İnsanlığın geldiği noktada, kavramların içini boşaltmak ve onları sık kullanmak artık popüler bir yöntem. Buna istinaden yazımın başlığına kızmak yerine benimsemenizi tercih ederim. Eğer insani sorumluluk çerçevemiz; ezilenlerden yana olmak, hakkı yenenlere destek olmak ve haksızlıklara kayıtsız şartsız karşı çıkmaksa ben bundan böyle genelde hayvanlara, özelde de tavuklara tam desteğim. Desteğe gereksinimi olanları benimseyip kendimizi onların yerine koyuyorsak, yani empati kuruyorsak; tavukların da bir eksiği olmadığına inanıyorum. Bundan böyle Hepimiz tavuğuz! desem kaçınız tavuk yemeyi bırakırsınız bilmiyorum ama yine de denemeye değer. Kansız doyduğunuzu bir düşünsenize…
Yıllarca severek ve isteyerek yedim; tavuğu da yumurtasını da, pek çoğumuz gibi. Bir gün internette yayılan bir görüntü bende farkındalık yarattı. Artık tavuk yiyemiyorum, midem kalkıyor, yüreğim kaldırmıyor ve inanın artık canım da çekmiyor. Zaten bir şeyden, o hiç ağzımızdan düşürmediğimiz vicdanınız vazgeçince onu artık “canınız da” istemiyor.
Vitamin yönünden zengin, protein deposu, enerji verici ve yatıştırıcı etkilerini (!) konuştuğumuz tavuğun; kahvaltıda yumurtasına, mangalda kanadına, pilavın yanında haşlamasına, hasta olduğumuzda çorbasına dayanamaz hatta bayılır pek çoğumuz. Ancak günümüz teknolojisi ve gelişkin insan beyninin geldiği nokta her zaman iyi sonuçlara tekabül etmiyor ne yazık ki. Doymamıza yetecek her şeyi bize sunan toprağı betonlarla donatıp gözümüzü bizim gibi hislere sahip hayvanlara dikmek de neyin nesi?
Bir canlı olarak tavuk
Mini mini koşan tavukları hayal etmek üzücü olmazdı eskiden yerken. İnsan egosu çocuğun merhametini alıp yerine kocaman bir cani koyuyor zamanla. Çocukken kıyamadığımız, oynadığımız hatta sohbet ettiğimiz tavukları büyümeye başladığımızda kemiriyoruz. Hiç düşünmeden. Çünkü düşünceliliğimize değil caniliğimize geliyor övgüler. Mertlik, cesaret, erkeklik, güçlü olmak için et yemek… Tabii övünüp durduğumuz aklı kullanmak zor olmasa gerek. Tavukların da çocukları var, hani o kahvaltıda haşlayıp, kızartıp yediklerimiz…
İnsan bu gücü ve yetkiyi kendinde nasıl buluyor gerçekten aklım almıyor. “Ama biz insanlar onlara bakıyoruz“, bu asla bir bahane olamaz. Keşke insanlar o hayvanlara bakmasa. Düşünsenize, çocuğunuza da bakıyorsunuz, gün geliyor dayınızın kızına da bakıyorsunuz, ama biraz büyüyüp ele gelince onları kesip yemiyorsunuz. Peki, tavuğun komşu çocuğundan, hala oğlundan ne farkı var? En önemli fark şu ki, o birileri size çocuğunu aklı ve bilinciyle emanet ediyor, ama siz tavuğu en baştan “gasp” ediyorsunuz. Kimse buna biraz bak demiyor. Kimse size bir tavuğu gönül rahatlığıyla yiyebileceğinizi söylemiyor. Onları köleleştiriyorsunuz, üremelerine öncü oluyorsunuz, sonra bazılarını kesip yiyorsunuz, bazılarını da üremeye devam etmesi için köle olarak yaşatmaya devam ediyorsunuz.
Endüstriyel tavuklar
Türkiye’de endüstriyel tavukçuluk İzmirli Henri Benazus tarafından geliştirilmiş. Benazus, tavukları 90 günde yetiştirip ancak bu sürede kesime gelebilen tavukları kesip satarmış. Sonrasında büyüyen kafeslerde hareketsiz kalan tavuklar 45 günde yetiştirilip satılmaya başlayınca Benazus iflas etmiş. Benazus’un “Bana değer veren ve kötülüğü hak etmeyen insanlara böyle bir kötülüğü yapamam” diyerek işi bırakması ise dünyadaki insanlara karşı iyi olan insan sayısının az değil sadece görünür olmadığını gösteren umut verici bir nokta, hafızama kazınan. Sonuçta tavuğun katledilmesi başka ve kocaman önem arz eden bir boyut. Ancak ben ufak da olsa “kazanıma sahip çıkmaktan” yanayım. Bu kararı etik olarak vermek ile sağlık için vermek arasındaki mesafe tartışılabilir ama bir şekilde uzak durulması hayvan özgürlüğü hareketi için zararlı değildir.
