Ana SayfaKültür & SanatÖyküÇiy damlası | Öykü

Çiy damlası | Öykü

-

Güneş Hoca yine saçma sapan atıp tutmaya başlıyor. Dayanamayıp söz alıyorum. Bu sefer Zeus gibi şimşeklerini bana çeviriyor. Tam yerimden fırlayıp sınıftan çıkacağım. “Çiy damlası ol, lütfen çiy damlası ol.” diye seslendiğini duyuyorum Rafet’in. Hoca kafasına tebeşir fırlatıyor. Sabah, giydiği gömleğe de gıcık olup laf söylemişti demek ki bu an için fırsat kolluyormuş.

Rafet masasının üstüne yatıyor, pencereden dışarıyı izliyor. Dönüp Rafet’e bakıyoruz. Pencereden bir kuş giriyor. Hoca panik. Yağmur başlıyor. Zil çalıyor. Kuş sanki teneffüsü beklemiş gibi açık pencereden uçuyor. “Yağmur saçlı kız hadi dışarıya çıkalım.” diyor tahta bacak. Sınıfa ilk geldiğimde de bana “hoş geldin yağmur saçlı kız.” demişti. “Bana tahta bacak derler, senin adın ne?” Sınıfta ilk tanıştığım da o olmuştu. O gün bugün çok iyi arkadaşız. Yine de onun beni, benim onu sevdiğimden daha çok sevdiğini sanıyorum. Ne de olsa onun bir bacağı, benimse kalbim yok.

Sınıftan çıkıyoruz. Çünkü şu saçma sapan tebeşir mevzusunu konuşmak istiyoruz. Çıkarken göz ucuyla Rafet’e bakıyoruz. Hâlâ dışarıyı izliyor. Çiy damlası olduğumu düşünsem acaba mutlu olur mu, diye geçiyor aklımdan ama nasıl çiy damlası olunacağını bilmiyorum. O çok iyi ve hepimiz onu çok seviyoruz. Bazı hocalar ona hayran, bazılarıysa ondan nefret ediyor. Güneş Hoca da onlardan biri, hoş o sanki herkesten, her şeyden nefret ediyor. Kızlarla bir çember olup, mevzuya dair bir plan yapıyoruz. Çemberin ortasında ellerimizi birleştirip, “söz” diye ant içip, ellerimizi ayırıyoruz.

Hayal kurmayı seviyorum. Rafet’i de hep nedense beyaz bir önlükle hepimizin kalplerini kaldırdığı sıra sıra camdan küp benzeri dolapların önünde hayal ediyorum. Hepimiz sanki onun gezegeninin gülüyüz. O küplerde havada asılıymış gibi duran kalplerimize bakıp eldivenlerini giyiyor ve yeni bir kübe bir kalp koyuyor. Yüzlerce kalp aynı anda atıyor. Güp, güp, güp, güp…

Biraz önceki an gözlerimin önünde uçuşuyor. Öfkeden deliye döndüğümü görünce, “çiy damlası ol.” diyor ve hop kafasına bir tebeşir yiyor. Zil çalıyor. Sınıfta da herkes suskun, kimse konuşmuyor. Rafet’in de başı hâlâ sıranın üstünde dışarıyı izliyor. Hoca sınıfa giriyor. Çok geçmiyor Rafet’in başına küçücük bir kağıt düşüyor. Rafet oralı değil. Sonra bir tane daha ve bir tane daha. Ben de elimdeki küçücük kağıdı ona atıyorum. Kağıtlardan birini açıyor. İçinde bir kalp çizili. Başkasını açıyor yine aynı şey. Bütün kağıtları tek tek topluyor sırasının üstüne diziyor. Gözleri sevinçle doluyor ya da bana öyle geliyor. Bir daha aynı şey olursa tebeşiri de hocaya geri yollayacağız ama o bunu bilmiyor. Hoca yine aynı monoton, tekdüze ses tonuyla ders anlatıyor. Rafet kalp dolu rafların önünde bir kübü açıyor. İçinden aldığı kalbi bir başka kalbin yanına koyuyor.

Yağmur yağıyor.

Berekettir.

Nar çatladı.

Yine berekettir.

