Dünyadaki birçok tarihi hareket meramlarını anlatmak için üç anahtar kelime kullanmışlardır. Fransız Devrimi sırasında bu sözler “özgürlük, eşitlik, kardeşlik”, Amerikan Özgürlük Beyannamesi’nde ise “yaşam, özgürlük ve mutluluğu kovalama” kelimeleridir.
İki söylemin de ima ettiği şeyler birbirine çok yakındır. Bunlar insan yaşamı, insan özgürlüğü, insan eşitliği ve insan mutluluğudur. New Age hareketine adapte edilen kelimeler “zihin, beden, ruh” olarak karşımıza çıkar ve bunlar da insan zihni, insan bedeni, insan ruhu olarak karşılık bulur. Bu insanı evrenin merkezi kabul eden bir dünya görüşüdür.
Bu dünya görüşü artık geçerliliğini yitirmiştir; bizler kesinlikle diğer türlerle birbirimize bağımlıyız. Bizler tek bir dünya topluluğunun üyeleriyiz. Tüm gezegeni ve üzerindeki tüm canlıları kucaklayan bütünsel ve kapsayıcı bir birliktelik geliştirmeye ihtiyacımız var. Satish Kumar, bu aşamada yeni bir üçlü birlik kavramı öneriyor: Toprak, ruh/can, toplum. Toprak tümüyle dünyayı temsil ediyor. Toprak olmadan gıda olmaz ve gıda olmayan yerde yaşam, ağaçlar, ormanlar, hayvanlar ve insan var olamaz.
Eğitim sistemimizde bize şöyle öğretilir: Toprak temelde kir kavramıyla eşleştirilir ve kir de kirli demektir. Fakat kir kirli değildir; yaşamın kaynağıdır. Hatta o olmadan yaşamdan bahsedilemez.
Bizler toprağa bağlı ve bağımlıyız. Gıdasını yetiştiren birisi hakkında şunları düşünürüz: “Ah fakir adam, köylü, işçi- okuyamamış o yüzden gıda yetiştirmek zorunda.” Eğer tahsil gördüyseniz gıda yetiştirmezsiniz; araba, televizyon ya da bilgisayar imal edersiniz veya bankada/ofiste çalışırsınız. Bilgisayarlarımızın önünde otururuz ve gıdamız bir yerlerden gelir.
Köylü/rençper kelimesi bir hakarete dönüşmüştür. Bunu değiştirmemiz, toprağa olan saygıyı yeniden inşa etmemiz lazım. Toprağa dokunmalıyız. Bir gün içerisinde kaç kere cep telefonlarımıza dokunuyoruz? Defalarca! Köylülere, çiftçilere ve toprağa dokunanlara değer vermek zorundayız.
Toprak tarafından sağlanan bu sağlıklı yaşam ağının bir parçasıyız. Latince “humus” toprak manasına gelir. İnsan (human), tevazu (humility) ve toprak (humus) aynı kökten gelen kelimelerdir. İnsanlar toprakla olan temaslarını kaybettiler ve artık insan diye bir şey yok!
Ağaçların, hayvanların, bitkilerin, kayaların, dağların, ırmakların, solucanların, kelebeklerin, arılarının, hepsinin yaratılıştan gelen bir değerleri var. Oldukları gibi var olmaya hakları var. İnsan hakları konusunda konuşuyoruz ve bu konuda bir sıkıntı yok. Fakat doğanın da hakları var Ağaçların var olmaya hakları var. Doğanın haklarını fark ettiğimiz zaman “toprak” kelimesin de anlamını anlamış olacağız.
Üçlemedeki ikinci kavram ise ruh/can. Ruh göremediğimiz bir şeydir. İnsan vücuduna dokunabiliriz, sarılabiliriz, öpebiliriz ve hayran olabiliriz. Ruhu hissetmek için gözlerimizi kapatmamız lazım. Ağaçların, solucanların, hayvanların, insanların, hepsinin bir ruhu vardır. Toprak dışardan görünen, ruh ise içerde var olandır.
Toprağa özen gösterdiğimiz gibi ruha da özen göstermeliyiz. Fakat sadece yavaşladığımız zaman ruha önem verebiliriz. Kendinize zaman ayırın. Evrenin bütününü temsil ettiğinizi düşünün. Sizde olmayan bir şey evrende yoktur ve evrende olmayan şey de sizde yoktur. İnsan olarak siz topraksınız, ateşsiniz, havasınız, susunuz, hayal etmeksiniz, yaratıcılıksınız, bilinçsiniz, zamansınız, uzaysınız ve bunların hepsi ruhunuzda, genlerinizde ve hücrelerinizde mevcut.
Eğer evrene iyi bakmak istiyorsanız ruhunuzdan başlayın. Kendinize dikkat etmek, kendinizle uyum içerisinde olmak, kendinizle mutlu olmak, kendinizle bütün olmak kişisel farkındalık için gerekli, zorunlu olan şeylerdir. Gerçekten istediğiniz ve ihtiyacınız olan şeyler sizin içinizdedir. İçimizdeki bilgelikle dünyadaki tüm problemleri çözebilecek kapasitedeyiz.
Eğer güç, mal-mülk ve kargaşa istiyorsanız bu ruhunuza dokunmayı kaybettiğiniz içindir. Ve böylece ruhunuz aç ve boş kalır. Fakat bu boşluk bilgisayarla, arabayla ya da cep telefonuyla doldurulamaz. Yavaşlayın ve ruhunuza özen gösterin.
Üçlemenin son kelimesi ise toplum. Dünya topluluğunun üyesiyiz ve ayrıca insan topluluğunun da bir üyesiyiz. Eğer kendimi Avrupalı olarak düşünürsem diğerlerini Asyalı veya Afrikalı olarak görürüm. Eğer Budist isem diğerlerini Müslüman ya da Hristiyan olarak görürüm. Fakat kendimi insan olarak görürsem diğer herkesi de insan olarak görürüm.
Tüm toplumu kucaklamaya ihtiyacımız var. Hayal gücümüzle, şefkatimizle, yaratıcılığımız ve bağışlayıcılığımızla savaşların ve yoksulluğun yarattığı sosyal problemleri çözmemiz gerek! Müzakerelerle, dostlukla, kabul ederek, egodan uzaklaşarak tüm problemler çözülebilir. Eğer toprak, ruh ve topluma dair bütünsel bir bakış açımız olabilirse, eğer bütün canlıların birbirlerine bağlılığını anlayabilirsek ve solucandan insana tüm canlıların birbirine bağlı olduğunu anlayabilirsek kendimizle, diğer insanlarla ve doğayla uyum içerisinde yaşayabiliriz.
Kaynak: The Guardian