AIDS, HIV virüsünün varlığı ve yayılması sonucu bağışıklık sistemimizin çökerek daha az yada daha fazla tehlikeli hastalıkların sizi öldürmesini sağlayan duruma denir. AIDS noktasına geldiğinizde AIDS’ten dolayı değil normalde başa çıkabileceğiniz başka hastalıklarla başa çıkamayarak ölebilirsiniz. AIDS, HIV virüsünün son aşamasıdır. Yani AIDS teşhisi konduğunda artık ciddi anlamda vaktiniz kalmamış olabilir.
AIDS, toplumumuzun ahlakçılığı nedeni ile hastalıktan mustarip kişiler tarafından gizlenmekte ve toplum tarafından AIDS olduğu bilinen kişiler dışlanmakta, AIDS’le ilgili şehir efsaneleri dönmekte.
Oysa AIDS’e karşı bir bilinç oluşturmak gerekir ama topluma göre seks ayıp olduğu için insanlar kendilerinde bu tip bir test yaptırmaktan bile çekinir hale gelmişlerdir. HIV virüsünü bulmamızı sağlayan Eliza testi oldukça kolay ve hatta ucuz bir yöntemdir. Özellikle Şişli Belediyesi Halk Sağlığı Merkezi oldukça uygun fiyata bu testi yapmaktadır.
AIDS’le ilgili genel bilgi verdik, benim için asıl konu AIDS veya diğer hastalıklar için ilaçlar geliştirilirken yapılan yasal ya da yasadışı, gayri meşru ilaç deneyleri. İlaç sektörü silah sanayinden daha önce gelen, daha yüksek kâr hacmine sahip ve daha tehlikeli bir sektördür. Birçok hastalığın tedavisinde olduğu gibi AIDS tedavisi için geliştirilecek ilaçlar için de hayvanlar, insanlar ve doğa katledilir ya da deney işkencesine maruz kalır.
Hayvanlar üzerinde yapılan deney işkencelerini zaten hepimiz biliyoruz ve buna karşı dünya çapında çok büyük kampanyalar yürütülüyor. Her şeyden önce, bir canlıya onun istemediği bir şeyi yapmak faşist bir tutumdur. Bu noktada her anti-faşistin bu tip tutumlara karşı çıkması gerekir. Hayvan deneyleri üzerine konuştuğum, tartıştığım insanların neredeyse tamamı türcü. İnsan sağlığı için hayvanların feda edilebileceğini savunurlar. Ben de bunun üzerine onlara ilaç sanayinin sadece hayvanları değil insanları da bu deneylerde öldürdüğünü, sakat bıraktığını ve kullandığını anlatmak için araştırmalara başladım. Araştırmaların sonuçları korkunçtu.
İlaçlar piyasaya sürülmeden önce 3 aşamadan geçiyor
İlacın keşfi: İlaç adayı moleküller farmakolojik özelliklerine göre seçilir. (Yapay hücre deneyleri vb.)
Preklinik dönem: Deney hayvanları ve in vitro çalışmaları içerir (toksisite testleri, farmakokinetik analizler ve formülasyon geliştirilmesi gibi).
Klinik dönem: Sağlıklı gönüllü ve hastalarda preklinik aşamadan geçen bileşikler etkinlik ve advers etkiler açısından test edilir.
Burada bizi asıl ilgilendiren 2 ve 3’üncü aşamalar. Çünkü bu aşamalar insan ve hayvanların kıyasıya sömürüldüğü, esaret altında tutulduğu ve katledildiği aşamalardır. 2’inci aşama işin en karanlık tarafı. İkinci aşama, hayvanların ve insanların hatta bazen ağaçların ve bitkilerin hayatlarının çalınması anlamına geliyor. Ben bu durumu şöyle tanımlıyorum: İlaç şirketleri kimsesizlerin ya da fakirlerin sağlığını çalarak zenginlere satar.