Ders her zamanki gibi tüm sıkıcılığıyla sürüp bitiyor. Çıkışta kızlar masal buluşmasına gitmeden yemek yiyeceklerinden bahsediyor onlara katılmıyorum. Böğürtlen toplamaya gideceğimi söylüyorum. Motoruma atlayıp sürmeye başlıyorum. Ne kadar uzak, o kadar iyi. Uzaklaşmak iyi geliyor. Bir kayanın üstüne oturup gün batımını izliyorum. Zulamdan bir sigara çıkarıp içiyorum. Saate bakıyorum. Tahta sıralı salonda toplanmaya başlamışlardır. Böğürtlenlerin arasına geçiyorum. Bunlar son böğürtlenler olmalı. Bir kaseye yakın böğürtlen topladıktan sonra cep telefonumu çıkarıyorum. Kızlar mesaj yollamış. “Sol yanım, hançer yanım neredesin, çık dikenlerin arasından, yanımıza gel.” diyorlar. Yağmurdan sonra bazı yaprakların üstünde kalan damlacıklar sanki parmak uçlarımı okşuyor.

Ashrama yiyecek götüremezsin. Ashramda yemek yenmez. Gitsem böğürtlenleri ne yapacağım? Dayanamayıp motora atlıyorum. Böğürtlenleri kapının önündeki masaya bırakıp içeriye geçiyorum. Gong vuruyor. Sessizlik oluyor. Masal başlıyor.

Vakitlerden bir vakit, zamanlardan bir zaman, yağmurun çok ama çok yağdığı bir akşam, oldukça şişman bir adam ekmek almaktan dönüyormuş. Yoluna yaşlıca bir adam çıkmış. ‘Yavrum çok açım biraz ekmek verir misin?’ demiş. Adam oralı bile olmamış. Yürümüş de yürümüş. Karşıdan kara bir köpek gelmiş. Öyle aç, öyle masum ve çaresiz gözlerle bakıyormuş ki gören onun çaresizliğine dayanamazmış. Adam ne yalvaran seslerine aldırmış ne de önüne bir lokma ekmek atmış. Yanından geçip gitmiş. Şimşek çakmış, gök gürlemiş.” Aynı anda gök gürleyince masalı anlatan Selma, “bu kadar mı tesadüf olur?” diyor hepimiz gülüyoruz. Devam ediyor: “Gök susmuş, ashram susmuş, ashramdakiler masalı dinlemeye devam etmiş. Adam az gitmiş, uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş. Kuşlar doluşmuş çevresine, yağmurdan her yer ıslakmış, kuşlar yiyecek hiçbir şey bulamıyormuş. Adamdan biraz kırıntı istemek için ötmüşler, çevresinde kanat çırpmışlar, ekmeğe hamle yapmışlar ama adamın umru bile değilmiş. Onları kovalayıp yoluna devam etmeyi seçmiş. O böyle yaptıkça hiç farkında olmadan küçülüyormuş. O küçüldükçe elindeki poşet büyüyormuş. O, elindeki ekmeğin büyüdüğünü sanıyor, kıs kıs gülüyormuş. İlerlemiş, küçülmüş, küçülmüş ilerlemiş. Gittikçe bollaşan elbiseleriyle, elindeki poşeti bile taşıyamaz olmuş. Bir an gelmiş elindeki poşet düşmüş. Adam suya yuvarlanmış. Yaşlı adam gelmiş, ekmekten bölmüş, afiyetle yemiş, doymuş gitmiş. Kara köpek gelmiş, ekmekten koparmış, yemiş gitmiş. Kuşlar üşüşmüş, kırıntıları yemiş doymuşlar. Adam, düştüğü su birikintisinde bir dala tutunmuş, kendine o daldan bir sal yapmış, içine düştüğü çamuru koca bir Dünya sanmış. Tuttuğunu sandığı balıklar da ekmeğinden arta kalan kırıntılarmış. Dünya dediğimiz de bir su küresiymiş. Kimine göre çamur, kimine göre derya deniz. Aldığımız nefes ne kadar ferahsa düşünceleriniz de o kadar ferahmış, düşüncelerimiz ne kadar ferahsa aldığınız nefes de o kadar ferahmış.” diye bitiriyor masalını Selma. Sonra soruyor; “masal anlatmak isteyen var mı?” Rafet el kaldırıyor. “Masal değil ama bir şey anlatmak istiyorum.” Onu davet ediyor Selma. Sağ avcunu açıyor. Bize gösteriyor. İçinde bir tebeşir, sol avcunu açıyor, bize gösteriyor. İçinde kalplerin olduğu küçücük kağıtlar. “İkisini de ömrümün sonuna kadar saklayacağım. Kurduğunuz planını duydum ve desteklemiyorum. Masaldaki adam gibi küçülmemek için çok çalışacağım, siz de çalışın.” diyor. Kafamın içinde Rafet’in arkasındaki ışıl ışıl kalp küplerinin hepsi birden kararıyor. Karanlıkta hiçbir şey görünmüyor.

