Şega, Mişa’yla buluşmadan önce onun sesinde hissettiği belli belirsiz tınıdan bir sürprizle karşı karşıya olduğunu düşünüyordu. İkisi uzun yıllardır arkadaştı. Dört yaşında aynı eğitim merkezinin revirinde dizlerine pansuman yapılırken tanışmalarından beri… Kendilerini büyük birer insan olarak hissetmelerine daha birkaç yılları olsa da şimdiden gelecekte neler yapmayı istediklerini konuşmayı severlerdi. Belki sürpriz buna dair bir şeydi.
Mişa yanına geldiğinde Şega, hafif bir esintide sallanan yapraklar misali kıpır kıpır çevresine bakıyordu. Mişa çantasını açtığında aklından geçenin doğruluğundan emin pürdikkat gözlerini çantaya çevirdi. Şega’ya çok yakından bakan birisi çantadan bir kitap çıktığını görünce göz bebeklerinin büyüdüğünü görebilirdi. Şaşkın ve inanmaz gözlerle Şega’nın kendisine baktığını gören Mişa konuşmaya başladı.
“Biliyor musun bir zamanlar insanlar kadınlar ve erkekler diye ikiye ayrılıyormuş.”
“Saçmalama!”
“Saçmalamıyorum. Geçen gün okurken kitapta gördüm.”
“Sen her okuduğuna inanıyor musun?”
“İnanmam. Bu nedenle bununla ilgili bir araştırma yaptım. Öğrendim ki üç yüz yıl önce
insanların hayatlarında cinsiyet diye bir kavram varmış.”
“Cinsiyet mi o da ne?”
“İnsanları ayırmak için kullanılan bir şey.”
“Nasıl yani? İnsanları neden ayırıyorlarmış ve cinsiyet neye göre belirleniyormuş?”
“İnsanları neden ayırdıklarını anlamadım ama cinsiyet, organlara bakılarak karar verilen bir şeymiş.”
“Organlar mı? İyi de organlar herkeste farklıdır.”
“Öyle olduğunu ben de biliyorum ama eskiden rahim adı verilen organı olanlara kadın, rahimsizlere de erkek, denirmiş.” dedikten sonra Mişa, elini karnına, oradan da göbek deliğinin altına götürüyor.
“Bak burası. İnsanlar eskiden işte tam burada büyüyor ve sonra da doğuyormuş.”
“Doğmak mı? İnekler gibi mi? Sana inanmamı beklemiyorsun değil mi? Bence beni kandırmaya çalışıyorsun.” diyor Mişa. Sürpriz beklerken neler duyuyorum, diye düşünürken her şaşkın anında yaptığı gibi sağ kulağını kaşıyor.
Şega çantasından çıkardığı kitabı özenle açıyor. Böyle kitaplar, kıymetli eşya olduklarından onları bulmak oldukça zor.
“Kitabı çantanda taşımamalısın. Ona bir zarar gelebilir.” diyor Şega. Şega’nın birden
telaşlanması karşısında Mişa onu sakinleştirmek için çantasının içini gösteriyor.
“Merak etme. Bak, çantama çok dikkatli koyuyorum. Basılı Eserler Müzesi’nden ödünç aldım. İnsanlık tarihiyle ilgileniyorum. Müzeye gidip, kitapların arasında saatler geçiriyorum. Kitapların çoğu, şimdilerde hiç önemi olmayan pek çok saçmalıktan bahsediyor. Üç yüz yıl önce Dünya hayal bile edemeyeceğimiz kadar tuhaf bir yermiş.”
Şega ve Mişa uzun uzun kitabı inceliyor.
“Tüm bunların gerçek olduğuna hâlâ inanamıyorum,” diyor Şega.
“İlk başta ben de senin gibiydim. Olanları anlamakta zorlanıyordum. Düşünsene, Dünya o zamanlar sürekli bölünüyormuş. Diller, cinsiyetler, siyasi yönelimler…”
“Dil mi? Cinsiyet mi? Siyasi yönelim mi? Bunlar da ne demek?” diye soruyor Şega.
“Eski dünyadan kalma şeyler işte. Tüm bunlar YAZ’dan öncesiyle ilgiliymiş. En anlamadığım siyaset, bir mantığı yok sanki ama bir zamanlar sadece bir grup insanın çıkarı için Dünyamızda savaş denen şeylere bile yol açıyormuş. Dünya Savaşları olmuş ve milyonlarca insan ölmüş. ”
“Yapay Zekadan öncesi olabileceğini hiç düşünmemiştim.” diyor Şega. Şimdi sen tutmuş birden patlayan ve poyraza dönen havanın göz gözü görünmez kılması benzeri içimde bir kasırga yaratmaya çalışıyorsun Mişa.”
“Üç yüz yıl önce Yapay Zeka’nın değil, insanların yönettiği bir dünya varmış ve bu dünyada senin şimdiye kadar hiç duymadığın, katliam, açlık, sömürü gibi korkunç şeyler oluyormuş.”
“Of ya!” diyor Şega. “Sen beni anlamıyor musun? YAZ’dan önce şöyleymiş. YAZ’dan
önce böyleymiş. Anlattığın şeyler bana korkunç görünüyor. Bunlar ilgimi çekseydi gider korku filmleri kulübüne yazılırdım.”
Şega nazik hareketlerle önündeki kitabı kapatıyor. O çok sevdiği, belli belirsiz kitap kokusunu içine çektikten sonra sanki önündeki bir kitap kapağı değil de bir çocuğun başıymış gibi cildini okşuyor. Özenli hareketlerle kitabı çantasına yerleştiriyor. Şega sürprizin kaldırılmasından memnun. Çok sürmüyor Mişa da müze müdürüne yaptığı bir espriyi anlatmaya başlıyor. Beraber attıkları gülücükler, distopya kasvetindeki lokalin havasıyla tezat oluşturuyor. Aldırışsızlar. Pencerelerden süzülüp, içeriye dolan gün ışığının sıcaklığında erimiş ve geçmişten azade.