FDA, Amerika Birleşik Devletleri’nin Sağlık Bakanlığı’na bağlı; gıda, diyet eklentileri, ilaç, biyolojik medikal ürünler, kan ürünleri, medikal araçlar, radyasyon yayan aletler, veteriner aletleri ve kozmetiklerden sorumlu bürosudur. FDA kısaltmasının açılımı U.S. Food and Drug Administration olup, Türkçe “Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi” olarak ifade edilebilir. FDA ilaç konusunda onay veren kurumdur. İlaç sektörünü dünya çapında yönlendirme kabiliyeti vardır ve FDA insan ya da hayvan sağlığını değil yalnızca parayı ve zenginlerin sağlığını düşünür.
Geçtiğimiz yıllarda AIDS tedavisini ve kısmen de olsa transfobiyi konu almış olan Dallas Buyers Club adlı film FDA’nın gerçek yüzünü ortaya koymayı denemiş bir yapıttır. İzlemenizi öneririm.
FDA içinde ilaç şirketlerinin bürokratlarını bulunduran bir kurumdur ve ilaç şirketleri yararına karar alırlar ayrıca ilaç şirketlerinin zararına olacak durumlara karşı devleti ve yasaları kullanarak durumu ortadan kaldırırlar.
Bunun dışında ABD de senatör satın almak-kiralamak çok yaygındır. Yeteri kadar paranız var ise bazı senatörlere para verirsiniz, onlar da sizlerin istediği yasaları (tabii çok uçuk yasalar değilse) senatoya sunar ve sizin yararınıza yasa çıkarmaya çalışır ve sizin yararınıza lobi faaliyeti yürütürler. Eğer birden fazla senatörünüz var ise yasa yapma konusunda halktan çok çok üstünsünüz demektir. Bu da aslında demokrasinin ne kadar faşizan bir yöntem olduğunu gösterir ki bu ayrı bir konudur. İlaç sektörünün birçok ülkenin senatosu ya da parlamentosunda onlarca senatörü, bürokratı ve milletvekili vardır. Bu kişiler sayesinde ilaç sektörü dünyanın birçok yerinde istediği gibi hak ihlal edebilir, kimseye hesap vermeden. Hatta gerektiğinde hesap sormak isteyen STK veya kişileri hapse tıktırır ya da çeşitli baskılarla susturabilir.
İlaç sektörünün terörizmi sadece bürokrasi ile sınırlı değil. Şimdi sıkı durun! Türkiye’de Ocak 2007 – Aralık 2010 tarihleri arasında yapılan ilaç deneylerinde kobay olan binlerce kişiden 893’ü hayatını kaybetti. Peki, bundan dolayı hiçbir ilaç şirketi para cezası aldı mı? Hayır. İşte tüm bu bürokratik lobi faaliyetleri bu tip başarısızlıklarda ilaç şirketini kurtarmaya da yarıyor.
The Independent’in verilerine göre Bu rakam Hindistan’da bin 700’ü aşarken Meksika’da da bin 500’e yakın kobayın öldüğü belirtildi. Gazete, sadece Hindistan’da bir yıl içinde gerçekleşen bin 600 klinik deneyde 150 bin kişinin para karşılığı ya da tedavi umuduyla kobay olmayı kabul ettiğini yazdı. Habere göre, yasaların çok gevşek olduğu Hindistan’da bu kobaylar arasında okul çağındaki genç kadınlar da bulunuyordu ve 13 yaşındaki Sarita adlı bir genç kız, ailesinin bilgisi dışında kobay olarak kullanılırken akciğerlerinin iflas etmesi sonucu hayatını kaybetti.