Nefes pratiğine geçiyoruz. Her nefeste kapkaranlık kalp dolaplarını nefesimle açtığımı hayal ediyorum. Neyse ki hayal gücüm iyi, pratik bitmeden hepsi yine aydınlık saçıyor. Ashramdan çıkıyoruz. Herkes birer ikişer böğürtlenlerden alıyor. Böğürtlenlerden alıp sanki yerine tebeşir koyuyor. Eve gidiyorum. Aslında çok yorulmuşum hemen uyuyorum.

Rüyamda koca bir çiy damlası olmuşum. Bir su damlasıyım ve pırıl pırıl ışıldıyorum. Bir ses, “bırak artık çiy damlası olmayı, çiy toplamaya gideceğiz gelsene.” diyor, “bahçemizde çiçekler açtı gelsene.” “Eve dönmeliyim.” diyorum. “Çiy toplayalım dönersin.” diyor. Sonra ne oluyorsa Rafet beliriyor kalp dolaplarının önünde, “bütün kalpler burada, seninki nerede?” diye soruyor. “Hepsi ışıl ışıl benimkinin hangisi olduğunu nereden bileyim?” diye soruyorum. “Hadi, matın önünde bulaşalım.” diyor. Gözlerimi açıyorum. Matımda bir kedi uyuyor.

Zoomu açıp sabah pratiğine katılıyorum. “Bütünün hayrı için kendinin daha iyi bir hâline hazır mısın? Nefes al, nefes ver. Sahip olduğun tek şey andır, o da bu andır. Kaldır kollarını, esne geriye, uttanasana, ardha uttanasan, yarım yol açıl, omurga dik, karın toplanmış, bırak göbeğini üst bacağına, tut ayaklarını bileklerinden, açıl. Hisset bacaklarını, omurları yavaşça, üst üstte dizerek doğrul. En son, boyun, baş, gözler, takip…” Pratik bir saate yakın sürüyor. Biterken dinlenmeye geçiyoruz. Aklıma on yıl önce Güneş Hoca’nın yaptıkları ve o günlerde gördüğüm bir rüya geliyor. Acaba tahta bacağı mı arasam? Geçmesine izin ver diyor içimden bir ses. Nefes verip geçmesine izin veriyorum. Gözlerimi açıyorum. Telefonum çalıyor. “Güneş Hoca çok hastaymış, ziyaretine gideceğiz gelsene.” diyor Rafet. “Nasıl geleyim?” diyorum. “Ben bir çiy damlasıyım, güneşte fazla kalırsam buharlaşırım.” Gülüyoruz. Gülmek güzel.

*Ekranların savaş haberleriyle dolduğu bu günlerde bir tutam iyi gelmesi dileklerimle. Bu öyküyü yazmamda bana ilham veren Yogarama’da beraber pratiğe katıldığımız herkese ve Rafet’e teşekkürlerimle.

SON YAZILAR

Rüzgargülleri ve Duvarlar | Öykü

Artık cenaze törenlerine gitmiyorum. En son bizim güvenlik görevlisinin annesininkine gittim. Her zamanki gibi avlunun en ücra yerine gidip geleni gideni izlemeye başladım. Bir kadın,...

Ölenle Ölünmüyor | Öykü

Vallahi günler nasıl geçiyor hiç anlamıyorum Semra ablacığım. Düşündüm de ne kadar oldu rahmetliler gideli? Yedi bilemedin sekiz ay olmuştur. Senin torun bile yürüyecek neredeyse....

ÇOK RİCA EDİYORUM

  Bakın, ben dramaların hatta romantik komedilerin ayrılık, kavga, küslük sahnelerine dayanamam. İleriye sararım o sahneler bitsin diye.  Kavuşma, barışma sahnelerini ise defalarca izlerim. Hepsini değil...

Güncenin Çevirisi

Mehmet’le rüya gibi bir gecede Mozambik’te bir sahilde tanıştık. Dilbilimciydi. Epeyce içtiğimiz bir gece, yanından hiç ayırmadığı çantasından papirüsü andıran bir tomar çıkarıp “Bizden yüzlerce...

ÇOK OKUNANLAR

95,278BeğenenlerBeğen
17,593TakipçilerTakip Et
22,156TakipçilerTakip Et
243AboneAbone Ol