1970’lerde ilk kez kullanılan ekofeminizm sözü, bugüne gelindikçe daha net bir hâl alıyor. Daha doğrusu bu teorinin doğruluğu, feminist mücadele ile yeşil mücadelenin birleşmesinin gerekliliği daha çok ortaya çıkıyor. Ezilen, tahrip edilen doğa ile köleleştirilen kadının militarizm, kapitalizm gibi aynı egemenlerce tahakküm altına alınması, özgürleşmenin de birbirine bağlı olduğunu gösteriyor.
Şöyle ki tarih boyunca kadın doğaya, erkek kültüre yakın görülmüştü. Bunun en büyük nedeni erkek egemen sistemin kendini üstün görmesi, doğayı tahakküm altına almayı düşünmesiydi. Nitekim yeşil mücadele, kadın ile bambaşka bir boyut kazandı. Zira açık ki tahakkümü, hâliyle patriyarkayı, kapitalizmi yenmek, kadın ve doğanın özgürleşmesiyle gerçekleşecek!
Ekofeminist teorinin temel ilkesi, kadınların egemenlik altına alınmalarıyla doğanın egemenlik altına alınmasının bir bütün oluşturduğudur. Ayrıntısıyla düşünüldüğünde bu teorinin gündelik pratiklerle ilgisi ortaya çıkmaktadır. Yasayı koyan, tarihi yazan ve tüm kontrol mekanizmalarını ele geçiren erkek, kural koyarken kendini hem kadından hem doğadan üstün görmüş ve doğayı, kadını egemenlik altına alan sistemi geliştirmiştir. Bu noktada Marti Kheel’in söyledikleri büyük ölçüde doğruluk taşımaktadır. Marti Kheel: “Ekofeministler suçlanmayı birincil olarak hak edenin erkek merkezli dünya görüşü olduğunu öne sürerler”. Ekofeministler için imtiyazlı yerlerinden ayrılması gerekenin basitçe “insanlar” değil ama erkekler ve eril dünya görüşüdür, demiştir.
Dünya tarihi boyunca erkek devletin kadına ve çevreye yaptıklarının göz önünde bulundurulması hâlinde, sorgulanması gereken görüş, eril dünya görüşüdür. Dağların yakılışında, yeşilin yok edilişinde, kadın katillerine “tahrik” indirimi verilişinde, kadın cinayetlerinde artışın yaşanmasında eril sistemin payı büyük olduğu için ekofeminizmin yaklaşımı gerçeklikle ilişkilendirilebilir. Beden sömürüsünün arttığı, eşitsizliklerin azalmadan devam ettiği, doğanın yok edilişinin sürdüğü dünyanın yeni sisteminde ise bu kurama duyulan ihtiyaç hâliyle artmaktadır.
Ekofeministler küreselleşmeye, yoksulluğa karşı uygulanan neoliberal politikalara da karşı olmuştur. Bu karşı oluş emek hareketleri için de önemlidir. O yüzden ekofeminist teorinin düşlediği dünyaya kavuşmak, evrende ezilen herkes için özgürlük getirecektir demek yanlış veya öznel bir ifade olmayacaktır. Bu noktada ekofeminizmin sorun olarak ele aldığı konular örnek teşkil etmektedir. Örneğin; ekofeminist kuramda hiyerarşinin ortaya çıkışı ile tahakkümün kökenlerinin sorgulanması önemli bir sorun olarak ele alınır. Ayrıca erkek egemen sistemde yaratılan kültür-akıl karşıtlığında doğa ve kadın özdeşliği kurulur. Bu bağlamda özgürleşme yolunda ve bu özgürlüğün her alana yayılması konusunda ekofeminizm, hem sorgulayıcı hem de çözüm üreticidir.
Ekofeminizmi anlamak için 2015’in son yedi ayında –ve belki de 2016’nın ilk günlerinde- yaşananlara bakmak dahi yeterli bir örnektir. Dargeçit, Cizre ve sayısı arttıkça artan ilçelerde yapılanlar ekofeminizmin neyi kastettiğini göstermektedir. Çünkü egemen güçler doğayı katlederken kadınları da katletmektedir. Bunu görmek için paylaşılan videoları, görselleri, oradaki kadınların tanıklıklarını dikkate almak gerekir. Her top atışında kuşların oradan oraya uçuşu, havanın kirli bir tozla kaplanışı ile ilgili Cizre’den gelen görüntü ve ardından buna sebep olanların kadınların ölümüne yol açması, ekolojik özgürlüğün ve kadın özgürlüğünün birbirine bağlılığını göstermekteydi.
Bu noktada bir kare vardır ki gerçekten böyle bir özdeşleştirme yapılmasının gereğini açıklamaktadır. Fotoğrafta bir at ve güvercinin cansız bedenleri yer almaktaydı. Bedeni teşhir edilen Ekin’i hatırlatıyorlardı. Onlar için erkek devlet tarafından yazılan yazgı benzerdi. Doğanın, hayvanın ve kadının yok oluşuna etki eden sistem aynıydı. Bu durum, özellikle bu coğrafyanın içerisinde ekofeminizmin farklı bir boyut kazanmasının gerekliliğini ortaya çıkardı. Ayrıca talan edilen coğrafyaların, tahrip edilen doğanın yeniden inşası, kadınların ikincil olarak süren yaşamlarının sonlanmasının ekofeminist mücadeleyi “öteki” olarak görülen coğrafyalara yaymakla yakından ilgisi vardır. Fakat Yeşil Yol projesinde, Suşehri’nde, Nusaybin’de, Cizre’de, tüm talan edilmelere karşı kadınların direnişi her yerdeyken ekofeminist mücadelenin, “öteki” ilan edilen alanların uzağında olduğunu söylemek yanlıştır. Hâliyle doğanın ve kadının özgürlüğünün yakalanacağı günlerin yakın olduğunu hissetmek son derece haklı bir ruhun hissidir.