle “Queer Teori”  kavramı bütünlüğü bozularak heteroseksist bir kültürün içine doğan insanların kaybettiğinin farkına bile varamadığı diğer yarısının, yani homoseksüelitesinin, tutul(a)mayan yasını anlatır.  Judith Butler söz konusu durumu; toplumsal, kültürel, politik yapının her an yeniden ürettiği heteroseksist bir kültürün içinde homoseksüelite başından beri kayıp, yasaklanmış olduğu için adlandırılamaz, dolayısıyla da tuttuğu “yas” kalıcıdır diye açıklar. Bu “kalıcı yastan” dolayı hep ve daima özdeşleşmek isteriz. Özdeşiriz evet, fakat yas hiç bitmez. Bütünlüğümüz bozularak kaybettiğimiz yarımız başta olmak üzere, arzumuz hep imkansıza olacaktır çünkü. Bu yüzden queer teoriyi başlatır ve giriş yaparız. Bu yüzden Marksizm ve Queer Kavramı’nın yolları kesişir. Bu yüzden bedenlerimiz uçuş uçuş uçuşmaktadır.

Kaos GL & NotaBene Yayınları’nın başta editörleri olmak üzere tüm ekibine; Queer Teori seçkisiyle yayınlanan tüm kitaplara çevirileriyle değeri hiçbir şeyle ölçemeyeceğimiz katkılar sağlayan Kevser Güler, Ali Toprak, Pınar Büyüktaş ve T.Onur Çimen başta olmak üzere emeği geçen herkese teşekkür ederim. 

*Mitik öykü İsmail Gezgin’in Homo Narrans / İnsan Niçin Anlatır kitabından alıntılanmıştır.

#queer #teori #loveislove #marksizm #Queer #judithbutler

SON YAZILAR

Dünyanın Öteki Yüzü: Genç yazardan alışılmışın dışında hayaller kur(dur)an öyküler

EdebiyatHaber’de gerçekleştirdiği Yazarın Odası söyleşileriyle tanıdığımız Meltem Dağcı’nın ilk öykü kitabı Dünyanın Öteki Yüzü, İthaki Yayınları’ndan çıktı. Yetmiş yaşına geldiğinde ölüm şeklini seçme özgürlüğüne kavuşan kadınlar,...

Yeryüzüne Dayanabilmek…

Düşünüyorum da acaba neden yazıyoruz?  Hele ki günümüzde hiç kimsenin doğru dürüst okumadığını bilirken... O halde sadece kendimizi tatmin etmek için mi yazıyoruz? Yoksa bu, karşı...

Hayalleri yarım kalmadı sadece korktular ama susmadılar…

Farkında olduğum şey sadece buydu; bir sistem tutturulmuş ve o sistemin onları koruduğuna inanan birkaç fanatiğin zaman içerisindeki kontrolsüz baskısının sonuçlarını izliyorum şu dünyada aklımı...

Öngörülemeyenler üstüne; kişisel bellek, büyük veri ve algoritmalara dair

Yapay zekanın ve algoritmaların telefonlarda ortam dinlemesi yaptığı hepimizin bildiği ama çokça dile getirilmeyen ya da tartışılmayan bir durum halini aldı. Varsayalım, arkadaşlarımızla konuşuyoruz: “Ne...

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol