Doktor, müzisyen, filozof, teolog, hayvansever, nükleer karşıtı aktivist olan bir insanın bu dünyaya verebileceği en değerli şeylerden birisini verdi Albert Schweitzer: Yaşama saygı felsefesi.
“Yaşama saygı, hayatta emin olduğumuz tek şeyin yaşadığımız ve yaşamımızı sürdürme isteğimiz olduğunu söyler. Bu, kendimizden başka tüm canlılarla paylaştığımız bir şeydir. Öyleyse tüm canlıların kardeşleriyiz ve kendimize gösterilmesini istediğimiz ilgi ve saygıyı onlara göstermek zorundayız.
Schweitzer, 14 Ocak 1875 yılında, o dönem Almanya sınırlarında şu an ise Fransa sınırları içerisinde bulunan Alsace’da doğdu. Çocukluğundan itibaren müziğe büyük bir ilgisi vardı ve org çalmaya başlayarak müzik hayatına başladı. Felsefe ve teoloji alanlarında doktorası olan Schweitzer müzik, doğa ve felsefe konularında önemli katkılarda bulundu. İki doktorası olmasına karşın Afrika’da doktor olma hayaliyle tıp eğitimine başladı. Tıp doktoru olduktan sonra Gabon’da kendi adında bir hastane kurarak yaşamını halkın sağlığına adadı.
“Tehlikeli bir dönemde yaşıyoruz, insan kendine hükmetmeyi öğrenmeden doğaya hükmetmeyi öğrendi” ifadesi ile insan-doğa ilişkisinden memnun olmadığını açıkça dile getirdi. Özellikle 17’nci yüzyıl Descartes felsefesinin toplum üzerindeki etkisinden oldukça rahatsızdı. İnsanın doğa üzerinde hakimiyet kurma isteğini bencil ve düşüncesiz bir hareket olarak yorumladı. İnsan yaşamının yaşanmaya değer olması için insanın çevresinde diğer canlılarında birlikte yaşaması gerektiği düşüncesinde olan Schweitzer, yaşama saygı felsefesinde canlılardan söz ederken tüm canlıları özne olarak kabul eder. Kendisinden önce hiç kimsenin yapmadığı şekilde insan-hayvan-doğa ilişkisindeki paradoksları kavramıştır.
İkinci Dünya Savaşı yıllarında hastanesinin bulunduğu Gabon, Lambaréné’de kaldı. Yaptığı çalışmalar ve yaşama saygı felsefesi, 1950’lerde sesini duyurmaya başlayan Kuzey Amerika hayvan sağlığı gruplarının mücadeleci dünyalarında yol gösterici bir nitelik taşıdı. Hayvan haklarını savunmaktan korkmayan kişiliği ile yaptıkları faaliyetler kamuoyunda yer bulamayan aktivistlere örnek oldu. Schweitzer’den sonra hayvan hakları savunucuları, kamuoyunun dikkatini çeken eylemlerde bulunmaya başladı. 1952 yılında insanlık ve dünya yararına yaptığı çalışmalardan dolayı kendisine Nobel Barış Ödülü verildi. Ödül kabul törenindeki konuşmasında önyargının ve ulusçuluğun bir kenara bırakılması gerektiğini, gerçek barışın ancak insanların diğer canlıların evrenselliğini kucaklaması ile olacağını söyledi.
Albert Schweitzer sanat-felsefe ilişkisine de ciddi bir biçimde hakimdir. Bir Bach uzmanı olan Schweitzer Johann Sebastian Bach adlı çalışmasında Bach’ı nesnel sanatçıların en büyüğü sayar. Aynı şekilde Bach’ı nesnellik konusunda Alman felsefesinin en büyük ismi saydığı Kant’a benzetir. İki isminde eserlerin kişisel olmayan özellikler sergilediklerini söyler. Richard Wagner’i ise Bach’ın karşısına öznel sanatçıların en büyüğü olarak koymuştur. Schweitzer, Wagner’in eserlerinde kendi kişiliğini yansıttığını belirtir, böylece sanatı ve sanatçıyı felsefenin perspektifinden görerek sanat felsefesinin vazgeçilmez isimlerinden birisi olur.
Albert Schweitzer 4 Eylül 1965 yılında Lambaréné’de bulunan kendi hastanesinde yaşamını yitirdi. Mücadeleci yaşamının ve felsefesinin etkileri birçok çevre ve hayvan hakkı mücadelesi veren topluluğun zeminini oluşturdu. Dünyaya bıraktığı birçok değerin ve eserin yanında bir de 72 binalı, günümüzde de kullanılmakta olan bir hastane bıraktı. Başarılı olmak ancak mutlulukla olabilir. Mutlu olmak için yaşamı sevmek gerekir. Yaşamı sevmek ise yalnızca insanı değil tüm canlıları severek ve onlara saygı duyarak mümkündür görüşünün bugüne gelmesini sağladı.