18’inci ve 19’uncu yüzyıl dünyası iki şeyle tanışmaktan oldukça memnun oldu: Alman felsefesi ve Fransız şiiri. Bu dönemde, aydınlanma, en sonunda meyvelerini vermeye başlamıştı. Ortaçağ’ın cehâlet yorgunluğu, yerini yavaş yavaş sanatçı enerjiye bırakıyordu. Fransızlar, tarihin en iyi şiir örneklerini veriyorlardı. İşte bu dönemde, belki de ilk taşı atan isimlerden birisi Charles Baudelaire‘di.
Arthur Rimbaud, Paul Verlaine, Guillaume Apollinaire gibi birçok Fransız şairinin doğduğu dönemin hemen öncesinde, Fransız şiirinin doruk noktalarının işaretlerini veriyor gibiydi Baudelaire. Fransız şiirinin bir ekol hâline gelmesi, şüphesiz ki onun öncülüğünde oldu. İsmi şiirle eş anlamlı kullanıldı yıllarca. Ve biz de onu ve onun şiirini anmayı bir borç bildik…
1821, Paris. Birçok Fransız entelektüeline ev sahipliği yapmış Paris sokakları, bu kez Baudelaire’i ağırlıyordu. Çocukluğu ve eğitim hayatı pek iyi geçmedi. Bu iyiye yorulabilirdi. Çünkü sorunlu bir çocukluk ve kötü bir öğrencilik, sanatçıyı en sanatçı yerinden doğuran şeylerdi. Baudelaire’i de doğurdu. Ve Baudelaire, 20. yüzyıl şiirine yön verecek eserler bırakacak yazın hayatına böylece başlamış oldu.
Sen, hür adam, seveceksin denizi her zaman;
Deniz aynandır senin, kendini seyredersin
Bakarken, akıp giden dalgaların ardından.
Sen de o kadar acı bir girdaba benzersin.
18. yüzyıl sonrası, Grotesk sanat hızla yükselirken, Baudelaire, şiirde Grotesk’in nasıl uygulanabileceği hakkında, sonraki dönem şairlerine bir ders veriyor gibidir. Şiirleri, birer şiir olmanın ötesinde bir ders niteliği taşır. Onun aykırı tavrı, şiire imgelem dinamiğini özenle yerleştirmesi, şiirdeki gerçekçi tarzı bir ânda değiştirmeye yetmiştir. Onun şiirleri, bizim şiir algımızın tekdüzeliğinden kurtuluşunu müjdeler.
sık sık eğlenmek için gemi adamları,
yakalarlar albatrosları, koca kuşları denizlerin,
geminin izindeki, miskin yoldaşları,
uçurumlarında kayan iç yakan genizlerin.
31 Ağustos, 1867. Fransız şiirini doğuran adam Baudelaire, zaten 1850 sonrası sağlık problemleri ile boğuşmaktadır. Gerek ruhsal anlamda, gerekse bedensel anlamda kötüye giden sağlığı, ona ancak 46 sene izin verir. İki senelik Belçika gezisi dönüşünde felç olan Baudelaire, Paris’te yaşama veda eder. Ardında ise yeni bir şiir tarzı ve ayyuka çıkacak bir şiir akımı bırakacaktır. Yaşamında, şiirleri ve kendisi pek de saygı görmeyen Baudelaire, ölümünden sonra kıymete biner. Hafızalarda birçok şiiri kalır. Belki de en çok, henüz yayımlanalı bir ay olmuşken yasaklanan ünlü şiiri Lânetlenmiş Kadınlar’ı:
Kıvancınızın buruk, doyumsuz kısırlığı
Susuzluğu dindirip derinizi geriyor,
Şehvetli teninizin öfkeli rüzgârları
Etinizi bir bayrak misali titretiyor.
İnsanlardan uzakta, gezginler, hükümlüler,
Koşun aç kurtlar gibi çöllere akın akın;
Yazgınızı kendiniz yazın, düzensiz ruhlar,
İçinizde kökleşen sonsuzluktan sakının!
Türkçe’de Baudelaire: Kötülük Çiçekleri (çev. Erdoğan Alkan)