Onlar kimilerine göre aşırı doz uyuşturucudan, kimilerine göre ise müzik sektörünün iğrenç ikiyüzlülüğünden, ticari baskıdan ya da şöhretin dayanılmaz ağırlığından dolayı erken ölmeyi seçtiler, buna zorlandılar, öyle ya da böyle bir şekilde bu yola girdiler.
Jim Morrison, Kurt Cobain, Amy Winehouse, Jimi Hendrix, Janis Joplin, Kristen Pfaff, Bryan Ottoson,Dickie Pride, Sean Patric Mccabe, Gary Thain, Jeremy Ward, Layne Stayle, Alexander Baslachev, Peter Ham…
Birçok gazetede 27 yaş kervanına katılan ya da 30’unu göremeden ölenler listelerini süslediler.
Albert Camus‘un “Tek felsefi sorun intihardır” sözünü doğrularcasına, onlar öldüğünde, intihar beynimize sert bir yumruk indirdi. İntihar onların şöhretlerine şöhret kattı, fakat genç yaşta ölen bu insanların, şöhret, insanlar, hatta intiharın kendisi bile çokta umurlarında değildi.
Sıradan insanlar, gündelik hayatlarının kaygılarını taşıyıp standart, güvenli ve huzurlu hayatlarını sürdürürken onlar kıyak kafaları ve sanatın özgürleştirdiği ruhlarıyla şeytan enselerindeyken mal aradılar ya da edebiyatın, müziğin ilham perileriyle sarmaş dolaş orada burada sızıp kaldılar. Diğerlerinin biraz iç geçirip biraz da hayranlıkla dinlediği birçok efsane grubun gitaristi, solisti genç yaşta öldüğünde bu konu onların ancak bir süre ilgisini çekti. Daha sonra ise o grubun albümleri gibi imrenilen yaşamları da rafa kaldırıldı.
Bireyin toplum içinde olması gereken yer ve birey, yavaş yavaş eşleşirken, mağaranın özgür çocukları huzurlu ve güvenli bir yaşlılık hayalini yıktılar. Yine de Alice‘nin, Chain‘in solisti ve söz yazarı Layne Stayle‘nin sözünü hatırlatmakta fayda var. ”Uyuşturucular, aydınlığa ulaşmanın bir yolu değildir. Onlar sizi masalsı bir dünyaya değil, acı çekmeye sürükler.”
Elbette onların yetenekleri, unvanları uyuşturucuya ya da alkole bağlı değildi. Birçoğu korkunç hayatlar yaşadılar. Yeteneklerini kimi zaman bir lanet olarak gördüler. İnsanın kendi zavallılığından sıyrılması çok güç bir şeydir. Ama insan, bir kez bu zavallılıktan sıyrılmaya görsün, işte o zaman yaşamını tam olarak kendi egemenliği altına alabilir. Çünkü insanın kişisel özgürlüğü, kendi dünyasına egemen olmasıyla başlar. Dünyasına egemen olan insan, acıları coşkuya, bunalımı yaratıcılığa, sevgisizliği sürekli aşka dönüştürebilir.
“Ben dünyama egemen olabilmeyi edebiyatla öğrendim.” der, Tezer Özlü. Onlar da arkalarında sağlam müzikler, dahiyane şarkı sözleri, romanlar, şiirler, resimler bırakıp gittiler. Mağaranın özgür insanları içlerindeki öfkeyi, nefreti ve yıkıcılığı sanatın güzellikleriyle harmanladılar. Tüm bu şeylerin; hayatın, ölümün, iyinin, kötünün hepsinin ötesinde sanatın cennetinde acı çektiler, yoğruldular. Onlar bir bakıma yıkıcı ruha güvendiler, çünkü bu ruh aynı zamanda tüm hayatın kaynağıydı, sonsuzdu ve yaratıcı bir güdüydü.