Domates artık önümüze tozlu, topraklı, yaralı bereli, ezik ya da çürük olarak gelmiyor. Genetiği ile oynamanın ya da zirai ilaç kullanmanın sağlığımız için zararlı olduğu söylenedursun, şekilleri eskisinden daha mükemmel, yarası beresi ya da üzerindeki benekleri artık yok. Ancak kokusunu kaybetti, tadını kaybetti. Besleyiciliği azalırken, daha çok kimyasal yüklendi.
Doğal olan, hem vitaminli olması hem bazen minik kurtçukları da içinde yaşatmasıydı… Hem şeklinin kusursuz olmaması hem mis gibi kokması…Doğal olan hem ezilebilmesi hem de yenebilecek kadar sağlam olmasıydı. Doğal olan aslında çürüyebilmesiydi, çürümeden yemekti bize düşen.
İneği şişiren, tavuğu tek kişilik hücrelere hapseden, elmadan kurdu domatesten kokusunu alan bizler, peki, kendimize neler yaptık?
Çok daha güzel giyiniyor, daha çok bakım yapıyoruz. Gençlik dönemi sivilcelerimizin izini fondötenle kapatıyor, yılların izini cerrahi müdahalelerle siliyoruz. Tüylerimizi artık o şekilde temiz hissettiğimiz için değil de mükemmel görünme kaygısı ile alıyoruz. Elbet şık giyinmek ve bakımlı olmak değil mesele, ama bizi tanımlayan başlıca etmen mükemmel görünmemiz olunca ne olduğumuza yabancılaşıyoruz. Çünkü bir parçamız eksik, bir parçamız kötü, bir parçamız başarısız, aynı zamanda bir yanımız iyi, bir yanımız başarılı… Reyonda mükemmel durması beklenen domatesler gibi kendimizden de aslında mükemmel görünmesini bekliyoruz. Bu da ne olduğumuzla ilgili gerçekçi olmayan algılara neden oluyor ve kendimizi kabulde zorlanıyoruz.
Başarısız olmak mesela. O artık kendimizde hiç görmek istemediğimiz bir şey. Başarının kendisi bir kaygı kaynağına döndü bu yüzden. Ve üzülmek, ağlamak ya da kırılmak için çok daha az zamanımız var sanki. Derinlerde bir yerlerde başkalarının yanında ağlamanın, üzülmenin ya da eksikliğimizi ifade etmenin kendilik değerimizi düşüreceğine inanıyoruz. Bu yüzden bizi ifade eden şeyler güçlü olmak, başarılı olmak, kazanmak gibi şeylere döndü. Fark etmeden içimizde bir yerleri fanus içine koyduk. Tıpkı kokusunu, tadını kaybeden domatesler gibi biz de bir yerlerde tadımızı kaybediyoruz.
Reyonlardaki domatesleri uzaktan hoş yakından tatsız bulduğumuz gibi, artık birbirimizi yakından sevmek de daha zor. Fanus içine hapsettiğimiz kırgınlıklarımız, kızgınlıklarımız yahut yaralı yanlarımız kendimize tanıklığımızı düşürüyor ve kendimizi daha az tanıdığımız noktada ötekini tanımakta, görmekte ve duymakta zorlanıyoruz. Haliyle kendimizde bile görmeye tahammül edemediğimiz duyguları ötekinde görmek istemiyoruz.
Sadece doğaya değil, kendimize ve ötekine de yabancılaşıyoruz. Kötü ve ya pis (?) olan artık caddelerde, sofralarda, evimizde kısacası gündelik yaşamda görünürde daha az, ama bir o kadar da daha çok merkezde. Tıpkı her başarının bizi daha çok kaybetme korkusuna sürükleyebilmesi gibi….
Hazırlayan: Psikolog Funda Dogan