Dikkat ederseniz kobay deneyleri konusunda 3. dünya ülkeleri seçiliyor. Çünkü orada insan canı daha ucuz. Gerektiğinde kurbanın ailesine, devletin bazı mercilerine yüklü rüşvetler ve tazminatlar ödeyerek işin içinden çıkabiliyorsunuz ve deneylere hiçbir şey olmamış gibi devam edebiliyorsunuz. Fakat Avrupa ya da ABD gibi bölgelerde bu durum daha büyük cezalara ve deneylerin sekteye uğramasına neden olabiliyor. Ama durun! İlaç şirketleri onun da çaresini bulmuş. Yer altı laboratuvarları. Bu laboratuvarlar bağımsız gibi görünen ama ilaç şirketleri için çalışan illegal görünümlü ama aslında devletin müsaade ettiği laboratuvarlardır. Burada organ mafyası aracılığı ile kaçırılan çocuklar ve insanlar deneye tabi tutuluyor. Özellikle kimsesizleri seçiyorlar ki kaçırdıkları kişiyi kimse arayıp bulmaya kalkmasın.
Hayvanları ve sokak insanlarını ve sokak çocuklarını kimse umursamaz, onların tamamı kimsesizdir. İşte bu yüzden ilaç endüstrisi için kimsesizlerin sağlığını çalıp zenginlere satan endüstridir diyorum. Örneğin, asla kanser olmayacak bir fareye kanser enjekte edip sonra onun üzerinde kanser ilacı testi yaparsanız ne olur? İlaç sınavı geçer çünkü fare asla kanser olmamıştır. Bu deneylerin aslında yarısından fazlası da ilaç sanayi için bile anlamsızdır. Başka bir örnek de şu; bazı bilim insanları maymunları annelerinden ayırmışlar, amaçları maymunların annelerini özleyip özlemediğini tespit etmekmiş. Cevap tahmin edeceğiniz üzere, özlüyorlar… Peki, bu insanlar farkında değiller mi bu yaptıklarının? Tabii ki farkındalar ama deney sektörü de büyük bir sektör. Bir sürü gerekli ya da gereksiz deney yapılmalı ki para dönmeye devam etsin.
Değinmek istediğim başka bir konu ise Dünya Sağlık Örgütü’nün 2003 verilerine göre piyasada bulunan 200 bini aşkın ilaçtan yalnızca 240 adedi gerçekten ihtiyacımız olan ilaçlar. Geri kalan binlerce ilaç yalnızca bize reklamlar, bilim, tıp gibi araçlar vasıtası ile satılan ürünler ve gereksizler.
Vermek istediğim diğer bilgi ise FDA’nın kendini teşhir eder nitelikte bir bilgisini barındırıyor: 2004 Amerikan Gıda ve İlaç Dairesi (FDA) raporuna göre hayvan deneylerinden geçen 10 ilaçtan 9’u insanlar için tehlikeli veya faydasızdır. Bunun en büyük sebebi, insan hastalıklarının yüzde 98’ine hayvanlarda rastlanmamasıdır. İnsan ve hayvan fizyolojisinin birbiri ile alakasız olduğu gerçeği ilaç endüstrisi tarafından bilinçli olarak geri plana itilir. En basit örnekle, pire insan vücudunda yaşayamaz çünkü insan vücudu kedi ya da köpek kadar sık tüylere sahip değildir.
İlaç endüstrisi alım gücü olanlar için kimsesizleri sömürüp katlederken çok yaratıcı yöntemlere başvurur. Örneğin Afrika’da AIDS’ten kırılan insanlara yeni ve AIDS ile alakasız ilaçlarını AIDS ilacı adı altında ücretsiz olarak dağıtır, insanlar bunu dertlerine deva olacak bir şey sandığı için direkt olarak kullanırlar ve bu sırada şirketlerin doktorları hastaları gözlemleyerek yeni ilaçlarının etkilerini test etmiş olurlar. Bu durumdan dolayı ölenler olursa tazminatı ilaç şirketi değil devlet verir tabii devlet de o parayı ilaç şirketinden alır. Burada ilaç şirketi ölenin ailesi ile muhatap olmaz ki hisseleri değer kaybetmesin, marka değeri düşmesin. Pfizer adlı ilaç şirketinin Afrika’da yaptığı deneylerde 5 çocuk hayatını kaybetmiştir. Konuyla ilgili dava açılmış ve Amerika’da sürmektedir. Ama yüzbinlerce ölümün devlet ve şirketler tarafından üstü kapatılmıştır.