Tükettiğiniz tavuklar ortalama olarak 30 ila 45 günlük. Bununla beraber tavuğun doğası kıpır kıpır koşmak iken halihazırdaki tavukların yürümeye mecali yok, mümkün olup da karşılaşırsanız tabii. Fabrikalarda yetişen tavuklar, hem hareket edecek yeri olmadığından hem de kemikleri çok zayıf olduğundan hareketsiz bir yaşam sürüyorlar. Sağlıklı diye yiyorsanız, yanılıyorsunuz. Böyle bir sağlık yok. Bir başka canlının öldürülmesiyle gelen sağlık yerin dibine batsın.
Bunlara ek olarak, zihninizde oluştuğunu da tahmin ettiğim endüstriyel tavuğun zararlarından bahsedeceğim şimdi de. Henüz yumurtadan çıkmış bir civcive; kemikleri az, eti çok gelişsin ve bunlar esnasında da hasta olmasın diye antibiyotik veriliyor. Tavuk üreticileri bunun maliyetli olduğunu ve böyle bir uygulamanın yapılmadığını iddia ediyor fakat, aynı üreticiler tavukları “kesinlikle” GDO‘lu ürünlerle beslemediklerini de iddia ediyor. Ve aynı tavuk üreticileri dünyada üretilen soyanın yüzde 99,9’unun GDO’lu olduğunu da itiraf ediyor. Genelleme yapıp kalp kırmak istemem ancak, burda bir yalan olduğu apaçık ortada. GDO yani, genetiği değiştirilmiş organizma barındıran yiyeceklerin insan sağlığında telafi edilemez hasarlar açtığı artık hepimizce bilinmekte. Kansere yakalanma oranlarındaki artış, bağırsak hastalıkları, alerji ve henüz belirlenemeyen fakat öngörülen pek çok kalıcı zararla karşı karşıyayız. İlle de kurumsal bir kanıt isterseniz buyurun size en sevdiğimizden bir bukle: Wall Street Journal‘ın haberine göre; Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi tavuk etinde, kansere sebep olan, yüksek dozda arsenik bulunduğunu itiraf etti. Arseniğin tavuklara büyüme aşamasında, Pfizer adlı ilaç şirketinin ürettiği Roxarsone adlı ilaç ile, daha hızlı büyümesi için enjekte ediliyor. İnorganik arsenik, zararlılık açısından maddenin en tehlikeli hâli olarak biliniyor. Haberde tavuk etinde bulunan arseniğin; fetüs dönemindeki bebeklere ve genç bireylere “korkunç” seviyede nörolojik zararlar vereceği belirtiliyor.
Tavuk yetiştiricileri erkek civcivleri ne yapıyor?
Bildiğimiz gibi artık tavuklar tarlalarda koşup oynamak ve kümeslerinde uyumak suretiyle bir hayat yaşamıyorlar. Şanslı birkaç yüz tavuk dışındakiler hayata gözlerini fabrikasyon koşullarda açıyor. Yumurtadan çıktığı an yaratılmış gen haritalarının da yardımıyla dişi ve erkek civcivler ayrılıyor. Dişiler tavuk olup yumurtlamak ve kesilip yenmek üzere maddi bir vaat içerdiğinden bir süre daha yaşıyorlar. Erkek civcivler ise yenmediği ve yumurtlayamadıkları için imha ediliyorlar. Dişi civcivler de antibiyotik adı altındaki zehirler ile hem sağlıksız ve hızlandırılmış şartlarda büyütülüp zamansızca kesiliyor. Yani aslında dişi civcive de bir pozitif ayrımcılık söz konusu sayılmaz. Normal şartlarda 45 günlük bir tavuğun yumruk büyüklüğünde olması gerekirken günümüz tavukları bu sürede bir buçuk kiloya ulaşıyor. Bütün gününü ışıkta, günün bir saatini karanlıkta geçiren tavuğun psikolojik durumu, onu yiyenlere vereceği zararlar ve hayatın ne kadar kötüye gittiği aslında birbiriyle bağlantı sosyal bozulmalarımız.
Evet, erkek civcivlerin kimileri yakılıyor, kimileri karbonmonoksit gazına maruz bırakılarak öldürülüyor, kimi üst üste koyulmuş kasalarda boğulmaya bırakılıyor. Canlı canlı ezilip tavuklara ve hayvanat bahçelerindeki yabani kuşlara yem oluyorlar. Yani erkek olduğu için civcivi ez, sonra da annesine yedir, parayla sat hayvanat bahçesindeki kardeş türlere de yedir.
Bizi hayatta var eden, görünür ve farklı kılan seçimlerimiz, yargılarımız ve önyargılarımızdır. Çin’de insan yavrusu da diyebileceğimiz bebekleri haşlayıp yemek sizce ne kadar lezzetli, mantıklı ve iyi olabilir? Ya o köpek festivalleri? İçinize dokunuyor değil mi? İnsan yemeye yani yamyamlığa vahşet, iğrençlik olarak bakabiliyoruz fakat, tavuğu yemek, yavrusunu yemek, yavrusunu tavuğa yedirmek doğanın kanunu mu oluyor? Bu egoyu artık bir kenara bırakmak gerek.
Bu yazı tavuklar çerçevesinde yazıldı. Ancak sadece tavuklar değil pek çok hayvan etleri, sütleri, derileri için “fayda” adı altında sömürülüyor. Sömürüye ortak olmamak için vegan bir beslenme tarzını benimsemeli, empati yapmayı öğrenmeli ve egolarımızdan vazgeçmeliyiz!