İlaç şirketlerinin tek düşündüğü şey daha fazla para kazanmaktır. Bunun için insan, hayvan, orman ayırt etmeden saldırır ve katlederler. Bayer’in CEO’su olan Marijn Dekkers 67 bin dolarlık kanser ilacı için “Biz bu ilacı fakirler için değil zenginler için yaptık” dedi.
Bunun dışında çok pahalı olan HPV aşısını sıradan bir SGK’lının yaptırması pek mümkün değil. Bunun için ekstra 1000 TL ödemeniz gerekmekte. Bu aşı kadınlarda rahim ağzı kanserini yok ediyor ama tabii ki ilaç şirketleri ve devlet için önemli olan sizin kanser olmamanız değil para verip vermediğinizdir.
İlaç şirketlerinin son kurbanı ise bizleriz. Şu an umutsuz bir hastalığın pençesinde kıvrananlar veya gelecekte buna yakalanacak olanlarımız. Hastaneler tüm kanser hastalarına neredeyse tüm kanser ilaçlarını sözleşme imzalatarak verir. Bu sözleşmede hasta, tüm sorumluluğu kabul etmektedir ve ölür ya da sakat kalırsa ilaç şirketinden tazminat isteyemez ya da onlara dava açamaz. Bu da devletlere ait ve halk yararına olması gereken hastanelerin nasıl ilaç şirketlerinin emrinde olduğunun kanıtıdır. Kanser ya da AIDS’in ilacı yok ise doktorların size verdikleri bunca ilaç ne? Cevap: Deneme aşamasındaki ilaçlar. Neredeyse tüm kanser ve AIDS hastaları denek olarak kullanılmaktadır ve bunun farkında değildirler.
Anlayabileceğiniz üzere ilaç endüstrisi silah sanayinden daha tehlikeli ve daha büyüktür. Fakat yine de gıda endüstrisi kadar büyük ve tehlikeli değildir. Unutmamak gerekir ki birçok hastalığın sebebi yediklerimizdir. Kimse bize et yediğimiz için hastalandığımızı söylemez çünkü bu gıda endüstrisinin zararına olur. Gıda endüstrisi bizi zehirler, ilaç endüstrisi panzehir satar, devletler savaşır böylece ekonomik döngü sağlanır. Kapitalizm insan, hayvan, orman, su, dağ tepe ayırt etmeksizin doludizgin sömürür ve katleder.
Ben, sistem tarafından bilinçli olarak hayvanlarla yabancılaştırıldığımızı düşünüyorum. Çünkü onlardan ne kadar uzaksak ve kendimizden görmüyorsak onların çektiği acılara o kadar duyarsızlaşırız. Bu sırada zenginler ve zalimler onlar üzerinde istediği hak ihlalini, tecavüzü, katliamı gerçekleştirebilir. Bu tüm ayrımcılıklar için geçerlidir. Bir mağdura bakıp onun için “ama o da …” dediğiniz an zalimin yanında yer alırsınız. Hayvanlar, Kürtler, Ermeniler, ormanlar, nehirler, kadınlar, LGBTİ bireyleri erkin doludizgin saldırısı ve sömürüsü altındayken onlara ne kadar uzaksak çığlıklarını o kadar duymayız. Bu yüzden mezbahalar şehrin dışındadır, bu yüzden tecavüzler kapalı kapılar ya da ıssız yerlerde gerçekleştirilir, bu yüzden laboratuvarlara elinizi kolunuzu sallayarak giremez ve görüntü alamazsınız: Onların acılarını hissetmeyin diye.
Kaynakça: Milliyet, Sosyal Savaş, Teb Akademi, Vatan, Wikipedia